Bir yakın arkadasım,bir haber paylaşmış bugün, Van Gogh'la ilgili...
"Van Gogh'un Paris'te yaptığı bir resim, 100 yıl boyunca kapalı kapılar ardında kaldıktan sonra ilk defa görüntülendi.
Montmartre'da Bir Sokak Manzarası adlı resim, çizildiği 1887'den bu yana 100 yıldan uzun bir süreyi tek bir Fransız ailesinin koleksiyonunda geçirdi.
Müzayede evi Sotheby's, önümüzdeki ay açık artırmaya çıkacak resmin 6,9 milyon sterline satılabileceğini tahmin ediyor.
BBC News'e konuşan Van Gogh uzmanı Martin Bailey 'Bu resmi ilk defa doğru düzgün görebiliyoruz' diyor."
Rastlantı olursa bu kadar olur ancak diyorum...
Dün Özcan Erdoğan'ın hazırladığı Dahiler ve Aşkları adını taşıyan bir kitap okuyordum.
Özellikle açmıştım Vincent Van Gogh bölümünü. Daha önceki gün Cemal Süreya'nın denemelerini okurken, "Hollanda'ya gittiğimde orada Van Gogh sarılarının kaynağını bulmuş ve daha çok sevmeye başlamıştım Van Gogh'un resimlerindeki sarıları. Çünkü Hollanda'daki coğrafyanın, yeryüzü şekillerinin, bitkisel örtünün sarıları, Van Gogh'u içimde somutlamış ve bir yere oturtmuştu. Onun çalışmasını daha da büyütmüştü." diyordu kitabında.
Ben de yıllar önce görmüştüm "Van Gogh Museum"u, 2003'te... Çok etkilenmiştim. Özellikle çok beğendiğim tabloların önünden ayrılmamıştım.
O yıllarda kızım Amsterdam'da oturuyordu. O gün, müze gezmeye ayırmıştık günümüzü. İlk gittiğimiz müzeydi Van Gogh Museum. Gördüğüm yeni yerlerle ilgili, günlüğüme not yazmak gibi bir alışkanlığım vardır. Hemen notlarımı açtım:
13 ARALIK 2003
"Hollanda'da ilk gezdiğim müze... Üç katlı bir yapı. Bir de bodrum katı var. Bodrum katında La Scala opera binasının maketleri sergileniyordu. Maketler dahi, Milano'daki bu binanın görkemini yansıtabiliyordu. Puccini'nin Turandot operasının ilk oyununda giyilen kostümlerin de sergilenişi, binayı gerçekten görüyormuşum etkisi yaptı.
Oyun 1926'da sahnelenmiş ilk kez... Bu salonda dolaşırken Puccini'nin, Verdi'nin operalarından aryalar da bize eşlik ediyordu. Duvara " şu anda şu parçaları dinliyorsunuz" başlığı altında hangi şarkıları, hangi sanatçıların söylediği, hangi operalardan alındığını bildiren yazılar yazılmıştı. Tosca operasından aryaların yazıldığı bölümü okuyunca sevgili Skarpia -Cengiz'i- düşündüm. Onun da La Scala'da söylemesini diledim. Bu dekoru, çok geniş bir duvara yansıtılan La Scala slaytları tamamlıyordu."
"Not: Cengiz de kim dememeniz için şu an ekliyorum. O zaman çok gençti Bariton Cengiz Sayın... Bana o günleri paylaşımıyla anımsatan dostum, canım arkadaşım Günden Hanım'ın damadıydı. Kızı Özlem Ebesek, kızımın İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuar'ndan arkadaşıydı. Özlem, şu an ünlü bir piyanist ve 9 Eylül Üniversitesi öğretim üyesi...
Anılarıma dönüyorum.
" Birinci kat Van Gogh'un yaşam öyküsünü anlatan yazının sergilendiği bölümle başlıyor
ve ben AYÖO. Hazırlık Sınıfı'mda Sanat Tarihi Öğretmeni olan İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu öğretmenimi anımsadım. Ruhu şad olsun öğretmenimin... Az ve öz anımsadığım bilgileriyle rahmet istedi.
Vincent Van Gogh, 30 Mart 1853'te doğmuş, 29 Eylül 1890'da göçmüş bu dünyadan.
37 yıllık yaşamına neler sığdırmış! Onunla ilgili anımsadıklarım kulağını kesmesi, o hâlini otoportresiyle ölümsüzleştirmesi, ünlü tabloları, Hollanda ve Paris'te yaşamasıyla, yaşamına kendisinin son vermesiyle sınırlıydı. Tablolarını izledikten, yaşamındaki tüm olumsuzlukları öğrendikten sonra, hiç unutmam diye duyumsuyorum.
Yaşam öyküsünü anlatan yazının önünde, camdan sergiler içinde mektupları vardı; o ilginç mektupları... Kardeşi Theodor'a (Theo) ve arkadaşlarına yazdıkları vs.
.............
"Berlioz ve Wagner'in müziklerinde bizden önce başardıklarını resimde başarmak istiyorum." Bu söz merdiven boşluğunda yazılıydı ve " My dear friend" diye başlıyordu.
Paul Gauguin'e sesleniyordu. Yarım yamalak da olsa Türkçeye çevirebilmiştim.
Sırasıyla, çok güzel aydınlatılmış tabloların seyrine geçtik. Tabloları-sırasıyla dedim- 1880'den 1890'a kadar olan sanat yaşamı dönemlere ayrılarak sergilenmişti. Tablolar içinde beni ilk etkileyen tablo, "Patates Yiyenler" oldu.
Van Gogh, onları, hangi duygularla tuvaline yansıttı bilemiyorum; ama, yorgun, mutsuz, dalgın hâlleri, benim aşırı duygusal -bakın melankolik demiyorum artık- ruhumda derin izler bıraktı. Tablodaki toprak tonları, tarım işçilerinin duruş, duyuş ve bakışlarıyla çok uyumluydu bence... Kartpostallarda şöyle bir bakıp geçtiğimiz sanat yapıtlarının aslını görünce insan, bir başka etkileniyor.
.................
1888 Ekim dönemindeki resimleri içinde beni etkileyen tablosu "Gauguin's chair"
Neden etkilendim bu denli Gaugin'in sandalyesinden? Oysa bu tablolar içinde kızım Aylin'i ve sevdiğim yazar Buket Uzuner'i etkileyen tablo, sarı evdeki odasını gösteren tablo... Neden bilmiyorum; o tablo ben de mutsuz, yoksul, acılı, sıkıntılı, hasta bir insanın yaşadığı bir ortam etkisi bıraktı. Yerde kilim veya halı türünden bir sergi olmayan odanın boş ahşap döşemesi, basit hasır sandalyesi, basit tahta masası, tahta karyolası beni olumsuz etkiledi. Oysa Aylin ve eşi Günalp ışığın, odayı süsleyen tabloların dizilişinin, ahşap objelerin odayı sıcaklaştırdığı görüşündeler.
Sanıyorum kişinin ruh hâli - ne kadar değiştirmeye çalışsa da- bakış açısını çok etkiliyor neyse, gelelim benim beğendiğim tabloya...
..................
Bu sandalye bir bakıma Gauguin'i simgeliyor gibi. Entellektüel, okuyan yazan, süslü bakımlı; ama gece... Oysa Van Gogh'un sandalyesi basit, hasır, üstünde pipo ve mendil
vs. ancak aydınlık..."
Van Gogh'un bu haberinden etkilenmiştim; ama,amacım bizim yazar ve şairlerimizin kıymetini yaşarken bilemediğimize geçmekti. Sözü uzattım, umarım sıkılmadınız, Bu konuya ve Van Gogh anılarıma bir fırsat yaratıp dönerim yine; çünkü daha çok şey yazmışım on yedi yıl önce... Artık her şeyi döküyorum ortaya; zaten yaşamım boyunca saklı, gizli bir şey yapmadım, saklayacak ve gizleyecek... Ancak günlüğümü eşim bile okumamıştır, birlikte okuyorsunuz.
Ben söyleyeni belli olmayan, ama tangolarda ve bazı şiirlerde kullanılan bir dize yazdım başlığa... "Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer." Anılar güzel olunca geçerli bu söz.
Anılar, anılmayacak kadar sıkıcı olursa...
. Ruhumun Dalgaları
Ruhumun dalgaları, koşup kabarmayınız.
Her damlanız tutuşan göğsüme birer bıçak.
Kalbim bir kayadır ki, nerdeyse yıkılacak,
Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayınız.
Dümdüz olsam diyorum ve kumlu bir sahili
Yalayan sular gibi siz de yavaşlasanız.
Bilmediğim yeni bir masala başlasanız,
Çekilse kulağımdan hatıraların dili.
Ey eski günler artık bana yaklaşmayınız,
Ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşına.
Bütün bir hayat bile değmez bir göz yaşına,
Ruhumun dalgaları, köpürüp taşmayınız. -Sabahattin Ali (25 Şubat 1907- 2 Nisan 1948)
Bıçak Kemikte
Eti geçti
Duydun mu
Bıçak kemikte
Duymadınsa duy artık
Be hey Allah'ın kulu
Bıçak kemikte
Duy da silkin n'olursun
Bu ne biçim uyku bu
Bıçak kemikte
Verilmemiş alınmış hep
Yük vurulmuş dağlar gibi - insanlık bu mu
Çalıyor sömürünün imdat çanları
Kımılda da kurtar şu onurunu
Bıçak kemikte
Topraksa paylaşılmış kıyılarsa yağmalanmış
Umut hacizde
Ya bu neyin puştluğu bu
Sana yokluk sana yasak sana dam
İnsan değil - hâşâ - bir yağmacı soyu bu
Bıçak kemikte
Üretensin, yaratansın, yürütensin dağları
Bakma öyle kilit kilit duvar duvar
Yetsin artık bu susku
Bıçak kemikte
Anasın boynun bükük babasın kolun kırık
Oğullar kan içinde
Kaldır artık başını
«Kalsın benim dâvam dîvana kalsın!» demiş ozan
O dîvan sensin artık
Bıçak kemikte... -Hasan Hüseyin Korkmazgil ( 1927- 26 Şubat 1984)
Böyle anıları kim anmak ister...
Güzel, anımsadıkça mutlu eden anılar biriktirmeniz dileğiyle, HOŞÇA KALIN...