SANİYE VİLDAN GÜZEL - İNADINA ŞİİR


-ROMAN, ÖYKÜ VE ŞİİRİMİZDE KÖY, KÖYLÜ 2-


Köy romancılığı türünün en çarpıcı örneğini Yakup Kadri Karaosmanoğlu "Yaban" romanıyla vermiştir.(1932) Dün Yakup Kadri'yi doğum günü (27 Mart 1889) nedeniyle anmıştım.
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf'ta, Nazilli (Aydın) ve Edremit (Balıkesir) yörelerinin kasaba yaşamını anlatırken gerçeğe uygun köylü portreleri de çizer. 
Köy Enstitüleri'nden yetişen Fakir Baykurt, Talip Apaydın ve Sabahattin Ali’nin açtığı çığırdan ilerleyen köy romancılığı, uzun yıllar varlığını sürdürmeyi başarmıştır.
"Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki  bir isyan öyküsünü konu alır; Anadolu halkının geri kalmışlığı, cahil bırakılmışlığı, köy yaşamının sefaleti ve ağaların tüm yöreye egemen oluşu gözler önüne serilir. Romanda olayın yaşandığı yöre, Çukurova'dır." desem, kimi anımsarsınız? Duyuyorum; Yaşar Kemal ve İnce Memed... "Bu da sorulur mu?" diyorsunuz. Bu romanın edebiyatımızdaki yeri çok özel...
Köy Enstitüleri ve Yaşar Kemal deyince, Sözcükler 83 Dergisi'nde geçen yıl okuduğum Turgay Fişekçi'nin 23 Şubat 2000 yılında yazdığı yazısını anımsadım.
"Yaşar Kemal Ve  Mitterand" başlığını taşıyordu yazı...
Turgay Fişekçi "Yaşar Kemal Rejans'a öğle yemeğine çağırdı. Yayınevinden yakınmaları var, onları anlattı önce. Sonra da Mitterand'la dostluklarını." diye başlamış yazısına.
 Mitterrand cumhurbaşkanı seçilmeden önce de tanışıyorlarmış. Cumhurbaşkanı seçildiğinde devir törenine Yaşar Kemal'i de çağırmış, bir de Marquez varmış yazar olarak. Mitterand devir töreninden sonra yaptığı ilk basın toplantısında gazetecilerden biri en sevdiği yazarı sormuş. Yanıt: Yaşar Kemal... Sonraki dönemde de her yıl birkaç kez Yaşar Kemal'i Elysée Sarayı'na çağırmış ve saatlerce söyleşmişler.
9 Mayıs 1984'te Mitterrand, Yaşar Kemal'e Legion Honour nişanı sunmuş.
Bir gün de aralarında KÖY ENSTİTÜLERİ üstüne bir konuşma geçmiş. "Yaşayarak öğrenme" düşüncesinin Sabahattin Eyüboğlu'na ait olduğunu söylemiş, sonra da uzun uzun anlatmış Köy Enstitülerini. Mitterand benzer bir uygulamanın Güney Fransa'da da denendiğini ama yürümediğini söylemiş. 

               -TEZEK KOKULARI ŞİİRİMİZDE-

 TEZEK

Ah gözünü sevdiğim aydın kişi,
1952 senesinde Anadolu’da
Hâlâ tezektir her işin başı.
Amma burnumuzun dibindeki dağda linyit varmış,
Kara kömür çıkarmış on parmağını topraktan
Damar damar,
Yüzümüze bakarmış.
Onun yanında başıboş bedava
Kızılırmak akıp gidermiş.
Kimin umrunda!.. gelsin tezek
                             gitsin tezek...
Öyle tiryakileri var ki mübareğin
Nerde ise iri kıyım sarıp tüttürecek.
Canım ciğerim tezek her derde deva
Üstüne üstelik de bedava.    -BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU 

Bedri Rahmi “Sabır ile Koruk” kitabında “Bir Hediye- Tezek” adlı yazısında Anadolu için tezeğin önemini vurgulamış; ama ne vurgulama!.. “Bu satırları okuyan Sen Josef Lisesi üçüncü sınıf okurlarından A. Yurdatapaner, öğretmene soracak: Tezek ne demek? Öğretmen düşünüp taşınarak: B..a nispetle tezek amberisaray gibidir, buyuracak. Amberle sarayı duyar duymaz Yurdatapaner tezeği bir matah sanacak. Kazın ayağı hiç de öyle değil oğlum Yurdatapaner. 952 senesinde tezek ne amberdir, ne saraydır. 952 senesinde tezek pisliğin ta kendisidir. Hani şu köylü bizim efendimizdir deriz ya, tezek de köylünün efendisidir, 952 senesinde tezek memleketimizin yüreğine saplanmış bir bıçak, sırtımıza lök gibi çullanmış bir yara. Bütün aydınlarımızın yüzüne sürülmüş bir karadır.” diyerek…
Şarkışla kazasında tezek kokusu burnunun direğini kırmış, ciğerine işlemiştir Bedri Rahmi’nin. Bereket civarda iğde ağaçları vardır. Ne  var ki “iğde çiçeklerinin ömrü az, tezeğin ömrü uzun. Bir tezek kokusudur çullanmış sırtına fukara Temmuzun.”
Bu yazısında Bedri Rahmi’yi çok üzmüştür Anadolu insanının yakıt olarak hâlâ tezeği kullanması. Tezeğin bedava oluşu, hem de tezeği yakmak için boruya, sobaya ihtiyaç duyulmaması; onu hava gibi, su gibi, toprak gibi bir şey yapmış Anadolu insanı için. Diyor ki Bedri Rahmi “Şarkışla’nın ortasında linyitten bir dağ kursalar, hattâ linyiti bedava her evin kapısına kadar getirseler daha sittin sene bu evlerin bacasından linyit dumanı tütmez. Çünkü yalnız tezek bedava değil, tezek yakmaya mahsus bir ocak olan tandır da bedava. Linyit yakacak bir soba, borularıyla birlikte fakir bütçeleri de sarsabilir. Şimdi bütün ümidimiz yerli, çarıklı mühendislerden birisinin çıkıp tandırın ağzını bir tarafa, burnunu bir tarafa çekip çekiştirerek linyit yakacak bir hale getirmesinde.


Aman tandır gözüm tandır
Ne olur bir biçimine getir
Yak şu linyiti çıtır çıtır
Cümle aydınları utandır. 

Aydınlar üstlerine düşen görevin sorumluluğunu bilmemişler. Memleketimizdeki doğal kaynaklar, teknolojik imkânlarla işlenmemiş;  oysa “kara kömür on parmağını çıkarmış topraktan”, “Kızılırmak akıp gidermiş”, “kimin umurunda” diye eleştirir…

“Ağlamak ayıp değil kana kana,
Ama gülmeyi unutmuşlar yüzlerine baksana.
O canım sevinç pırıltısı düşmüş gözlerinden
Paramparça tuz buz.
Bizim insanlarımız böylesine kara gülmezse,
Birimizden biri suçluyuz.
Peki neyleyip nidelim
Alıp başımızı limon misali avuçlarımızın içine

Kara kara düşünelim.” diyerek yine Anadolu insanının çilesine dikkat çeker, toplumu özellikle aydını bu yarayı sağaltmaya, bu acıyı dindirmeye çağırır…


KAĞNI

Yine de düştü yollara kağnı dizisi,
Dağların taşların kara yazısı,
Canlının cansızın yürek sızısı.
Sen hangi motörden dem vuruyon?
On beş banknot fazla ediyor bugüne bugün
En çok gıcırdayan kağnı mazısı.   -BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU  

"SİVAS YOLLARINDA GECELERİ /KATAR KATAR KAĞNILAR GİDER."

 Çeltek Köyü ile Zile, Çamlıbel ve Niksar kasabalarında çocukluğunu geçiren Külebi;  Sivas Lisesi’nde yatılı öğrencidir.
Ahmet Kutsi Tecer, Ziya Karamuk, Fazıl Yinal edebiyat, Muzaffer Sarısözen müzik, Turgut Zaim, Eşref Üren resim, Osman Horasanlı yurttaşlık bilgisi öğretmenleridir  Külebi’nin…
Halk kültürünü, musikisini, halk şairlerini yakından tanımıştır Sivas’ta. Âşık Veysel’i, Tâlibî’yi, Ruhsatî’yi, Ali İzzet’i, Ağa Dayı’yı tanımıştır; bu âşık ve halk hikâyecilerinin üzerindeki etkisini “çok, çok, çok büyük…” diye ifade edecektir.

 SIVAS YOLLARINDA

Sıvas yollarında geceleri

Katar katar kağnılar gider.

Tekerleri meşeden.

Ağız dil vermeyen köylüler

Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?

Ağır ağır kağnılar gider

Sıvas yollarında geceleri.

Ne yıldızlar kaynaşır gökyüzünde

Ne sevdayla dolar taşar gönüller.

Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi

El ayak şişer.

Sıvas yollarında geceleri

Ağır ağır kağnılar gider.

 

Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider

Toz duman içinde,

Şavkı vurur yollara,

Arabalar dağılır şoförler söver,

Sıvas yollarında geceleri

Katar katar kağnılar gider.   -CAHİT KÜLEBİ


Destansı bir şiir… Sivas yolları, Anadolu köylüsü, kağnılar…

“Bu şiir, 1936’da yazılmış. Belki biraz daha sonra. Sivas’ta görülen Anadolu gerçeği büyük bir dönüşümle çağdaş yaşamın gereklerine uygun olarak çözümlenememiştir. Köylülük, bütün gerçeğiyle sürüyor, dinsel bağnazlık giderek kabarıyor.” der. Vecihi Timuroğlu…
Külebi’nin Anadolu’ya bakışı, kendinden öncekilerin bakışından farklı. Anadolu köylüsünü tanıyor o, onların “ağız dil” vermediklerini biliyor; içine kapanık olduklarını; dertlerini en zor koşullarda bile söylemediklerini biliyor.
Anadolu’da iklim serttir; acımasızdır, rüzgâr “bıçak gibi” eser. Gökyüzünde yıldızlar kaynaşmaz; gönüller sevdayla dolup taşmaz. Suskun, çileli yaşamlarına katlanan köylüler, yaşama sevincini yitirmişler; ilkel koşullarda yaşıyorlar. Sevda onlara çok uzak duygu…
“Sıvas Yollarında” şiiriyle ilgili düşüncelerini paylaşmak istiyorum Külebi’nin… Daha doğrusu Sevgi Sanlı’nın “Sayın Cahit Külebi, siz yarı iftihar, yarı alçak gönüllülükle ben bir köylü şairim der durursunuz. Şairliğiniz yüzde yüz, su katılmamış bir şairlik. Onu biliyoruz. Köylülüğünüz de öyle mi acaba?” sorusuna yanıtını!..


“Teşekkür ederim” der Külebi, iltifat sayar Sevgi Sanlı’nın sözlerini ve yürekten, bu yargının doğru olmasını istediğini belirtir. “Köylülüğüm köyde yaşamış olmamdan ileri gelmiyor. Ben Anadolu’yu, Anadolu insanını yansıtmaya çalışan bir şiir yöntemi güttüm. Buna özendim. Çocukken içimde büyük bir eziklik vardı. Ben İstanbul yaşamını bilmiyorum. Oysaki sanatçı olmak istiyorum. İstanbul’u tanımadan nasıl romancı olurum, nasıl öykü yazarım? Belki bilinçaltı bir dürtüyle romandan, öyküden kaçmışım. Şiir yazarken de kendi yaşamımı belirtmiştim. Şunu demek istiyorum; asıl olan köyü tanımak, köyü yansıtmak, köyle ilgili konularda belli bir işlev göstermektir. Bunu bir ölçü içinde yaptım. Şiirdeki ilk girişimlerimden başlayarak İstanbul’dan söz ettiğim zaman bile Anadolu’yu yansıttım. Yaptığım iş, daha sonra köy romanına dönenlerin kendi köylerini anlatmaları biçiminde de değildir. Benim şiirimde halk şiirinin etkisi olduğunu kendim de söylemişimdir, başkaları da söylemişlerdir. Gelgelelim bu etkiler öyle elle tutulur bir biçimde değildir. Halk şiirinin kendi özelliklerimle karışan bir yansıması sezilir şiirlerimde…”

 

TÜRK MAVİSİ

Kim saçtı bunları dağ başlarına!

Kim unuttu böyle, kim tutsak bıraktı?

Kim eledi üzerlerine yoksunluğu?

Bütün salyangozların antenleri kopmuş

Yağmur dileniyorlar biliyorum.

 

Elbette  kentlere inecekler

Bunların çocukları da.

Gecekondular kuracaklar.

Türkü çağıracaklar hoyratlığa.

Bulandıracaklar bütün denizleri

Övgüler söylerken maviye.

Yağmur damarlarını bağlayacaklar gökyüzünün.

 

Elbette yitecekler sokaklarında

Tozlu dumanlı Ankara’ların.

Daha da karışacak bütün sular

Türk mavisi bulununcaya kadar.   -CAHİT KÜLEBİ

GELECEK YAZIMDA OKTAY RİFAT, TURGUT UYAR, CEMAL SÜREYA'NIN BU TEMAYI İŞLEYEN ŞİİRLERİNDE BULUŞMAK ÜZERE HOŞÇA KALIN.

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92