SANİYE VİLDAN GÜZEL - İNADINA ŞİİR


OKTAY RİFAT, TURGUT UYAR, CEMAL SÜREYA'NIN ŞİİRLERİNDE KÖY-KÖYLÜ

Turgut Uyar, ortaöğrenimini Konya Askeri Okulu ve Bursa Askeri Işıklar Lisesi’nde alır. 1947’de Askeri Memurlar Okulu’nu bitirir ve memur subay olarak göreve başlar.1947 ile 1958 yılları arasında Posof (Kars- Ardahan), Terme(Samsun) ve Ankara’da personel subayı olarak görev yapar.


Turgut Uyar, ortaöğrenimini Konya Askeri Okulu ve Bursa Askeri Işıklar Lisesi’nde alır. 1947’de Askeri Memurlar Okulu’nu bitirir ve memur subay olarak göreve başlar.1947 ile 1958 yılları arasında Posof (Kars- Ardahan), Terme(Samsun) ve Ankara’da personel subayı olarak görev yapar.

Uyar, Posof’ta devlet memurudur; bu süreçte Anadolu’yu, Anadolu insanını ve yaşam koşullarını yakından tanır. “Yedi sekiz yıl öğrencilikten sonra, eline üç beş kuruş verip hayat ile karşı karşıya bırakılmış biriydim. Posof’un ayrı bir etkisi vardır. Köylerle ve halkla temasa geliyordum.”

1950’li yıllar Türkiye’de köyden kente göçün hızlandığı yıllardır. Kentlere göç edenler, bir yandan çağın uygarlığıyla karşılaşıyorlar; bir yandan da kent yaşamının çok farklı olmasıyla âdeta şok yaşıyorlardı. Köylü taşradan, büyük kentlere gelmişti ve kentli yaşama uyum sağlamakta zorlanıyordu. Bunlar, Turgut Uyar’ın şiirinde de belirleyici olacaktı.

YALAĞUZ

Bektaş yüce dağ başında -yalağuz-du.
Bektaş zaten doğduğundan beri -yalağuz-du…
Bir sopa, üç beş koyun, bir köpek,
Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz-du…

 

Mintanı ile yalnızdı, çarığı ile yalnızdı,
Bilinmez düşünceleri, Tanrısı ile yalnızdı…
Köyde, şehirde, kasabada, dağda
Beş on kelimesi, diliyle.
Yalnız insanların o garip haliyle;
Yalnızdı Bektaş, yapayalnızdı..

 

Bektaş mayıs böceği kadar yalnızdı,

Esaretinde hürriyetinde sevdasında,
Üç yaşında da yalnızdı, on beşte de, seksende de,
Yağmurların altında, bulakların kenarında.
Türküsünde, koşmasında, şarkısında,
Tamamda da noksanda da,
Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı.
…….
İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalağuzdu…    -TURGUT UYAR

Bu şiirin başlığı "yalağuz" sözcüğünün kökü yalındır. Yalnız demektir. Rize, Erzurum ve Artvin'de yalnızlık yalağuz olarak geçer. Türkiye Türkçesinde yalnız sözcüğü, Özbek Türkçesinde yalgız, Uygur Türkçesinde yalguz olarak geçmektedir.

Yalnızlığın sınırları kesin olarak çizilemez. Bu duygunun nedeni bireyin yapısından mı, içsel mi, yoksa içinde yaşadığı koşulların sonucu mu, dışsal mı olduğu konusunda tam bir çözüm sunmaz felsefeciler. Ancak ne olursa olsun, yalnızlık, acı ve hüznü beraberinde getirir.

 

BİR ANADOLU VARDIR

Bir Narhanımcık vardır.
Cin dağlarının arkasında.
Bir çukur köyde.
Ya üç ya dört yaşındadır görseniz,
Süt sağar, yün eğirir ufak elleriyle.
Babasıyla diz dize oturur akşamları,
Ne lâflar söyler büyük insan gibi,
Hayret edersiniz..

 

Bir Gergisüban köyü vardır.
Cin dağlarının arkasında.
Bizim Narhanımcığın köyüdür.
Fena geçmez baharları kıtlık olmazsa.
Elma yetişir, kartopu yetişir topraklarında.
Gelgelelim yağmursuz yazlar gelince,
Bir dert herkesi dilsiz eder.
Narhanımcık ağlar.
Kış da kötü bastı mıydı üstüne,
Açlıktan sığırlar bile ölür gider…

 

Bir Mihrali marangoz vardır.
Babası Mihrali koymuş adını ne yapsın.
Narhanımcığın akrabasıdır..
Alinin, Memişin, Satılmışın akrabasıdır.
Terini çevre ile siler Mihrali
Potur giyer, çarık giyer
Bütün ömründe aşağı yukarı
Sacta pişmiş mayasız yufka ekmeği yer.
…….

Arpa yetiştirir, sel alır gider.
Bir yar sever, onu da el alır gider…

 

Bir Anadolu vardır.
Yazları, kışları, kıtlıklarıyla,
Aşılmaz duvarların arkasıdır.
Cin dağlarının arkasıdır.
Bir Anadolu vardır, Anadolu,
Bir lüks banyo sabununun markasıdır..    -TURGUT UYAR

Şiirin merkezine Narhanımcık oturmuştur. Köylünün içinde bulunduğu sıkıntı, içinde yaşadığı olumsuz koşullar vurgulanmıştır.Türk köylüsünün baharının bile iyi geçip geçmemesi kıtlığın olup olmamasına bağlıdır.

           555K

"Şimdi Bursada ipek çeken kızlar
bir karasevda halinde söylemektedir:
Görmeğe alıştığımız nice yazlar
Kimleri alıp götürdüler ama kimleri
Karanfil bıyıklı genç teğmenleri
Ak saçlı profesörleri, öğrencileri
Adları şuramıza işlemektedir
Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
Bir karasevda halinde söylemektedir
Şimdi Bursada ipek çeken kızlar

 

Şimdi Erzurumda çift sürenlerin
Geçit vermez kaşlarının altında
Derindir, ıssızdır, korkunçtur gözleri
Sabanın demiri girdikçe toprağa
Hınçlarını gömmektedir içine yerin.
Çünkü millet hayınları Ankaralarda
Çünkü İzmirlerde, çünkü İstanbullarda
Çünkü başka yerlerinde memleketin
Kanına girdiler masum gençlerin
İşte onun için karanlıktır gözleri

Şimdi Erzurumda çift sürenlerin.

.............. 

Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.      -CEMAL SÜREYA

 Cemal Süreya,1960’ta yazmış olduğu “555K” adlı şiirinde Türk köylüsünün “karanlık gözlerinin" arkasındaki hıncı, gazabı, dile getirir. Aynı zamanda 1960’lardaki siyasi olaylara ayna tutar.

SESLENEN KÖY
Seslenir köy yalnızım
Seslenir köy yoksulum
Uykusuzum öksüzüm dulum.  -OKTAY RİFAT

"Garip" şairi Oktay Rifat da Türk köylüsünü  çiftiyle çubuğuyla, yalnızlığıyla, yazgısına razı olmuşluğuyla şiirine konu etmiştir. Yalnızlık, yoksulluk, uykusuzluk, öksüzlük köylünün değişmeyen yazgısıdır.

"Ah nasıl da küçüktür köy,

Savunmasız ince.

Kurtlar gel diye çağırır
Gece olunca,.

Çocuklar döner korkularında.

Direnir yağ kandili 

Direnebildiğince..."   OKTAY RİFAT

 Bu dizelerde, küçük bir köyün insanları doğadaki tüm  tehlikelere karşı nasıl da savunmasız! Tıpkı sonunda tükenecek olan bir kandilin direnci kadar direnci...

TARLA
Elini buğdaya daldırdı
Bir avuç aldı.
Baktı uzun uzun...
Bir tarla diye düşündü,

İsterse taşlı olsun.
Bir öküz bir de saban
Gerisi yalan.       -OKTAY RİFAT

Köylü elindekiyle yetinmeyi bilir. Buğday, taşlı bir tarla, öküz, saban yeterlidir onun için. Türk köylüsü, açgözlü değildir. Köyünün büyüklüğü ne kadarsa, dünyası da o kadardır  o yıllarda...

 ÇİFT SÜRENLER

Çift süren köylü
Başını çevirince komşusuna,
Kendini görür gibi olur aynada...
Sonra ötekini ve öbürünü,
Aynalardan aynalara.
Elbirliğiyle devrilir toprak,
Uzun çizgilerle düz
Pulluk demirinden yana.  -OKTAY RİFAT

Türk köylüsü birbirine benzer. Dayanışma içindedir: İmece...

IRGATLAR

Makineler serper sabahları
Onları ovaya.
Makineler toplar beşer onar
Hepsini gün batınca ovada.
Boşalmıştır mavisinden gök,
Suyundan testi,
Ekmeğinden peşkir,
Gücünden kol.  -OKTAY RİFAT 

SON SÖZ

Boğazından lıkır lıkır geçen

Şu suyun kıymetini bil.

Nedir ki bu mavilik deme,

Pencereden görebildiğin kadar

Göğün kıymetini bil.

Kıymetini bil çiçek açmış bademin,

Güneşli odanın, çamurlu sokağın

Beyazın, siyahın, yeşilin,

Pembenin kıymetini bil.

Dirilik öyle bir şey yürekte,

Sevinçle çırpınır.

Kavak yelleri eser insanın başında,

İnsanoğlu kızar öfkelenir savaşır

Halk için girişilen savaşta.

O korkulu sevincin

Öfkenin kıymetini bil.

Bil ki bu

Budur işte...

Güneş yalnız dirileri ısıtır

Güneşin kıymetini bil.    -OKTAY RİFAT

        HOŞÇA KALIN.

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92