Salih KOÇ


EKMEĞİN MASALI


Ben bir buğday tanesiyim. Toprakla buluşursam çoğalırım. Bir iken bin olurum. Bir adım da ‘’berekettir’’ benim. İsterseniz ben size kendi masalımı anlatayım. Aklımda iken söyleyeyim, herkesin mutlaka bir masalı vardır. Sakın olaki; sadece buğdayın masalı var zannetmeyin...

Sabah erkenden amcanın biri bizi çuvala doldurdu. Sonra da içinde olduğumuz çuvalı bir kağnı arabasına yerleştirdi. Diğer kardeşlerim biraz telaşlandılar. Acaba bizi un etmek için değirmene mi götürüyorlar diye. Daha önce değirmene gidiyoruz diye sevinen kardeşlerimiz bir daha geri dönmemişlerdi de korkumuz biraz da ondandı bizim. Ama iş korktuğumuz gibi olmadı.

Sabahın erken saatlerinde tarlaya vardığımızda, birisi içinde bulunduğumuz çuvalın ağzını çözdü. Güneş biraz gözlerimizi kamaştırsa da etrafımızı gördüğümüz için seviniyorduk. Tarlada yalnız değildik. Bir çift öküz, orta yaşlarda amcadan başka bir de teyze vardı. Çiftçi amca bizi bir tenekeye doldurdu. Biraz sonra tarlaya doğru yürümeye başladı. Yürürken de bizi avucuna alarak tarlanın yüzeyine serpiştiriyordu. Biz her birimiz ayrı ayrı yerlere serpilmiştik. Kardeşlerimizden ayrı düştüğümüz için ağlamak istedik ama hiç sesimiz çıkmıyordu. Sanki sesimiz kısılmış gibiydi... Belki ağlıyorduk da birbirimizin sesini duymuyorduk.  Biraz sonra elinde kavalı, önünde koyunları ile bir dede geldi. Çiftçi amcaya:

‘’Bereketli olsun kardeş’’dedi. Bir taşın üzerine oturdu. Yanık yanık kavalını çalarken koyunları otluyor, kuzuları da aralarında oynaşıyorlardı...

Çiftçi amca tarlayı sürmek için öküzlerini koştu. Karısı da ona yardım etti. Tarlayı sürmeye başladılar. Tarlayı sürerken bazılarımızın üzeri toprak ile örtülmüştü. Toprağın altında kaldığım için kardeşlerimi göremez oldum. Önceleri çok korkmuştum ama kavalın yanık sesi, benim korkularımı biraz olsun azaltmıştı. Hem de tarlanın yüzünde kalsaydık bizi kuşlar, kargalar toplayabilirdi diye düşünmeye başladım. O gün akşam olduğunda tarlayı sürme işi bitmişti. Çünkü ne kavalcının yanık sesi, ne de çitçi amcanın konuşmaları duyulmuyordu artık...

Aradan ne kadar bir zaman geçti bilemiyorum ama vücudumda bir yumuşama, bir değişim başlamıştı. Bunu iyiden iyiye fark ediyordum. Hem de yattığım yer biraz daha nemlenmeye başlamıştı. Bir sabah başımı toprağın yüzünden dışarı çıkardığımda rengimizin yeşile döndüğünü ve kardeşlerimin hepsinin orada olduğunu görünce nasıl sevindiğimi bilemezsiniz. Yağmurlar yağdı. Güneş açtı derken bir gece de kar yağmaya başlamaz mı? Bu kar hepimize iyi geldi. Hem üşümüyor, hem de susuz kalmıyorduk. Havaların ısınması ile karlar eridi. Bahar geldi, bütün canlılar uyandı diye çok seviniyorduk. Hem de gün be gün boyumuz uzuyordu. Artık birbirimizi daha yakından görebiliyorduk. Boyumuz uzamış her birimiz de başak vermiştik.

Bizimle beraber büyümek isteyen yabani otlar çok canımızı sıkıyordu. Bir sabah vakti çiftçi amca üzerimize ilaç sıkmaya başladı. Önceleri çok korktuk ama sonraları yabani otların önce solması, sonra da yok olması bizi biraz daha rahatlattı. Artık tarla tamamen bizimdi. Günler geçtikçe başaklarımız olgunlaşıyor, hatta bazılarımız, iyice olgunlaştığımız için yerlere dökülüyorduk. Bazı kuşlar başaklarımızdan danelerimizi çalıyor, karınlarını doyuruyorlardı. Bir akşamüstü çitçi amaca tarlayı şöyle bir dolaştıktan sonra karısına dönerek:

‘’Artık bunlar iyice olgunlaşmış, biçme zamanı gelmiş’’ dedi...

Ertesi günü ellerinde oraklar ile bizi biçmeye gelmişlerdi. Tarla çok kalabalıktı. Çitçi amca komşularına imece söylemiş, kalabalık ondandı. Hatta tarlanın kenarındaki elma ağacının dallarına iki tane de beşik asmışlardı. Ağlaşan bebekleri anneleri emziriyor, karnı doyan bebekler uyuyakalıyorlardı. Tarlanın alt başından bizi biçmeye başladılar. Çok kalabalıklardı. O gün bizi hem biçtiler, hem de deste yapıp kağnılara yükleyip harman yerine taşıdılar. İlk önce çok korkmuştuk ama yine de bir araya geldiğimize sevinmiştik. Daha başımıza neler geleceğini bilememenin üzüntüsünü yaşarken içimizden geçen yılları gören bir abi:

‘’Daha harmanda dane ile samanı ayırmak için üzerimizden düvenler geçecek. Sonra da rüzgârda savrularak dane ile saman ayrılacak. En sonunda yine geldiğimiz yere döneceğiz ama bu sefer bir iken bin olmuş olarak’’ dedi. Hep birlikte:

‘’Bir iken bin olarak mı?’’ dedik. Neredeyse harman yerindekiler sesimizi duyacaklardı...

Bizi yaba ile bir güzel rüzgâra karşı savurduktan sonra çuvallara koydular. Bir çuval olarak çıktığımız ambardan daha da çoğalarak tekrar ambara gidecektik. Hem de kardeşlerimizle bir arada olacağımız için çok mutluyduk. Biz, siz çocuklar gibi saymasını bilmiyoruz ama bir ara sanki ‘’bu yıl hasat çok bereketli oldu’’ dediklerini duyduk. Bir amca bizi çuvallarla ambardaki yerimize taşıdı. O geceyi hep birlikte geçirdik.

Birkaç gün sonra iki kişi ambara yanımıza geldi. ‘’Bunların beş çuvalını alalım yıkayalım, sonra da bulgur kaynatalım’’ dedi. Bulgur kaynatmanın ne demek olduğunu içimizde bilen olmadığı için biraz tedirgindik.  Sonra bizi kağnı arabaları ile bir derenin kenarına getirdiler. Bol su ile yıkadılar. Üstümüzde harman yerinin tozları varmış. Yıkanınca tertemiz olduk. İleride bir kazan vardı, altında da ateş yanıyordu. Bulgur kaynatmanın o kazanlarda pişinceye kadar kaynatılmak demek olduğunu öğrendiğimizde iş işten geçmişti. Önce çok ısındık ama teyzenin biri bizi kevgir ile süzerek kilimlerin üzerine serdi. Orada serinleyince kendimize geldik…

O günün nasıl geçtiğini anlayamadık. Akşam olurken iyice kurumuştuk. Bizleri tekrar çuvala koyarak çuvalların ağzını iyice bağlayan teyze, bunları arabaya yükleyelim de evdeki diğer işlerime bakayım dedi. Hep birlikte eve kadar geldik. Herkes eve gitti ama biz halen o kağnı arabasında duruyorduk…

***

Bazı kardeşlerimiz gitmiş bir daha da yanımıza gelmemişlerdi. Bir sabah erkenden bizleri de aldılar doğruca dere kenarına getirdiler. Bizi bir güzel yıkayıp kilimlerin üzerine serdiler. Yıkanınca hem serinledik hem de tertemiz olduk. Üzerimizde hiç harman kumu kalmamıştı. Temizlik ne güzel değil mi? Akşam olmadan bizi tekrar çuvallara doldurdular. Hep birlikte köyün yolunu tuttuk. Eve geldiğimizde bizleri tekrar ambardaki yerimize koydular. Artık tertemiz olmuş, ambardaki yerimizi almıştık.

Aradan uzunca bir zaman geçmişti. Yağmurlar yağmaya, havalar serinlemeye başlamıştı. Yağmurlu bir havada bizi aldılar, bu seferde değirmene götürdüler. Değirmenin gürültüsünden çok korkmuştuk. Çuvalların içinde olduğumuz için bir yere de kaçamıyorduk. Değirmenci amca çuvalları sıra ile alıyor, değirmen taşının üzerindeki büyükçe bir kutunun içine boşaltıyordu. Taş döndükçe bir düzenek bizi iki taşın arasına düşecek şekilde ha bire sallıyordu. Sallanınca biz de aşağıya doğru kayıyorduk ki bir de ne görelim iki taş arasında kalmadık mı? Dönen taş bizi bir güzel öğütüyor, dane olarak girdiğimiz yerden un olarak çıkmaya başlıyorduk. Taşın önündeki sandığa birikmeğe başladık.

O gece sabaha kadar hepimiz un olmuştuk. Değirmenci bizi çuvallara koydu. Daha sonra sahibimiz bizi alarak tekrar evine götürdü. Evin hanımı çuvaldan bir miktar un alarak bizden hamur yoğurdu. Bizi yoğururken içimize maya katmış olmalı ki bir iki saat sonra tekneye sığmaz olduk. Kabardık tekneden taşacaktık ki; evin hanımı bizi bu seferde küçük tepsilere koyarak evin önündeki yanan küçük fırına attı. Fırın o kadar çok sıcaktı ki orada çok terlemiştik. Bizi pişiren evin hanımı fırının kapağını açtı. ‘’Bunlar çok güzel pişmiş’’ dedi. Bizi fırından çıkardı. Fırından çıkınca ‘’Oh ateşten kurtulduk’’ diye sevinirken kendimizi yemek sofrasında bulduk.

İşte çocuklar bir buğday tanesi iken sofraya ekmek olarak gelinceye kadarki masalı size anlatmaya çalıştık. Umarım siz de artık buğdayın masalını başkalarına anlatırsınız…

 

  Salih KOÇ

 2 Şubat 2021 / Avcılar-İst.

kocsalih57@hotmail.com

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9716,77%-0,05
  • DOLAR

    32,47% -0,17
  • EURO

    34,91% 0,40
  • GRAM ALTIN

    2434,93% 0,50
  • Ç. ALTIN

    3991,84% -0,04