Orhan Veli’nin bakışıyla:
İNSANLAR
Ne kadar severim o insanları!
O insanlar ki, silik
Dünyasında çıkartmaların
Tavuklar, tavşanlar ve köpeklerle beraber
Yaşayan insanlara benzer.
AŞK
Ben ki her nisan bir yaş daha genç
Her bahar biraz daha âşığım.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Hep bir ağızdan şarkı söylemesini
Sevmez mi acaba gaz maskeleri
Ay ışığında?
Ve tüfeklerin merhameti yok mudur
Biz insanlar kadar olsun!
HARBE GİDEN
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
ÇOCUKLUK
Kuşçu amca!
Bizim kuşumuz da var,
Ağacımız da.
Sen bize bulut ver sade
Yüz paralık.
YAŞAMA SEVİNCİ
Deli eder insanı bu dünya
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.
HAYRANLIK- ŞAŞKINLIK
Gemliğe doğru
Denizi göreceksin
Sakın şaşırma!
ÖLÜM
Öteki dünyada akşam vakitleri
Fabrikamızın paydos saatinde
Bizi evlerimize götürecek olan yol
Böyle yokuş değilse eğer
Ölüm hiç de fena bir şey değil.
YALNIZLIK ŞİİRİ
Bilmezler yalnız yaşamayanlar
Nasıl korku verir yalnızlık insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle,
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
SOSYAL ELEŞTİRİ
Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!
ÖZGÜRLÜK
Heeeey! Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekleyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
Neden şiirlerin adlarını değiştirdim? Dikkatle okursak bunlar, O. Veli’nin şiirlerinde en çok işlediği temalardır. Temaları sıralamaktansa kendime böyle bir yol buldum, esprili olsun istedim.
Nurullah Ataç, Garipçiler için “Size bu gençlerin insana şiiri sevdirdiklerini dünyaya bir şair gözü ile bakmayı öğrettiklerini, çevremizde umulmadık güzellikler sezdirdiklerini söylemek istiyorum” der bir yazısında.
Şimdi geldik “şiirsiz şiir veya edebiyatsız edebiyat” yapan şairlerin, “Garip” şairlerinin şiirlerine…
Talat Sait Halman, Orhan Veli’nin ölümünün 25. yılında Milliyet Sanat Dergisindeki (14.11.1975) yazısında; Sabahattin Eyüboğlu'nun 1945’te “mektup” biçiminde yazdığı, Orhan Veli’ye seslenen bir yazısını yayımlar:
“… inanmayan sana sorsun rahat söylemenin güçlüğünü; neleri atıp şu sözlere vardığını:
‘İstanbul’da, Boğaziçi’nde/Bir fakir Orhan Veli’yim…’
‘Bir tren sesi duymaya göreyim/İki gözüm iki çeşme.’
‘Karnım tok, sırtım pek/Ver elini Edirne şehri.’
‘Çadırımın üstüne yağmur yağıyor/Saros körfezinden rüzgâr esiyordu’
Bu söyleyiş rahatlığına varmak için Türk şiirinin Tanzimat’tan beri çektiğini liselerde edebiyat öğretenlerle öğrenenlere sorsunlar.”
“Yer: Ankara’da Sabahattin Eyüboğlu’nun evi. Yıl 1946. Ev halkı ve misafirler salonda otururken küçük odada genç bir kız sedire uzanmış, isteksizce ders çalışıyor. Odanın öbür köşesinde, şair kağıda bir şeyler yazıyor. Sonra genç kıza uzatıyor kağıdı; ‘Bak, senin için bir şiir yazdım.’ Okuyor genç kız:
SERE SERPE
Uzanıp yatıvermiş sere serpe,
Entarisi sıyrılmış hafiften.
Kolunu kaldırmış koltuğu görünüyor,
Bir eliyle de göğsünü tutmuş,
İçinde kötülüğü yok biliyorum;
Yok, benim de yok ama,
Olmaz ki,
Böyle de yatılmaz ki!
Evet şairimiz Orhan Veli, genç kız da Bella. Gerçi iki üç yıl önce tanışmışlardır; ama samimiyetleri o kadar eski değildir. Bella, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde ingilizce dersi vermektedir; bir yandan da liseyi bitirmek için gayret göstermekte, bunun için de kalan birkaç derse çalışmaktadır.
Uzun yıllar boyunca Orhan Veli, Bella’ya kur yapacaktır. Bir de isim bulmuştur ona; Düşes. “Karşı” adlı kitabını 1949’da Bella’ya verirken ilk sayfasına, ‘Bu iş böyle yürümez, duchesse’ diye yazacaktır. Ancak neyin yürümediği tam olarak belli değildir. Büyük olasılıkla, Bella’nın, Orhan Veli’yi hep arkadaş olarak görmesi, platonik ilgisini dostluğa yorumlaması, artık şairin canını sıkmıştır. O yıllarda Orhan Veli’nin birkaç kadına daha kur yaptığını bildiğimiz için, Bella’nın pek de haksız olduğunu söyleyemeyiz.
Bella, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde işine son verilince İstanbul’a döner. Annesiyle birlikte oturdukları evin konukları arasında Orhan Veli de vardır. Gelip bir köşeye oturmakta, konuşulanları sessizce dinlemektedir.
Orhan Veli, öldüğü güne kadar sürdürecektir Bella’ya ziyaretlerini. Cenazesi kaldırılırken bir köşede ağlayan kadınların arasında Bella’nın da bulunması hiç de şaşırtıcı değildir…”[1]
İSTANBUL TÜRKÜSÜ
İstanbul’da, Boğaziçi’nde
Bir fakir Orhan Veli’yim,
Veli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde;
Urumeli Hisarı’na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:
“İstanbul’un mermer taşları,
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları.
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalım
Senin yüzünden bu hâlim.”
“İstanbul’un orta yeri sinama,
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
Sevdalım,
Boynuna vebalim.”
“İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim,
Bir fakir Orhan Veli,
Veli’nin oğlu,
Tarifsiz kederler içindeyim.” -ORHAN VELİ
Orhan Veli ile bir sohbetinde, ‘Sere Serpe’ ile ‘Cımbızlı Şiir’in kendisini sarmadığını söyleyen Sait Faik; ‘ne yapalım’ diyor, anlamıyoruz işte. Ama böylesini anlıyoruz. İçimize bir garipliktir çöküyor. Anadolu çocuğuyuz nidelim. Yapamıyoruz biz Breton, Tzara ve Michaux ile.’
Konuşmanın sonunda, o yazarı bilinmeyen türküden bir beşlik daha söyletiyor Orhan Veli’ye:
Hapishane içinde üç ağaç incir.
Kollarım kelepçe anam boynumda zincir,
Zincir sallandıkça her yanım sancır.
Düştüm bir ormana yol belli değil,
Yatarım yatarım gün belli değil.
Orhan Veli’nin, halk şiiri edasıyla yazdığı şiirlerin en başarılıları, hiç kuşkusuz, ‘İstanbul Türküsü’, ‘Destan Gibi’ bir de ‘Pireli Şiir’, filleri yutan pirelerin unutulmaz şiiri...
‘Pireli Şiir’in yalnızca söyleyiş edası değil, biçimi, görünüşü de halk şiirinden geliyor…
BOZUK DÜZEN: PİRELİ ŞİİR
Bu ne acaip bilmece! /Ne gündüz biter, ne gece.
Kime söyleriz derdimizi; /Ne hekim anlar, ne hoca
Kimi işinde gücünde,/ Kiminin donu yok kıçında.
Ağız var, burun var, kulak var;/ Ama hepsi başka biçimde.
Kimi peygambere inanır;/ Kimi saat köstek donanır;
Kimi kâtip olur, yazı yazar; /Kimi sokaklarda dilenir.
Kimi kılıç takar böğrüne;/ Kimi uyar dünya seyrine:
Karı hesabına geceleri, /Gündüzleri baba hayrına.
Bu düzen böyle mi gidecek?/ Pireler filleri yutacak;
Yedi nüfuslu haneye/ Üç buçuk tayın yetecek?
Karışık bir iş vesselâm./ Deli dolu yazar kalem.
Yazdığı da ne? Bir sürü/ İpe sapa gelmez kelâm.
“Halk ozanlarının kullandıkları sözcükler, deyimler, küf kokularından arınmış, acı bir Orhan Veli gülümsemesiyle su gibi akıyor baştan sona.
Eski bir geleneğe öykünülmüş, eski sözcükler, deyimler kullanılmış, ama sonuçta yeni bir şiir çıkarılmış ortaya…
Bu Orhan Veli’nin Orhan Veli’liği…
Toplumsal eleştirinin dozu da çok ilginç. Sesini yükseltmiyor. İşin yanlışlığı, bilge halk adamı ağzıyla bir soruya bağlanmış.”
BEN ORHAN VELİ
Ben Orhan Veli,
“Yazık oldu Süleyman Efendiye”
Mısra-ı meşhurunun mübdii…
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvelâ adamım, yani
Sirk hayvanı filan değilim
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Bir evde otururum,
Bir işte çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kıralı kadar
Mütevazıyım,
Ne Celâl Bayar’ın
Ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim.
Puf böreğine hele
Biterim.
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Oktay Rifat’la Melih Cevdet’tir
En yakın arkadaşlarım.
Bir de sevgilim vardır, pek muteber;
İsmini söylemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım.
Meşgul olmadığım “ehemmiyetsiz”
Sadece üdeba arasındadır.
Ne bileyim,
Belki daha binbir huyum vardır.
Ama ne lüzum var hepsini sıralamaya?
Onlar da bunlara benzer.
Orhan Veli kendini tanıttı, sıra geldi bize! Yani onun şiirlerini okuyup severek ufku açılanlara… Yok, bize sıra gelmedi daha. Kendinden sonra, en yakın arkadaşlarından biri de tanıtsın onu; Sait Faik…
“Üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şair vardır. İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, üçgen bir yüz, şişirilmiş bir göğüse benzeyen bir sırt,- denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz; İşte görünüşte Orhan Veli.”
Orhan Veli deyince önce şiirlerinden söz ediyoruz; oysa Orhan Veli iyi bir şair olduğu kadar iyi bir düz yazı yazarıydı. “Şairin İşi- Yazılar, Konuşmalar” onun iyi bir düz yazı yazarı olduğunu da gösteriyor. Orhan Veli’nin az bilinen yönlerini de tanıtmak istiyorum. Çok kültürlü, çok yönlü bir şairdi.
Orhan Veli, Divan şiirin de aruz veznini de iyi bilir. Orhan Veli’nin yaşarken kitaplarına almadığı bir şiiri, ölümünden sonra yayımlanan “Bütün Şiirleri” kitabında yer almıştır. Bu şiiri yazıyorum:
EFSANE
Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Gece sahilde sular fecre kadar çağlardı
O çağıltıyla beraber döğünürken def ü çenk
Bir güneş dalgalar üstünde doğar rengârenk
Mavi bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe
Rindler muğbeçeler mest bütün mecliste
Ve o hâletle bütün kahkahalar nağmeleşir
Dilde Yahya Kemal’in şarkısı Şehnâmeleşir
O gürültüyle sular çalkalanır çağlardı
Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Lâkin artık o hayal âlemi bir efsâne
Ses sedâ yok bu değil sanki o devlethâne.
Orhan Veli’ye Divan edebiyatı hakkında fikri sorulur bir söyleşide… “Ben Divan şiirini çok seviyorum.” der. 40’lı yıllarda aruzu doğru dürüst kullanabilen şair sayısı bir elin parmaklarını bile geçmezken, Orhan Veli, o yıllarda, içinden zor çıkılır rubai vezinleriyle Hayyam’ın rubailerini çevirmiştir. Eski şiiri incelediğini ve iyi bildiğini yazılarında görebiliriz. Bir yazısında -Şiir Mecliste- “İstanbul milletvekilliğini Yahya Kemal kazandı. Buna sevinmek mi lazım bilmiyorum. Çünkü Yahya Kemal şimdiye kadar bir çok büyük mevkilerde bulundu. Bu mevkilerin en büyüğü de Yahya Kemal’lik mevkii idi. Baki’nin ‘Derviş kendi başına sultan olup gezer’ mısraını ihtimal onun kadar hiç kimse duymamıştır. Ben Yahya Kemal namına değil milletvekilliği namına seviniyorum.” demiştir.
Orhan Veli’de Toplumcu Duyarlılıklar:
Bilindiği gibi II. Dünya Savaşı 1939’da Alman ordularının Polonya’yı işgaliyle başlar. 1945’e kadar sürecek olan bu savaş, Türkiye’yi de siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan etkiler. Orhan Veli, II. Dünya Savaşını işleyen, tepkisini ortaya koyan ilk örneklerin şairi olmuştur. Savaşın ilk ayında kaleme aldığı “Tereyağı” ve “Gangster” şiirleri ile Hitler Almanya’sının yayılmacı politikasına tepkisini göstermiştir; ‘Hitler’ ve ‘İkinci Dünya Savaşı’ temalı örneklerin hepsi ironik bir bakışın ürünü olarak ‘kara mizah’ tarzında yazılmıştır.”
Orhan Veli’siz Bir İstanbul Olabilir mi?
İSTANBUL'U DİNLİYORUM
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa,
Güvercin dolu avlular…
Çekiç sesleri geliyor doklardan.
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski âlemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.
14 Kasım 1950 tarihinde 36 yaşında aramızdan ayrılan Orhan Veli’nin bu kısacık yaşama sığdırdıklarının bir kısmını aktararak anmak istedim. Ruhu şad olsun.
HOŞÇA KALIN.