Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


ANADOLU AYDINLANMA HAREKETİ NEDEN YARIM KALDI?


Kuşkusuz, bu anlamda sorulacak sorunun da; verilebilecek yanıtın da çıkış noktası “Anadolu’da bir “ Aydınlanma Hareketi” nin yaşanmış oluşudur. Bu hareket “ Ulusal Kurtuluş Savaşı” sonunda “ Lozan Barışı” ile kimliğini belgeleyen Türkiye Cumhuriyeti’nin halkına sunduğu bakış açısıdır. O bakış ki pozitif bilimi, insan hak ve özgürlüklerini temel alan lâik demokratik yaşam ve yönetim anlayışıdır.

Her ne kadar devrimci hareket çağdaş bilgi, beceri ve heyecanlarla donanımlı, dinamik güçlerden oluşsa da; devrim karşıtı direncin de önemli dayanakları vardır. Bu direncin ana eksenini ekonomik ve dinsel kurumlar oluştururlar. Toplumu bu paralelde, çekip- çevirecek olanlarsa, gelenek- görenek ve alışkanlıklardır.

Bu kısa ve genellemeci saptamadan sonra, Cumhuriyetimizin doksan yedi yıllık serüvenine bir bakalım: Yani, bugün sahip kalmaya çalıştığımız toprakları; dünya sömürgecilerinin elinden, canımızı dişimize takarak kurtardığımız günlere dönelim:

Osmanlı cephelerinden kalan, bir avuç savaş artığı insanla başladık “ ya istiklâl, ya ölüm” demeye. Bu bir başkaldırıydı. Bu şahlanış “ her gün bir parça ölmek” yerine, gerekiyorsa “ bir kerede ölmek” diyebilen yürekliliğin atılımıydı.

Bilinir ki, devrimci atılımlar, temel ilkeler üzerinde yaşam bulurlar. Bunların başlıcalarını şöyle sıralamak olasıdır:

1- Amaçların ve programın açık olması

2- Bileşenler arasında güç birliğinin ve ortak paydasının net olması.

3- Liderdeki kararlılığın, yeteneğin ve güven vericiliğin tartışmasız olması.

Tarihin saptadığı bilgiler göz önüne alındığında; Ulusal Kurtuluş mücadelemizin, bu ilkelerle tıpatıp çakıştığı ve Mustafa Kemal’in, ufkun ötesini gören kararlılığı altında, yaşama geçtiği görülür. Diğer yandan, düşman sadece Düveli muazzama mıydı? Düşman, yalnızca dünyanın dört bucağından toplayıp getirilen; kiminle ve niçin savaştıklarını bilmeden ileri sürülen yığınlar mıydı? Ya, tahtını kurtarmak için, Sevr’e imza çakan padişah efendimiz? Ya, Anadolu’da isyan bayrağı açtı diyerek, Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında idam fermanı çıkaranlar? Ya, bu asilerin “ Katli vaciptir” diye fetva çıkaran Şeyhül İslam efendi? Sözde Halifelik makamını kurtarmak amacıyla “ Hilafet ordusu” kurup, Kuvayı milliyecilerin üstüne salanlar? Bu liste epeyce uzayıp, mandacılara kadar gidebilir. Daha, küçük çıkar ilişkileriyle, Osmanlı düzeninden mutlu olanların düşmanlıkları, geride duruyor.

İçten ve dıştan gelen bunca düşman güçler karşısındaki Anadolu halkı- kadınıyla, çocuğuyla, özürlüsüyle, yaşlısıyla- bugünkü İstanbul’un nüfusu kadar bile yoktu. Onun da bir kısmı düşman saflarında yer almıştır. Yani, ulusal kurtuluş mücadelesi verenler- sözün tam anlamıyla- bir avuçtular… Bu bir avuç insan, Mustafa Kemal’in yarattığı güven ve üstün yönetme- yönlendirme ışığında; öylesine önemli başarılar sağlandı ki, dünya halklarının ulusal kurtuluş atılımlarına örnek çığır açtı.

Düşmanlara göre; yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin fazla yaşayamayacağı sanılırken, 1929 dünya ekonomi krizinde bile, kimseye muhtaç olmamakla, 2. Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başardı. Çünkü Atatürk ilkeleri ışığında sosyal devrimler boy atıyordu. Sanatta, kültürde ve sosyal yaşamda, aydınlanmacı kurumlar bir bir doğuyordu. Köy Enstitüleri, Halkevleri, üniversite, konservatuar, opera, bale, tiyatrolar gibi.

Peki, kurtuluş mücadelesine karşı çıkan onca iç düşman ne oldu? Buhar olup, uçmadıkları kesin. Az da olsa, bazılarının yeni düzene uyum sağladıklarını söyleyebiliriz; kimi mandacılar gibi. Ya diğerleri? Onlar hiç fire vermediler, hatta sürekli çoğaldılar. Ama pusuya yatmayı çok iyi becerdiler. Hani, ağaç,” Baltadan daha çok, içimden türeyen kurttan korkarım” dermiş ya; ama biz, bu uyarıyı anlamakta geç kaldık. Daha doğrusu, “ Devrimin Demokrasisi”ni kavrayamadık. Nedir devrimin demokrasisi?

1- Hiçbir halk, kendi geleceğini karartma hakkına sahip değildir.

2- Hiçbir kimse, ben özgürlük istemiyorum diyemez.

3- Hiçbir kimse, yönetim ne yaparsa yapsın, ben razıyım deme lüksüne sahip olamaz.

4- Hiçbir kimse, yaşamıyla topluma borçlu olduğunu unutamaz.

Bu disiplini, olması gerektiği gibi, uyguladık mı sorusuna verdiğimiz yanıt, hiçbir zaman doyurucu olmamıştır. Çünkü devrimler, tabandan değil, üst kadrolar yoluyla getirilmiştir. Bu kadrolar arasında anlayış farklılıkları olduğu gibi; her uygulama alanına yetecek kadar öncü elaman da yoktur. Üstelik devrim disiplinini örgütsüz uygulamak olanaksızdır. O yüzdendir, Mustafa Kemal’in örgütsüz iş yapmayışı.

Öyleyse, Cumhuriyet devrimlerinin dayandığı bir siyasal örgüt gerekmekteydi. Bu örgüt Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur. Ancak, partinin üye anlayışı, Hz. Mevlana’nın söylediği gibi, “ kim olursan ol, gel” denmişçesinedir. Sanki gericilerin pusuya yattıkları en üst nokta gibi. Bu haliyle, devrimin örgütü olmakta, elbette yetersiz kalacaktır. Öyleyse, parti içinde bir temizlik yapılabilir miydi?

Oturup, düşünelim: 1930’lu yıllarda Atatürk, ortaçağ kültürünü öz alan bir parti kurulmasını teşvik ederken; acaba amacı, yalnızca çok partili demokrasi miydi? Böyle bir yapıdan aydınlanmacı siyaset çıkmayacağını bilmiyor muydu? Yoksa devrimin partisini, bu gerici potansiyelden kurtarmak mıydı amacı? Başka türlü nasıl temizlenebilirdi parti? Ne yazık ki, iki kez denenmesine karşın, başarılı olunamadı. Bu çabayı, Atatürk’ün başarısız kaldığı tek konu saymak, olasıdır.

Sonraki yıllarda, açıkça görüldü ki, tüm gerici örgütlenmelere önderlik edenler, bir zamanlar, Cumhuriyet Halk Partisinin önemli yerlerinde görev almış olanlardı. Bu süreç, Mustafa Kemal’i doğrulamaktadır.

Çünkü Mustafa Kemal biliyordu ki, Anadolu aydınlanmasının karşılaştığı direnç, ortaçağ din kültüründen gelen gericilikti. Pozitif bilimle, taban tabana, zıt olan bu anlayış; dinsel inancı hurafelere boğarak, çığırından çıkarmış; insan aklını yok sayan kaderciliği egemen kılmıştır. 600 yıldan fazla bir zamanda, bu kültürle yoğrulmuş olan Anadolu halkı; %7 oranında bile okur- yazar olmayan bir ümmet toplumuydu.

Ona karşın, Mustafa Kemal’e olan güveniyle, tüm kutsal değerlerini “ Vatan” kavramında buluşturabilen, aydınlanmaya açık bir halktı.

Neyleyim ki, kurtuluş savaşında ihanetlerin en büyüğünü yapmış olan o gericilik; yeni devletin keskin devrimsel atılımları karşısında sinmişken; devrim disiplininin gevşekliği yüzünden, devrimin siyasal örgütü içinde palazlanıp, ciddi bir güce ulaşabildi. Bu gelişmenin beslendiği kaynağı gözden kaçırmamak gerekirdi. Can alıcı nokta buradaydı.

İşte, Cümle gericiliği besleyen, palazlanmasını sağlayan; giderek de, örgütlenip, iktidar olma aşamasına zemin hazırlayan güç, feodalizmdi. Yani, toprak ağalığı ve onun yarattığı kültürel egemenlikti.

Elbette, gericilerin sultasından kurtulamamış olan Cumhuriyet Halk Partisi; ne ağalığın üstüne gidebildi; ne de toprak reformu yapabildi… Hatta zaman zaman, gericilerle yarışırcasına, imam- hatip okulları açmaya kalktı. Çaresizliğin çırpınışlarıydı bunlar.

Yani, demem o ki, toprak ağalığı gücüne dayanan feodalizm var olduğu sürece, ortaçağ kültürüyle özdeş şeriat, toplumu yönetme yetkisini tanrıdan aldığı savından, asla geri adım atmayacak; dolayısıyla, çağdaş kurum, kuruluş ve anlayışların altını oymaya; geçim derdine düşmüş halkın beynini yıkamaya ve kurtuluşun öteki dünyada olduğunu vurgulamaya devam edecektir... Sonrası ne mi olur?

 Aydınlanmacı devrim güçlerinin üstünden silindir geçerken; biricik çıkış yolu yeni bir devrimdir. Ancak devrimci güçler, pusuya yatmasını becerebilirlerse…

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51