"AYDINLIK BİR TÜRKİYE GELİR AKLIMA,/ KALKINMIŞ BİR TÜRKİYE GELİR,/ KÖY ENSTİTÜLERİ DENİNCE." -ÖZBEK İNCEBAYRAKTAR
ATATÜRK DEYİNCE
Atatürk deyince aklıma,
Çalışmak gelir.
Zorlu savaşlara, çetin işlere,
Alışmak gelir.
Kavgaların, öfkelerin üstünde,
Barışmak gelir.
İnsanca, uygarca yaşamak için,
Kendi kendimizle yarışmak gelir... -ÖZBEK İNCEBAYRAKTAR
Çoğunluk, bu şiirle ve size birkaç bölümünü sunacağım TÜRKİYE'M şiiriyle tanır Özbek İncebayraktar öğretmeni...
"Edirne’de bayrak bayrak çalkandım
Ardahan’da göğüslere kalkandım.
Erzurum’da yanardağdım volkandım.
Sevdan ile sarhoş oldum Türkiye’m.
Aklım aldın, bir hoş oldum Türkiye'm.
Yüzyıllardan sesleniyor bize bak,
Hançer, bar, çaydaçıra, madımak,
Türkü türkü bizim olmuş bu toprak
Sevdan ile sarhoş oldum Türkiye'm.
Aklım aldın, bir hoş oldum Türkiye'm.
Davulunan, zurnayınan, sazınan,
Halay çektim Erzurum’da nazınan,
Horon teptim bir sürmeli kızınan,
Sevdan ile sarhoş oldum Türkiye’m.
Aklım aldın bir hoş oldum Türkiye’m." -ÖZBEK İNCEBAYRAKTAR
15 Nisan 1933, Silifke/Mersin doğumludur. Sivas Öğretmen Okulu'nu (1954), Gazi Eğitim Enstitüsü'nü (1957) bitirmiştir. Öğretmen ve şairdir. Onu size bugünkü yazımla ilgili bir şiiriyle de tanıtmak istiyorum. Şiirinin bir bölümünü sunuyorum size :
"Onlar,
Köy çocuklarıydı.
Kurumuş çalılar gibiydiler bozkırda.
Kavrulmuş ekinler gibiydiler.
Geldiler,
Yalın ayakları
Ve
Yırtık mintanlarıyla geldiler,
Gönen’e, Aksu’ya, Kepirtepe’ye.
Ezilmiş, sömürülmüş, horlanmış
Ve
Unutulmuştular bin yıldır.
Ferhat oldular,
Yardılar İdris Dağını.
Gürül gürül akıttılar suyunu,
Hasanoğlan’a.
Köroğlu oldular,
Kafa tuttular Bolu Beylerine.
Yıktılar saltanatını ağaların.
Tolstoy’u Balzac’ı okudular koyun güderken.
Mozart’ı, Bethoven’i çaldılar dağ başlarında.
Moliere’i, Sophokles’i oynadılar.
Horon teptiler Beşikdüzü’nde kol kola.
Halay çektiler Yıldızeli’nde türkülerle.
Diz vurdular Ortaklar’da efece...
Siz,
Her gece,
Mehtaba çıkarken Heybeli’de,
Onlar,
Duvar ördüler,
Çatı çattılar." -ÖZBEK İNCEBAYRAKTAR
KÖY ENSTİTÜLERİ konusunda, çok değerli yazarlarımızın, o ölçüde değerli yazıları yayımlandı gazetemizde...
Prof. Dr.AHMET Y. AKTAŞ ve değerli ağabeyim, aynı okulda okumaktan gurur ve kıvanç duyduğum, sevgili Prof. Dr. SÜLEYMAN BOZDEMİR gibi usta yazarlarımızın yazıları...
Ben de size "İNADINA ŞİİR" köşeme uygun bir yazımla seslenmek istedim; şiirlerle bezeli...
SABAHATTİN EYÜBOĞLU, deneme ve eleştiri yazarı, sanat tarihçisi, çevirmendir. Trabzon Lisesi'nin son sınıfındayken, üniversiteye öğretim üyesi yetiştirmek için açılan sınavı kazanarak Fransa'ya gönderilmiş,(1928) iki yıl Dijon, bir yıl Lyon Üniversitesi'ne devam ettikten sonra bir yıl Paris'te kalıp Sorbonne'da dersleri izlemiştir. (1931) Ertesi yıl, İngiltere'de İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine incelemeler yapar. 1933'te Türkiye'ye dönünce, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde doçent olur.
1938'e değin Milli Eğitim Bakanlığı müfettişliği, Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, Tercüme Bürosu Başkan Yardımcılığı gibi görevlerde bulunur. 1939-1947 yılları arasında Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde ders verir. Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Mualla Eyüboğlu kardeşleridir.
1942 yılında, ailece Köy Enstitüleri aydınlanmasına destek verirler. Sabahattin Eyüboğlu Yeni açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde Metinlerle Batı Edebiyatı öğretmeni olarak ders verirken; diğer kardeşi Yüksek Mimar Mualla, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Yapı Kolu öğretmenliğine başlar.
Mualla Eyüboğlu, Köy Enstitülerinde göreve başlama öyküsünü şöyle dile getirir:
“Akademi’den yüksek mimar olarak yeni mezun olmuşum. Annemden izin alıp bir haftalığına Sabahattin ağabeyimi ziyarete Ankara’ya gidiyorum. Hiç unutmam bir cumartesi günüydü. Ağabeyim daha Ankara’ya varır varmaz, o gün İsmail Hakkı Tonguç’la tanıştırıyor beni. O da, o an tayinimi yapıyor Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne. Yapı Kolu Başkanı olarak. Ailem şaşırdı bu duruma, böyle apar topar. Ama izin verdiler işte. Sonradan çok tenkit edilmişler akrabalar tarafından, ‘Nasıl yollarsınız bu gencecik kızı oralara!’ falan diye. Babam çok memnundu, köylerde çalışacağım, memlekete hizmet edeceğim diye. Eh annem de her zaman ‘Aman uşaklarım elinizden geldiği kadar köylücükleri okutun!’ diyerek büyütmüş bizleri. Eh, Sabahattin Ağabeyim de Ankara’da bu projeye gönül vermişlerin başlarında geliyor. Babam da peki deyiveriyor işte.”
Mualla Eyüboğlu, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nde eğitmenlik görevi de yapar. Mimarlık Bilgisi, Zirai Yapıcılık, Teknik Resim, İç Süslemeciliği, Sanat ve Uygarlık Tarihi, İşlik ve Seminer Çalışmaları derslerini verir. Bu derslerin bir kısmı teorik iken bir kısmı uygulamalı olarak gerçekleştirilir. Öğrencilerin burada öğrendikleri bilgileri köylerine döndüklerinde uygulayabilmeleri hedeflenmektedir.
Köy Enstitüleri kapatıldığında ise duygularını şu şekilde anlatır Mualla Eyüboğlu:
“50.000 köye ilkokul yapıldı 10 sene içinde. Hakiki bir eğitim seferberliği yaşadı Türkiye. Devlete hiç yük olmadan. Eşraf malzeme verdi, öğrenci ve öğretmen emeğini koydu. Çok yazık oldu. Çok kötülükler yaptılar bu memlekete. İnsan hakikatleri bilince kırılıyor ister istemez.”
SAKAL MAKAL – YAHUT- AFERİN OĞLUM
AHMET BU YOLDA DEVAM ET
Herifçioğlu Sen Mişel’de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal’ı
Esmeri, sarışını, kumralı, kuzguni karası
Cebinde dört dilberin telefon numarası
Bir elinde telefon, bir elinde kesesi
Uyyy!.. yesun onu nenesi
Yesun onu nenesi. -BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
“Fransaya yeni gitmiş olan Bedri Rahmi bir grup Türk aydınıyla buluşur. Kendisine Türk edebiyatındaki gelişmelerin sorulması üzerine, o sıralar “Bizim Köy” romanıyla büyük sükse yapmış olan Mahmut Makal’dan bahseder ve bir bakanın “ben, köyü Mahmut Makal’dan öğrendim” sözlerini alıntılar. O sıralar Avrupa’daki Türk aydınları arasında âdet olduğu üzere sakal bırakmış olan biri, Bedri Rahmi’nin bu coşkulu yaklaşımını eleştirir ve kalkar gider, cafenin köşesindeki telefonla konuşmaya başlar. Şiir bu olay üzerine yazılmıştır. Söz konusu herifçioğlu ise Kıbrıs harekâtı sırasında Dışişleri Bakanı olan Turan Güneş’ten başkası değildir.”
Mahmut Makal “Bizim Köy”de, düşsel köylerden değil Anadolu köylerinin gerçek sorunlarından söz eder.
Sen ne güzel bulursun
Gezsen Anadolu’yu.
Dertlerden kurtulursun
Gezsen Anadolu’yu.
Billur ırmakları var,
Buzdan kaynakları var,
Ne hoş toprakları var,
Gezsen Anadolu’yu.
Orda bahar başkadır,
Yazlar kışlar başkadır,
Ah!.. Bu diyar başkadır,
Gezsen Anadolu’yu.
Gerçek Anadolu, bu çocukluğumuzda söylediğimiz okul şarkısında anlatılan Anadolu’dan çok farklıdır. Yoksuldur, tezekle ısınmaktadır, çoğu köyde tuvalet yoktur, bit yaygındır, köylülerin ve çocukların giyecekleri sınırlıdır, yetersiz ve kötü beslenmektedirler.
Anadolu “yok”lar diyarıdır. Toprağı yok köylünün, toprak verimsiz. Sulama yok, elektrik yok, su yok. Köylünün yatacağı yer yok çoğu yerde, hayvanlarla iç içe. Bir göz odanın altında hayvanları, üstünde kendisi yatmakta. Banyosu yok, kadınların ayağında ayakkabı yok. Bilim yok...
Ya ne var! Batıl inançlar, hurafeler var...
Mahmut Makal, -köye gitmeden, Anadolu gerçeğini görmeden köyü anlatanlar için- bir şamar aşkeder gibi yazmıştır “Bizim Köy”ü… F. H. Dağlarca, C. Külebi, Y. K. Karaosmanoğlu gibi gerçekleri yazmıştır...
Anadolu’yu ihmal etmiştir aydınlar, İstanbul’da oturup kendi dünyalarında halktan kopuk yaşamışlar, folkloruyla uzaktan uzağa ilgilenmişler “Zeynebini söylemiş, zeybeğini oynamış, horonunu tepmiş, halayını çekmiş” ama, çilesini çekmeye yanaşmamışlar. Kendilerini hiç sorumlu hissetmemişler.
Anadolu’nun sorunlarını B.R.Eyüboğlu, “okul, yol, tezek ve kağnı” sözcükleriyle özetler. Aydınımızı da şu cümlelerle göreve çağırır: “Eğer bizim nesil kağnıyı müzede görmeden göçüp giderse,en kabadayımızı kağnı sırtında taşısınlar; cümle çilekeş öküzlerin tırnakları yakamızda, en yakın kağnı gıcırtıları kulağımızda olsun. Amin!" diyerek...
HOŞÇA KALIN.