SAKLI SU
- Fatma Dikmen’e saygıyla -
Bütün uzaklara gittim
Hepsinin de dönüşü vardı.
Toprakla güneş arasında kısılmış bir çocuk
Yakamı hiç bırakmadı.
Gitmesem ölürdüm
Kocaman bir yalnızlıktı dönüp geldiğim
Gözyaşına batmış bir kadın
Hâlâ emzirir ezikliğimi.
Yaşlandıkça keşfettiğim tek gerçek
İçimdeki çocuk ölümden çok korkuyor.
Bir susma ustasıydı babam
Ölümünden on yıl sonra acıyla sevdim.
Deniz Gezmiş için çırpınan kız
Bilmek istiyorum şimdi nasıl yaşıyorsun.
Elif elif ağlardı Zeki Müren dinlerken
Neden bir kar yağışıdır anneannem aklımda.
Bir mitingte gözlerimin dolması
Ben sosyalizmi hep sevdim.
Onurudur ömrümün Amsterdam’da gördüm
Acının nasıl iyiliğe döndüğünü.
Sebebini sen söyle ey doyumsuz ilkgençlik
Hangi kadını sevdiysem mutsuzluk verdim.
Bir tek gitmek yatıştırdı, o da bir süre
Ölüm gerçekten “asude bahar ülkesi” mi?.. -ŞÜKRÜ ERBAŞ
Bugünkü yazımda Şükrü Erbaş'ın şiir, deneme ve düzyazılarından seçtiğim bölük pörçük parçalar var. Asıl amacım da SAKLI SU şiirinin çağrıştırdıklarını yazmak.
Şükrü Erbaş da öğretmen; ama, öğretmenlik yapmamış, yaşamını memur ve yönetici olarak sürdürmüş Toprak Mahsulleri Ofisinde...İlk şiiri, 1978 yılında Varlık Dergisi'nde çıkan Erbaş, birçok ödülün de sahibidir.
7 Eylül 1953 tarihinde Yozgat'ta doğan Erbaş, 1980 kuşağının toplumcu şairlerindendir. Ataol Behramoğlu, onun şiir anlayışını "Yer yer anlatı özellikleri taşıyan, lirik, aydınlık şiiri, lirizmin yoğunlaştığı kısa örneklerde daha başarılı görünüyordu. Son dönemlerdeki ürünleriyle, ironiden de yoksun olmayan toplumcu bir bakışın başarılı özgün örneklerini veriyor." diyerek değelendirir.
"SAKLI SU" şiirin adından başlamak istiyorum. Öncelikle, bu ad, bana yakın zamanda yitirdiğimiz Doğan Cüceloğlu'nun "İÇİMİZDEKİ ÇOCUK" kitabını çağrıştırdı. Kitabın alt başlığı "Yaşamımıza Yön Veren Güçlü Varlık"...
Bu şiir, hepimizin, duyguları, sevgileri, sevinçleri, hüzünleri, ezikliği, korkularıyla bir çocuk yanımızın olduğunu duyumsatıyor.
Doğan Cüceloğlu, kitabının bir yerinde, "Çocukluk, etkileşimler, okul, sizden beklenen şeyler, sizin kendinizden bekledikleriniz vb. gİbi iç kaynaklarınızı bir gözden geçirin." diyordu. Varsayalım ki gözden geçirdik; ne bulacağız?
Çoğumuzun yüreğini burkan, yaşanmamış milyonlarca çocukluktan bir tane... İçimizdeki ana-babanın, iç çocuğu ezdiği, utandırdığı, yargıladığı, sürekli denetlediği bir çocuk- ebeveyn ilişkisi...
Şükrü Erbaş'tan başlıyorum örneklemeye:
BENİM MUTSUZ ÇOCUKLUĞUM
Benim mutsuz çocukluğum, bulanık
Bir asık yüz gölgesinde titreyerek
Baba korkusuyla geçti.
Sevinç bile sert eserdi odalarda
Susmak saygı, gülmek ayıp, izinsiz
Konuşmak en büyük suçtu.
İlkyazımda filizimde dalımda
Çocuk kusurlarımda, çocuk suçlarımda
O rüzgâr yıllarca, yıllarca esti.
Sanki üzerimden yeryüzü geçti
Gövermedi gövermiyor bir türlü
Yüreğimde ezilen yaşama tutkusu. -ŞÜKRÜ ERBAŞ
“Çok erken yaşlarda işe koşturdu babam. Köylünün hiç bitmeyen bağ, bahçe, tarla, toprak işleri. Sert mi sert bir adam. Yaşadığı sürece tek bir sevgi sözü duymadım. El iyisi denilen bir kişilik. Annem koşardı yardımıma. Beraber dayak yerdik. Ağlardık. Kardeşlerim henüz küçüktü. Ezilirdim. Küçücük kalbiniz teslim olmamayı da bu şiddetten, zor koşullardan öğreniyor. Öğreniyor ama insanın canına çok erken yapışan bu ürkeklik bir ömür sürüyor.” (Şükrü Erbaş)
“Walter Benjamin der ki 'Hayatta telafi edemeyeceğimiz şeyler vardır; on beş yaşında evden kaçmamış olmak gibi.' Şefkatin ve güven duygusunun üstünü örtmediği bir çocukluk, o çocukluktaki sevginin boşluğu, ilk gençliğin çocukluktan büyük yalnızlığı… Bunların da daha sonra telafisi olmuyor. Geçmişte boşluklar bırakarak büyüyen insan, çok ileri yıllarda dönüp o boşluklara düşüyor. Aşk da trajediye dönüşüyor, baba acısı da, anne sevgisi de… Kurduğunuz her ilişkide, girdiğiniz her işte, bu açık yara sizden payına düşeni istiyor.” (Şükrü Erbaş)
"Bir susma ustasıydı babam
Ölümünden on yıl sonra acıyla sevdim." diyor Erbaş.
Anne... " Gözyaşına batmış bir kadın/ Hâlâ emzirir ezikliğimi" Anne, çocukların sığındığı ve karşılıksız seven kadın... Kişi, trajikleşen yaşam karşısında da hep anneye sığınır Turgut Uyar gibi...
BİTEN BİR YAZA
"benim kararlılığım bir sonuca idi
sular içirdim olmadı ben anamı isterim
herkes bir kıyısından tuttu çekti büyüttü kenti
köprülerden geçirdim olmadı ben anamı isterim
bir karışçık sularda büyüttüm her şeyi
uğrulardan kaçırdım olmadı ben anamı isterim
kimseler tutmadı elimden koskoca bir yaz bitti
yaylalara göçürdüm olmadı ben anamı isterim
kalbim koskoca bir yaz bitti kalbim
aklımdan neler geçirdim olmadı ben anamı isterim." -TURGUT UYAR
Bir iç muhasebesi yapıyor şair. Yaşam öyle-böyle, güçlüklerle, acılarla, tek düze geçip giderken kimi zaman kaçma, kurtulma isteği yaratıyor insanda. Bu istek gerçekleştirilse bile kişi, yine kendisiyle, yalnızlığıyla baş başa...
"Gitmesem ölürdüm
Kocaman bir yalnızlıktı dönüp geldiğim." diyor Şükrü Erbaş
KOŞARADIM
"Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak.
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı rüzgârı denizi göğü.
O her zaman bir insanla anlamlı
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör kuyularına
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz." -ŞÜKRÜ ERBAŞ
Turgut Uyar, daha umutlu...
"Ben üç yer tasarlamıştım üçü de sana bana uygun
Biri günebakanlarda biri otuz yaşta birini sorma
Birini sorma gün gelir ben söylerim
Daha usta olurum daha yiğit o zaman söylerim
Bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin
Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen
Baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşırılarına
sevmelere
Gidip dönelim
Belki bir yerde bir tohumda bir durumda belki
Belki o ses o yudum o yumuşak döşekler yeşil yeşiller
Ben taş çekerim yılmam çamur kararım yol döşerim
Bakarsın göneniriz gidip dönelim
Ben yılmam taş çekerim çamur kararım ben
Senin de gürül gürül saçların var nasıl olsa". -TURGUT UYAR
"Yaşlandıkça keşfettiğim tek gerçek
İçimdeki çocuk ölümden çok korkuyor." diyor Erbaş
"Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım?" -ŞÜKRÜ ERBAŞ
AĞARAN BİR SUYUM
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar gittikçe daha güzel
Güneş daha hızlı adımlıyor gökyüzünü
Sular daha soğuk rüzgâr daha serin.
Eskiden her konuda konuşurdum istekle
Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi.
Büyük yapılar ışıklı çarşılar bitti
Ara sokaklara salaş kahvelere gidiyorum
Kurtulmak için çırpındığım çocukluğu
Yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak.
Bütün sesler çın çın bir yalnızlık oluyor
İçimden geçenleri söyledim sanıyorum
Birisi bir şarkı söylemesin kederle
Tenimde bir titreme kirpiklerimde buğu
Kısa söz basit eşya kedi sevgisi
Aktıkça ağaran bir suyum zamanın ırmağında
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar daha güzel kadınlar daha uzak... -ŞÜKRÜ ERBAŞ
Yaşlanmaya başladığını duyumsadığı sırada, yaşadıklarının, sevdiklerinin ve ölümün de değerlendirmesine yöneliyor Erbaş...
CAHİT KÜLEBİ de:
"Sevda mı, umut mu, arkadaş mı
Anılar mı? Nerde...
Ölüm mü? Doğduğun günden beri
Ardından gezer caddelerde." diyor, Kış Yorumu şiirinde.
AKŞAMIN GELİŞİ
"İçimin yaprakları
Örtüyor güneşi
Akşam geldi gibi." diyor LÜSAN BIÇAKÇI.
RİNDLERİN ÖLÜMÜ
Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz'ı hayâl ettiren ahengiyle.
Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar;her gece bir bülbül öter. -YAHYA KEMAL BEYATLI
Şükrü Erbaş, Yahya Kemal'in dizesinde belirttiği düşünceyi sorguluyor:
"Bir tek gitmek yatıştırdı, o da bir süre
Ölüm gerçekten "asude bahar ülkesi mi?.." diyerek...
"Ölümün asude bahar ülkesi" olduğunu düşünmenin insanı ancak bir süre yatıştırabileceğini söyleyerek ölüm korkusunu da dile getiriyor.
"Onurudur ömrümün Amsterdam'da gördüm
Acının nasıl iyiliğe döndüğünü." dizeleri bize Nazi işgali sırasında yaşanan Anne Frank'ı çağrıştırmaktadır.
Annelies Marie "Anne" Frank, Yahudi kökenli Alman-Hollandalı günlük yazarıdır. II. Dünya Savaşı sırasında 1942'den 1944'e kadar işgal altında olan Hollanda'daki yaşamını yazdığı günlüğü daha sonra Anne Frank'in Hatıra Defteri adıyla basılmıştır.
İçimizdeki çocuğun hep mutlu olması, sevda sözleri söylemesi dileğiyle...
HOŞÇA KALIN.