Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


KUŞATILMAYA ÇALIŞILAN ÜLKE TÜRKİYE (I)


Hedefleri bölgeselden küresele ulaşmak olan ve Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını sahiplenme, etkin kullanma maksatlı başlatıldığı düşünülen ABD kurgulu, BOP olarak anılıp gelişen jeopolitik senaryolarda oluşan konjonktür, beyinlerdeki puslu görüntüleri aralayarak, daha geniş bir perspektifte görüş imkânı sunmaya başladı.

Ağırlıklı olarak Napolyon’un Mısır seferinden (1798-1801) itibaren şekillenmeye başlayan, Ortadoğu ve Uzak Asya’ya uzanan ticaret yollarının hükümranlığı hedefli emperyalist planların düşünce yapısı, teknolojik gelişimin ve etkin savunma planlarının güç dengelerinde oluşturduğu dalgalanmalarla oluşturulan stratejilerin, giderek ilgi ve etki alanının genişletilmesi ve sertliğe yöneltilmesiyle değişim gösteriyor. Günümüz mücadelelerinin kapsamı, yeni hedeflerin gerekliliğinde, enerji kaynaklarının kontrolü maksadını çoktan aştı. Önümüzde bir küresel ısınma sorunu var ve küresel ısınmanın getirisiyle, yeniden şekillenmesi beklenen iklim değişiminin etkisini mümkün olduğunca az zayiatla atlatabilmek için, her dönemin ve geleceğin vazgeçilmezi olan su kaynaklarını ele geçirme veya kontrol altında tutma maksatlı, kontrollü kaoslarla oluşturulmaya, geliştirilmeye çalışılan yeni bir kurgunun oluşturulduğu açıkça görülüyor. Ayrıca, başka bir kurgu da Birleşik Krallık ve AB topraklarından Uzak Asya’ya ulaşan ve oluşturulan yeni ittifaklarla her geçen gün geliştirilen, ticaret yollarının kontrol altına alınması doğrultusunda belirlenen farlı bir hedefle yürütülmeye başlandı.

Bu arada, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren ve güç odaklarınca belirlenmiş en önemli hedefin, küresel dengeleri büyük ölçüde etkileyerek değişime zorlayan ve bölgesel dengelerde kendine kesinlikle yer bulan; yeniden kutuplaşmaya yönlenmiş küresel dengelerde,  halen içinde bulunduğu yapılardansa, çoklu ittifak yapılanmasını ve karşıt kutuplarda dengesel politikaları tercih ederek, tamamen bağımsızlığı hedeflemiş; ülkesel çıkarları doğrultusunda davranış sergilemekten çekinmeyen görünümdeki Türkiye’yi, mümkün olduğunca kendi istemleri doğrultusuna yönlendirebilmek için, gerektiğinde güç kullanabilmek amacıyla, olabildiğince uygun stratejik konumlanmayla, bir kuşatmayı sağlayabilmek olduğunu değerlendirmek gerekiyor.      

İkinci Büyük Savaş sonrası ideolojilerinin acımasızca muhteşemleşen rekabetiyle, ortaya, küresel çaplı ve iki bloklu bir güç dengesi çıktı. Üstelik bu dengede öylesine büyük krizler yaşandı ki Dünya, zaman zaman nükleer boyutta savaşların eğişinden döndü. Nükleer tehdidin baskın etkisiyle, sorunların mümkün olduğunca diplomasiyle çözümlenmesine çalışılırken, küresel güç odakları, bir nevi Çin Daması oynarcasına köşe kaparak kazanım doğrultusunda, birbirlerinin hareketlerini kısıtlayabilecek, kontrol altına alabilecek, hedeflerinin önünü kapatabilecek veya en azından yapabileceği hamlelerde ön alabilecek stratejik önemdeki konumları tutmak doğrultusunda adımlar attı. İnsanlık, tam da bu maksatla Kore ve Vietnam Savaşlarını, U-2 ve Küba Füze Krizlerini yaşadı. Üstelik Türkiye, bu önemli krizlerin üçünde, yani Kore Savaşında doğrudan, U-2 ve Küba Füze Krizlerinde, kendine, dolaylı gibi görülen ama başrol konumunda bir yer bulurken, tüm gelişmeler bilgisi ve kontrolü dışında oldu. İşin garip yanı, Türkiye kamuoyu, U-2 ve Küba Krizlerinde, kendini korkunç bir sona götürebilecek, çok önemli bir tehdit altında kaldığının farkına varmazken, Kore Savaşının en kanlı mücadelelerinde rol almak zorunda kaldı. Kore Savaşının getirisi, NATO’ya girişle, halen çok tartışılan, NATO önemli bir kazanımla savunma maksatlı önemli bir stratejik gereklilik mi, yoksa güç odaklarının etkin kontrolüne giriş için bir tuzak mıydı tartışmaları olsa da görüldü ki NATO, Türkiye’ye özellikle teknolojik açıdan oldukça önemli kazanımlar sağlarken, veto hakkının etkin kullanımıyla, bir nevi kontrol etkinliği de sağlamış oldu. Ancak NATO sürecinde, Türkiye yönetimlerinin uygulamalarındaki hatalarla, NATO, Türkiye’yi kimi alanlarda kısıtlamaya, zorlamaya, sıkıştırmaya, yönlendirmeye başladı. Bu hatalardan belki en önemlisi, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına tekrar dönüşü için talebinde, veto hakkının kullanılmaması oldu. Ancak Türkiye, değişerek gelişen ve küreseli etkileyen bölgesel politikalarında, NATO üyesi olmasıyla, kimi zaman oldukça sert tartışılsa da esasen önemli bir savunma kalkanı sağladı. Özellikle Rusya ile ilişkilerinde ve bir dönem konjonktüründe ardı ardına gelişen krizlerde, bu kalkanın korumasının faydaları net olarak görüldü. Mesela, uçak düşürme ve Büyükelçi suikastı vakaları ardından, her ne kadar bu vakaların FETÖ tarafından kurgulanarak eylemselleştirildiği anlaşılmış olsa da kuvvetle muhtemel Rusya, vakaları fırsat bilerek, çok daha büyük boyutta tepkisellikle, Türkiye’yi çok önemli, büyük ve geniş kapsamlı etkisel sorunların içine sokacaktı.

Türkiye’nin, değişerek olumlu yönde geliştiği gözlenen küresel etkili bölgesel politikalarının, güç dengelerinin yeniden şekillenmesine etkisi artmaya başlayınca, bir zamanların iki bloklu küresel yapısının her iki tartışılmaz gücü de kendi hedefleri doğrultusunda, Türkiye üzerinde etkin kontrol ve yönlendirme maksatlı stratejik politikalar geliştirmeye başladı. Güç odaklarınca geliştirilen stratejik hamleler karşısında, oldukça etkin karşı ve geliştirerek kararlı duruşla uyguladığı yeni hamleleriyle Türkiye, Irak, Suriye, Kafkaslar, Doğu Akdeniz, Doğu Afrika, Libya, Ege, Karadeniz ve Uzak Asya uzanımı politikalarıyla, değişim yolunda ilerleyen güç dengelerinde giderek etkinleşirken, önemli bir tehdit olarak algılanır konuma geldi.

Böylesine gelişme gösteren ve kararlı hamleleriyle potansiyel dinamiklerini giderek güçlendirip, aktif hale getiren, güç odaklarının alışkanlıklarına göre, kontrolsüz kaldığı değerlendirilen Türkiye’ye karşı yeni, etkin hamleler üretme gerekliliği duyan ABD, oyunlarını, NATO bağlıları ve AB üzerinden kurgularken, İkinci Büyük Savaş sonrası, esasen yeniden büyük bir savaşı önleme ve ticareti geliştirme maksatlı olarak 1951’de kurulan, Avrupa Kömür Çelik Topluluğundan Avrupa Birliğine uzanan süreçte, Almanya ile Fransa arasında devam eden liderlik odaklı gerilimden de faydalanarak, AB üzerinden de etkinlikle yeni oyunlar kurguladı. Bu oyunların farkındalığında bağımsız politikalar üretmeye çalışan ve Ortadoğu’nun Suriye ayağında kontrolü yitirmiş olsa da Doğu Akdeniz ile Mağrip hattında tutunmaya çalışan Fransa, Türkiye üzerinden hamlelerle güç kazanımına yönlendi. Kuzey Batı Afrika ve Doğu Akdeniz’i kontrol odaklı kurgulanan oyunlarda, Almanya da kendince hamlelerle etkinlik ararken, ortaya gemi baskını krizi çıktı. Bu gelişmede dikkat çekici konu, devrede, komuta kontrolde bir Yunanistan Amiralinin olmasıydı. Türkiye’nin kontrol altına alınabilmesinin veya mümkün olduğunca dikkatini ve ilgisini başka yöne çevirmesinin sağlanması için gereken aktör, kolaylıkla bulunmuştu. Bu aktör, kuruluşu dahil, kuruluşundan bu yana, hiç silahlı mücadele yapmaksızın Türk topraklarından kazanım elde etmeyi başaran ve klasikleşmiş sorunlarıyla, her devrin şımarık çocuğu rolünü üstlenen Yunanistan oldu. Yunanistan, güç odaklarınca kendine verilen güvenceler doğrultusunda, ütopik olarak geliştirerek ülküsü haline getirmeyi ve halkına benimsetmeyi başardığı megali ideası kapsamında, klasikleşen, Türkiye’ye yönelik tahrik edici davranışlarını yoğunlaştırdı.

(Devam edecek)

YAZARLAR

  • Perşembe 31.6 ° / 17.1 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • BIST 100

    9629,68%0,85
  • DOLAR

    32,53% 0,26
  • EURO

    34,66% 0,36
  • GRAM ALTIN

    2499,23% 0,53
  • Ç. ALTIN

    4196,44% 1,04