Yılmaz AYDOĞAN / BÖYLE GİTMEZ!


MİLLİ DEVLETTEN RANTİYE DEVLETE (4)

MENDERES DÖNEMİ: KÜÇÜK AMERİKA OLACAĞIZ


MENDERES DÖNEMİ: KÜÇÜK AMERİKA OLACAĞIZ

7 Ocak 1946 tarihinde CHP’li 4 milletvekilinin partilerinden ayrılarak Demokrat Parti adında yeni bir siyasi parti kurmalarıyla Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün sağlığında denemelerini yaptığı ama başaramadığı çok partili demokrasiye, O’nun ölümünden 12 yıl sonra geçmiş oldu.

Çok partili sisteme geçiş sonrası, çeyrek asırdır Devleti yönetmekte olan Cumhuriyet Halk Partisi, olağanüstü kurultayında tüzüğünü değiştirerek “milli şef ve değişmez genel başkan” hükmünü kaldırdı.

7 Ocak 1947 tarihli Demokrat Parti’nin 4 gün süren ilk büyük kongresinde alınan demokrasinin iyileştirilmesine yönelik kararlar paralelinde, 17 Kasım 1947 tarihinde başlayan ve 19 gün süren CHP büyük kurultayında partinin radikal kanadı tasfiye edildi. “Laiklik ve eğitim uygulamalarında liberalleşme, devletçilik uygulamalarında yumuşama, taşra teşkilatlarında seçimle yönetim oluşturulması ve milletvekili adaylarının en az %70’inin seçimle belirlenmesi,” gibi değişiklik içeren siyasi kararlar alındı. Kurultay sonrasında hazırlanan parti programı ve tüzüğü içerik olarak DP’nin program ve tüzüğüne benzetildi. Bu durum bazı siyaset bilimciler tarafından “ikiz partiler demokrasisi” olarak adlandırılır. Türkiye’deki iktidar-muhalefet ilişkileri o gün bugün, aynı yapı içerisinde sürer gider.

Demokrat Parti, Atatürk’ün yapmayı hep hayal edip de bir türlü başaramadığı, CHP tarafından meclise getirilen Toprak Reformu ile ilgili kanun teklifi gerekçe gösterilerek CHP’den ayrılan toprak ağalarının önderlik ettiği bir partidir. Kuruluşu ardından, yeni yeni palazlanmakta olan sanayici sınıfı ile tüccarlar da kadroya dâhil oldular. “Dini söylem ve uygulamalarla Müslümanlık inancını kullanarak,” o tarihte nüfusun yaygın çoğunluğunu oluşturan köylü sınıfını istismar edip iktidara geldiler. 

Menderes dönemi Atatürk yolundan iyice uzaklaşılan dönemdir. Üstelik Atatürk yolundan geri dönen sadece Menderes de değildir. Celal Bayar’ın karşı çıkmasına rağmen, “ezanın yeniden Arapça okunması” ile ilgili oylamada DP’lilerle birlikte CHP milletvekilleri de olumlu oy kullanmışlardır.

Yönetim döneminde DP’nin, meclis çoğunluğuna dayalı bir sivil diktatörlük kurduğu söylenebilir. “Muhaliflerin radyo konuşmaları ile mitinglerinin yasaklanması, bazı muhalif partilerin kapatılması, CHP’nin mal varlığına el konulması, yargıya yapılan müdahaleler, gazetelerin kapatılması ve baskı altına alınması,” akla gelen uygulamalardır. 1955 yılından sonra parti büyük kongresi hiç toplanmamış ve parti içi demokrasi rafa kaldırılmıştır. Önceki dönemde ABD ile yapılan anlaşmalar, bu dönemde de, şartları aleyhimize geliştirilerek uygulanmaya devam edildi. TBMM kararı beklenmeksizin Kore’ye asker gönderdik.

DP döneminde ABD ile ilişkilerimizde dikkat çeken ve özellik arz eden en önemli konu ‘Tarım Anlaşmaları’dır. DP’nin ABD’yle imzaladığı tarım anlaşmaları, Osmanlı’nın 19.yüzyılda İngiltere, Fransa ve Almanya’yla imzaladığı bağımlı ticaret anlaşmalarını çağrıştırır. Bunlar ancak sömürge durumundaki ülkelerin imzalayabileceği sözleşmelerdir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında toplam nüfusun %80’i köylerde yaşamaktaydı. Ancak tarım gelirleri yeterli olmadığından ekmeklik un bile dışarıdan alınırdı. Doğuda aşiret düzeni vardı. Köylü hem ağanın, hem öşür ve hayvan vergilerinin hem de bu vergileri toplayan mültezimlerin baskısı altındaydı. Atatürk, “Üreten köylü milletin efendisidir!” ilkesiyle tarımda devrim yapmış; bin yıllık tarımsal üretim vergisi öşürü kaldırmış, köylüye uygun kredi uygulaması başlatmış, tarım araçları, tohum, fidan ve ilaç dağıtımını sağlamış; “Köylünün tarımsal üretimde kullandığı üretim araçları haczedilemez!” kuralını getirmiş; Tarım Kredi Kooperatifleri, Devlet Üretme Çiftlikleri, Toprak Mahsulleri Ofisi o dönemde kurulmuş; tarımda kendi kendine yetmekten, üretim fazlasını ihraç eder hale gelmiştik.

1955 yılından itibaren tarımsal üretimde bir daralma yaşanır. 12 Kasım 1956 tarihinde ABD ile ilk tarım anlaşması imzalanır. Bu anlaşma Türkiye’yi ABD’ye bağımlı hale getiren bir nitelikte olduğundan halkın gözünden de kaçırılır. ABD, ihtiyaç fazlası buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve sığır eti, don yağı ve soya yağı gibi ikinci sınıf ürünlerini, “Her türlü vergi ve harçtan muaf olarak” Türkiye’ye fahiş fiyatlarla satmıştır. Oysa bunları Türkiye’de üretebilirdik. Bunlar yetmezmiş gibi, anlaşma ile kendi tarım ürünlerimizin dış satımı konusunda ABD kontrolünü de kabul ettik(!)

ABD ile 20 Ocak 1958 tarihinde yeni bir anlaşma daha yapılır. Bu analaşmanın önemi sonuna eklenen iki maddelik NOTAM sebebiyle artmıştır. Buna göre: “a) Türkiye 1 Ağustos 1958 tarihine kadar herhangi bir yumuşak buğday dış satımından kaçınacaktır; b) Aynı tarihe kadar sert buğday dış satımını düşük seviyelerde tutmayı ve yapılacak sert buğday dış satımını kendi öz kaynaklarından karşılayacak şekilde ABD’den satın almayı kabul edecektir.”  

Bu şartlar Atatürk’ün belirlediği tam bağımsızlık ilkesinden fersah fersah uzaklaşıldığını gösterir. 1956 ve 1958 anlaşmalarıyla DP hükümeti ABD’nin elinde kalmış don yağını ve konserve etlerini satın alır. İçeride, “Müslümanlığı kurtarmış olmakla” övünen Menderes, ABD’den aldığı bu hayvansal ürünler içerisinde domuz eti ve yağı olup olmadığını sormaz bile. …

Sonuç olarak Adnan Menderes hep Amerikan etkisinde kalmış, Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapmak hayalleriyle yaşamıştır. Bu amaçla önce Türkiye Kore’ye asker göndermiş, sonra ABD güdümlü NATO’ya ardından da CENTO’ya üye edilmiştir. 1954’te ABD İncirlik üssünü kurmuş, 1959’da Türkiye’ye orta menzilli balistik füzeler yerleştirmiştir.

DP, 1951’de Yabancı Yatırım Kanunu’nu, 1954’te Yabancı Sermayeyi Teşvik ve Petrol kanunlarını çıkarır. Bu kanunlarla Türk ekonomisi, Lozan’dan 28-30 yıl sonra yeniden Batı kapitalizminin kontrolüne girer. DP, ABD’ye geniş ayrıcalıklar (yeni kapitülasyonlar) veren 55 ikili anlaşma imzalamıştır. 1959’da Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu’nun Amerikan Dışişleri Bakanı Dulles’le yaptığı anlaşma ile DP, “yıkıcı faaliyetler, dolaylı saldırı” gibi hallerde ABD’ye, Türkiye’ye müdahale yetkisi vermiştir. TBMM, bu anlaşmadan ancak 14 ay sonra tesadüfen haberdar olur.

Menderes dönemi ekonomisine bir karne vermek gerekse denilebilir ki: Menderes dönemi ekonomide liberalizme geçilmiş gibi gösterilse de gerçekte devletçiliğin “her şeye müdahalecilik” şeklinde devam ettirildiği dönemdir. Savaş şartlarında, “Ekmeğin karne ile dağıtılması pahasına,” yapılan tasarruflarla biriktirilen 127 ton altın ile 280 milyon $ döviz rezervi, iktidarın ilk üç yılında eritilmiş; 1954’ten itibaren gerek devlet bütçesi, gerekse dış ticaret dengesi büyük açıklar vermiştir. 

1950-1959 yılları arasındaki on yıllık dönemde yıllık bazda ortalama ekonomik büyüme %7 olarak gerçekleşmiş; milli gelir 31 milyar 30 milyon $ seviyesine ulaşmıştır. 2.80 ₺’den devralınan $ kuru 9.00 ₺ olarak devredilmiştir.

Menderes bazılarının dediği gibi bir “demokrasi kahramanı” değil, gerçekte “zorba bir toprak ağası” olup ne dindar, ne demokrat ne de milliyetçidir! 1960 askeri darbesi sonunda idam edilmesi, onun “demokratlığı ile milliyetçiliğinin sorgulanmasını” engellemiştir.

 

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05