ALİ TAŞ ADN.


“ESKİ  EVİN  KADINLARI”(*)


“Eski Evin Kadınları”; “Unutulmuş Denizinde Kaybolmaktan Korkan Kadınlar İçin…” yazmış Göksu kitabını… Kadın ezikliğinin, yazgısızlığın bir yaşam ağıtı özelliğinde. Kitabın da adından anlaşılacağı üzere eski yaşamın kadınlarına, dolayısıyla da ailelerine, daha çok bir ailenin Halep, Arabistan, Fırat, İskenderun ve Milli Mücadele yıllarında Niğde, savaş sonrası Amasya ve Adana’ya uzanan yaşam özeti monografik bir biçimde öyküleştirilmiş. Öykülerde, ya da bölümlerdeki bağa/sürekliliğe bakacak olduğumuzda, “Eski Evin Kadınları”nın bir öyküden daha çok romana yakın durduğu söylenebilir. Ya da yeniden gözden geçirilip, derinleştirildiğinde roman adayı bir öykü kitabı.

“Sabret Gönül”de terzi Mürvet, Huriye hanım, türkücü Nur-Peri gibi karakterler üzerinden kurulan sıcak yaşam; “Huriye Hanım”da terzi karakterinin çevresinde gelişen yaşam kavgası; “Seçim”de, bir seçim süreci; “Enginar”da pazar alışverişi; “I Will Always Love You” bir düğün ortamı; “İpler Ne Zaman Kalınlaştı” da, aldatılan Mesture’nin dramı;  “Yitik Zamanların Yitik İnsanı”nda ise Abduş,  Berduş Memet’li karakterler üzerinden  insanın zamanda yitişi öyküleştirilirken; “O Yaz”da “Süheyla”, “Haydar”, “Menekçe”, “Ahmet Ağabey”,”Şair”, “Seher”, “Erdem” ve “Gülşen” başlıklı irdelemelerle mensur şiir tarzında eğilim görülür. 

 Kitapta yer alan üç öykü ise 12 Eylül’ün izlerini taşır… “Hastahanede” Öğretmen çift olan Ayla ile Ahmet’in yaşamından söz edilirken; siyasi nedenlerle hapse düşen Ahmet’in sarsılan evliliği ve yaşamdan kopuşu; “Fırında”, Maraş katliamını protesto etmek için boykot yapması sonucunda işinden olan Cemal; ”Muhbir”de, severek evlendiği eşi Timuçin tarafından ihbar edilip, 1402’lik olan iki çocuklu Gülümser öğretmenin umutlu bir yaşamdan kopuşları öyküleştirilir. Bu haliyle öykülerin sınırı yakın tarihin gündemiyle örtüşür.

 

*KADINLAR

 “Eski Evin Kadınları”nın başkarakteri kadınlardır… Tarihi akış içerisinde vurgu yapılan kadınlar çevresinde gelişen yaşamda kadınların ezilmişliğinin yansıtıldığı bir görsellik algılanır. Kitabın girişiyle birlikte “Artık Büyüdüm Anne!” bölümünde geçmişini sorgulayan, hesaplaşan mutsuz bir kadın profili çizilir. Bu, toplumun tipik bir bireyi olarak kadınsı hesaplaşmasında çocukluğundan alıp evliliğine getirdiği yılgınlıkla anılar arasındaki gidip gelmelerin vardığı yer şimdiye dönüşen bir an’laşma dönüşümünde netleşir. Şimdiki anıyla çocukluğuna uzanan geçmişteki anıları arasında sürüklenen zaman çatışmasında karakter yönünde dolaylı bir haklılık da taşıyan anlatımındaki zaman kesitinde de değinilen döneme özgü renkli yaşam manzaraları hayallerle birlikte kol kola görülür. Mutsuz evliliğin pençesindeki kadınların adeta sözcülüğünü üstlenircesine nesnelleştirdiği öznelliğinin dar çıkmazlarındaki geçmişinden anılar devşiren yazar;  geri dönüşlerle sardığı anlatımında, kadının toplumdaki yerinin altını, yaşadıkları adına bir güzel çizerken doğumunu, kadınsı hıncını, anlatımı dokuyan, dile güzel gelen benzetmelerle özdeştirir.      

            “Beş Kadın”… Her şeye rağmen kızına evliliğini sürdürmesi öğüdünü yineleyen ama kendisi,  varlıklı biriyle ancak bir yıl evli kalabilen; gıpta ve kıskançlık duygularının tahammül edilmez sonuçları katlanılmaz bir hâl alınca da yirmi günlük kızıyla birlikte baba evine dönmeye, inanç odur ki belki de, ”Bizimkinden ayrı bir ev yüzü göremezsin inşallah!”(s.20) bedduası yaşam yolunu çizen bir babaanne yanında “…On beş yaşında başlayan özverili yaşamını ak kuğu boynuyla uzatıp kocasına kurban eden…” anne ile “…Beyazlar yürümeye başlamış dalgalı saçlarına, yaş dolu lacivert gözlerine bakan..” kızının görsellikleri eklenir. (s.22)

“Hicaz Peşrevi”… Güney fotoğraflı anılar uzak ülkelerin getirdiği çöl rüzgârını Akdeniz’in iyotlu esintisiyle buluşturuyor… Atiye hanımın çocukluğu… Halep, Arabistan, Fırat, İskenderun ve Milli Mücadele yıllarında Niğde, savaş sonrası Amasya:”Amasya dört dağın arasında, ortasında Yeşilırmak, taşmadığı zamanlar akıllı uslu, üstünde eski taş köprü. Kalenin eteklerinde ahşap konaklar, iki sıra harap dükkânların yer aldığı çarşı, gerisi yıkık dökük evler.”(s.26) Genç kızlık düşleri evlenmeler, evler: “Başları topuzlu pirinç karyola… Mor kadife üzerine sırma işlemeli yatak örtüsü… Yerde ipek halı, aynalı ceviz komodin, oymalı dolap…”(s.27) Amasya’da iken Atiye’nin İhsan beyle olan on üç aylık dayanılmaz evliğini bitirip, kızı Refika 40 günlükken baba evine dönmesi. Aynı Refika’nın annesi yaşındaki biriyle evlenip Samsun’a gidişinin, doğumda gelen acı haberi, bebeğin adı Umut. Nine torun sürüp giden bir hayat. Umut’un  doktor oluşu, güneydeki bir kentin devlet hastanesinde görev alışı. Sonuçta Doktor Umut’un tutuklanması.

 

*ADANA ÇİZGİSİ

“Eski Evin Kadınları”nda kent olarak Adana sözü geçmese de ağırlıklı olarak Adana öyküleri olarak kabul edilebilir Göksu’nun kitabı.  Eskiistasyon’uyla, Mirzaçelebi’siyle, Taşköprü’süyle, Büyüksaat’iyle, Kazancılar Çarşısı’yla, Atatürk Parkı’yla, Emirgan’ıyla, Selahattin Sarıkaya’sıyla, Horozdibek’iyle, “Kaç Kaç”ıyla, “Camuz dellendi”siyle. Razı olunan bir yaşamdan kadınsı izler taşıyan “Erkeksiz kadın yularsız eşeğe benzer” (s.32)   sözcüğü günümüz anlamında da gizil bir eleştirelliktir. Güneyden bir tekerleme de folklor adına yer bulur: “Yağmur yağıyor, seller akıyor/Arap kızı camdan bakıyor (s.91)   

 “Sevgili Dost” bir mektuptur. 12 Eylül mağduru karakterin Mirzaçelebi mahallesinden Wiesbaden’e uzanan yaşam öyküsü anlatılır… Taşköprü, Büyüksaat, Kazancılar çarşısı, Atatürk Parkı anılardaki yerini alır. Dağlarca şiiri sevilir:

Zordu, boylu boyunca yaşaması

Ağaç ilen, yaprak ilen, dal ilen

Rüzgâr yoktu, sallanmıyordu başak

Bekledik başında azdan, yavaşça

Bir karış buğdaylara karşılık

Zordu boylu boyunca yaşaması (s.82)  

            “Eski Evin Kadınları”na bir giriş: “Şu muhacirliği icat eden/Cennet yüzü görmesin!/Şu sürgünlüğü icat eden/O Cehennem yoluna kurban olsun!” (s.34) Maniler sürüyor:’Kalkın, hey vatandaşlar!/Sevinelim yoldaşlar/İşte size hürriyet/Yaşasın Osmanlılar”(s.37) 

            Bir de, “ar”la sevdanın özümsendiği, eski zaman özellikli dile düşen bir türkünün his koridorlarına insanı sürükleyen, o pek kahırlı duygusallığıyla eli kulağa atıp söylemeye döyamadığımız; “Pencereden kar geliyor/Aman Ali’m gurbet bana dar geliyor/Sevdim sevdim erler aldı/ Aman Ali’m o da bana ar geliyor.” Türküsüne gönderme yaparken; yine eski yaşamdan damıtılan ve yine  aynı ezgisel coşkuyla folkorik dalışlar içinde söyleme hevesimizin diri olduğu G.Antep yöresi bir ağıt/barak olan, Kadir Kurtyol kaynaklı Dilber Ay derlemesi olan  “Meyrik” anımsanır dizelerde: “Maraş’tan bir haber geldi/Dediler ki Meyrik öldü oy oyy./Keşke Meyrik Ölmeseydi/Kesileydi elim kolum oy oyy” 

            Pencereden kar geliyor

               Bak dışarı kim geliyor,

Uyan sultan, zalim sultan!

Kan ağlıyor bütün cihan

Aman! Aman Mayrik (s.36) 

1910’lara giden Çukurova’daki Ermeni kalkışması. Nişan’la Vartanuş’un bu çalkantıda kendilerini kurtarmak için Türk olduğu algılanan arkadaşına sığınmaları; Ermenilerin işlediği cinayetlere verilen tepkiyle ölümcüllükler ve evlerin yakılması gibi “Camuz dellendi” adı verilen olayların ardından Cemal Paşa’nın gelişi, Çarçabuk mahallesinin kurulması, Adana’nın kent tarihine uzatılan bir bakış olsa gerek.

İşlenen cinayetlerin, kışkırtıcı sonuçları… Yetimler Okulu Müdürü Datevyan’ın hükümet meydanında asılması. Esen tehcir rüzgârları.  Mari-Ohannes çiftinin huzursuzluğu, korkuları… Van’dan gelen Osman efendi ile Hayriye hanım’ın dönüş/ev kaygılarının neden/sonuç ilişkisini; “İlkbaharın gülleri ve bülbülleriyle/Ermeni bayrağı Van kalesinde”(s.40) dizelerinde aramak gerekirken; ”Çıktık açık alınla on yılda her savaştan/On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” (s.43)  dizelerinde de Neriman hanımın yaşam seyrini görebilmek olası.    

Gece gündüz ağlamalar sızlamalar duyuyorum

Rahatım yok, huzurum yok, uykum yok,

Gözlerimi kapayınca hep ölüler görüyorum

Milletimi, dostlarımı, toprağımı ve evimi kaybettim. (s.38)

            “Münevver Hanım” memur fabrikada, evli olan fabrika sahibi Halim beyle arkadaşı Sevgi arasındaki babalık davasında işini kaybetmemek için Halim beyden yana tanıklık eder. Daha sonra iyi bir gününde bir faytona atlayıp çocuklarıyla buluşmak için Belediye Çay Bahçesi’nde kendini bulduğu anı parçası ise Adanma müzik tarihine ışık tutan bir anı olsa gerek… Caddenin öbür tarafındaki Emirgan bahçesinde Hayri Küçük tuluat yapar. Duhuliye serbest ama çay, gazoz içmek mecburidir. Çay semaverle getirilir masalara. Çocuklar erkenden gönderilip, sahne önünden masa ayırtılır. Bu yüzden, masa kapma kavgaları yaşanır. Ayla Ateş, Ömer Çıtakoğlu şarkı söyler, zenci Babulu, tamtamlarına vurarak vahşi orman havalarını yaşatır. Selahattin Sarıkaya saz çalar, Nejla Çetiner’le karşılıklı atışırlar.

            O çok yazmak istencinin zamana yenik düştüğü “Bizim Mahalle” dosyasına göndermeler yapan dizeler de var “Eski Evin Kadınları’nda… Beş ocak Ortaokulu yıllarımız. Öğretmenlerden biri de Hidayet Karakuş. O yıllara yönelik edebiyat anılarımızın içinde yok ama Hidayet Karakuş. Varsa yoksa Türkçe öğretmenimiz Nabi Alıcıgüzel’di… Okul dergisi 5 Ocak’da yayınlanan ilk şiirlerimiz nedeniyle  güleç yüzlü teşvikleri var “kitap çıkaracağız…” diye sıkça.. O yıllarda tam bir varoş olan mahalleden, babasının adı da Mustafa olan Mustafa Çekiç adında bir can arkadaşımız var. Mertçe ve delikanlıca arkadaşlığımız…  Lise yıllarımızda dönüşümlü kollarımız oluyor… O sevgilisiyle buluştuğunda, kimse bir sorun çıkarmasın diye ben onun sustalısını alıp bunları takip ediyorum. Lafı uzatmayalım… Mustafa’nın abisi sanırım Berber Memet’in memleketleri olan Kilis’ten gelin aldıklarında mahallede tam bir şenlik oluyor. Zeki Müren giysili, tavırlı ve görselli bir köçek getiriyorlar Kilis’ten. Güzel türkülere ek olarak, yöresinin hareketli türkülerinden biri de kitapta yer alan bir türkü:”Akşam size gelecemm/Hacı Ağa evde mi/…”

Kitapta yer alan bu türküyü son yıllarda Dilber Ay’dan çok dinlemişliğimiz var.

            Akşam eve gelecem

Kapınızda köpek var mı?    

Köpeği de zincire bağlamışam

Önüne de ekmek doğramışam.

Çocuklar masalarda uyuklamaya başladığında oyunculara el ele tutuşup bir ağızdan eğlenceyi bitirirler.

Gecemiz burada sona erdi 

Kalmadı hiç kimsenin içinde derdi

Gecemiz hayırlı olsun baylar, bayanlar

Hayri Küçük tiyatrosu sizi selamlar… (s.60)

“İğneci Nesrin”de, dul Nesrin’in yaşam savaşını anlatır… Çarçabuk mahallesinde, kitap da göçmen mahallesi olarak da geçen, bu gün ki adıyla Döşeme mahallesindeki evlere iğne vurmaya giden Nesrin’in kaçtığı Murat veremden ölmüştür. İğnecilik yapıp, artan zamanlarında ise dantel örerek yaşama tutunmaktadır… Astım bronşit bir oğlu ile çelimsiz bir kızı vardır. Nesrin’in iğneye gittiği evlerdeki talihsiz kadınlardan biri de Hacer’dir… “Hacer bacı kocası kızını bir hayvan tüccarına sattığından beri hastadır…”(s.63) 

“Gendime olmuş olanlar, barim Meryemcem gurtulaydı. Domuz herif, bubası olacak gavur sattı mal gibim. Gapandım ayaglarına, itler gibim yalvardım, ugundum.  Tegmeledi, vurdu ha vurdu. Yavrum Meryemcem gınalı guzum, on üçüne bastı, memeleri ahaca domurlandı, girlenmedi bile daha. Bir vurdu agzıma, dişlerim dögüldü. Öldüreydi, gıtır gıtır dograyaydı. Vermeyeydi gızımı o gocamış herife.Namıssız, oglumaalacam deyi geldi, gendine gaptı, ugursuz. Oy!. Babo nasıl sattın gızımı. (s.66-67)  

Yöreye özgü halk dilinin güzel diyaloglarıyla örülen “Meryemce”, “İğneci Nesrin”in devamı bir öyküdür… Aslında Hacer’in de yaşam öyküsü kızı Meryem’den farksızdır…. Hacer’in yazgısını düşman geliyor diye Adana’dan Toroslar’a “Kaç kaç” günü kaçtığı bir dağ başında yapayalnız kaldığında yaşlı bir kadın kendisini evlat gibi sahiplenir. “…Sonracıma bi gün garı didigine: ’Ben gocadım gari, ölürsem ortada galırsın, seni evrecem.’ “Boynumu egdim. Herif paralı didiler, amma gocamış.” (s.67)  yaklaşımından sonra Adana’nın mağazalarına dalınır.

“Horozdibegten fistan aldılar, ikide burma tagtılar goluma.  Bi de gül güppe, aha gulagımdakiler duruyo, elletmem gimseye. Herifin yatmaya mecaliyok, illetli. Gene de bi oglan dogurdum. Çok geçmedi herif öleyazdı. Parası çok didilerdi, çıgmadı mısmıl. Anca garnımı doyurdu”. (s.67)  

“Yanına Gidersen Sabahın Yeli” huzurevine verilen bir özürlü bir ablanın yaşamı dokunuyor insana. Özürlü ablanın yanıt olarak verdiği” hiç”inin arkasında, ”Beni terk ettin!”, “Başından attın!”, “Buralara attın!” (s.102) sitemleri gizli.“ Aslında kanayan bir yara genel anlamda oraya bırakmalar. Eşi ve iki oğlu bulunan kız kardeşi onu huzurevine bırakmak zorunda kalıyor. Ağabeyi ziyaretine gelmiyor. Babası, aileden yalnız ona bir şiir yazıyor.

Yanına gidersen sabahın yeli

Gül yüzlü Ayda’ma var selam söyle.

Rahat mı değil mi olduğu yeri

Bir defa uğra da gör selam söyle (Kızıma Hasret’ten-s.104)        

              

*(Eski Evin Kadınları/Öykü/Göksu/Nota Bene Yayınları/2014/128 sayfa)

 

 

 

 

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00