Prof. Dr. Özer OZANKAYA


DİL BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

TÜRK ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIĞININ BİR DAHA YİTİRİLMEMESİNİN BAŞ GÜVENCESİ, TÜRKÇENİN DÜŞÜN, BİLİM, SANAT VE UYGULAYIM DİLİ KILINMIŞ OLMASIDIR!


Türk Bağımsızlık Savaşımının silahlı aşaması zaferle taçlandıktan hemen sonra, zaferin önderi, bilimsel düşünüşüyle ulusuna şu çağrıyı yapıyordu:

"Daha kurtulmuş değiliz. Atılan adımlar, bundan sonra atılacak adımların başlangıcıdır! Bu adımları doğru ve ye­rinde atabilmemiz için, kendi geleceğimize kendimiz sa­hip olmalıyız!”

Türk ulusunun bağımsız varlığını koruyabilmesi, “çağdaş” uluslarla koşut bir toplum olmasına bağlıydı.

Bu yolda atılacak adımların en önemlilerinden bir tanesi de Türk dilini bin yıllık dinsel-baskıcı yönetimin zincirlerinden kurtaracak olan dil devrimiydi.

Çünkü Mustafa Kemal, bağımsız ulusal varlığın gerektirdiği “çağdaş toplum”un zorunlu bir temel gereğinin GELİŞMİŞ BİR YAZILI DİL olduğunu biliyordu: bilimi, sanatı, felsefeyi, yönetimi ve uygulayımı (teknoloji) en son gelişimleriyle ve kendi dil dağarcığından türetilen terimlerle anlatıma kavuşturabilen bir dilin varlığı, gerçek bağımsız ulusal varlığın zorunlu gereğiydi.

Oysa Türk ulusu, İslam dinine geçişiyle birlikte dilini de bu gereksinimleri karşılayacak biçimde geliştirmekten alıkonulmuş, bunda Türk diline hiç uygun olmayan, ama dinsel gerekçeyle dayatılan Arap yazısı da belirleyici bir etken olmuştu.

Gerçekten sekiz ünlüsü olan Türk dilini, “elif” dışında ünlü harfi olmayan Arap abecesiyle doğru yazıp okumaya olanak yoktu.

Dinsel önyargılar yanında bu yüzden de yaşamın en önemli alanları olan yönetim, eğitim, bilim, sanat, felsefe, … alanlarını anlatan dil bölümlerine bu yazıyla kolayca yazılan Arapça ve Farsça sözcükler akın akın girmeye başladı.

“ ‘Gül’ü ‘kel’, ‘kel’i ‘gül’ okurduk – Kargayı bülbül okurduk”!

Öyle ki, XIV. Yüzyılda bir Âşık Paşa:

“Türk diline kimseler bakmaz idi

Türklere hergiz gönül akmaz idi” diye ağlıyordu.

XV. Yüzyıl sonlarında II. Bayezit, Kemal Paşazade Ahmet'ten yazmasını is­tediği Osmanlı Tarihini, "seçkinlere de, halka da tam anlamıyla yararlı olabilmesi için Türkçe söyleyişe uygun olarak açık seçik biçimde anlatıl­malı" derken bile kendisi şu saray dilini kullanıyordu: 

"Havass ü avâma nâfi-i âm olmağçün Türki mekalin minvali üzre rû­şen ta'bir ve tahbir oluna!"

Ama, Arapça ve Farsçadan sözcükler almakla dil sahibi olunamazdı.

Bir dil, ancak dilbilgisi yapısı ile var olabilir.

Arapça va Farsça sözcüklerle düşünce geliştirebilmek, bilim ve uygulayım üretip kullanabilmek, toplumsal yaşamın ekonomiden yönetime ve hukuka, eğitimden felsefe ve sanata .. türlü alanlarında iletişim gerçekleştirmek için ancak Arapça ve Farsçayı dilbilgisi kurallarıyla öğrenmeğe bağlıdır.

Çok yalın bir örnek vereyim: “Süre” karşılığı olarak Arapça “mehil” sözcüğünü öğrenip kullamak yetmezdi; “süre-verme” düşüncesini de Arapça anlatabilmek üzere bir tüze (hukuk) kavramı olan “imhal” diyebilmek için bu dili dilbilimsel yapısıyla öğrenmek zorunluydu.

Oysa bir ulusa yabancı bir dili dilbilgisi kurallarıyla birlikte öğretmek olanaksızdı.

Bu nedenle Osmanlıca diye ortaya çıkan, kendine özgü ayrı dilbilgisi yapısı ve kuralları olmayan, asıl olarak yönetsel-dinsel alanlarda kullanılan, yazılan ama konuşulmayan dil karmaşası, Osmanlı siyasal, toplumsal, düşünsel ve ekonomik yaşamının yarım-yamalak bilgilerle sakat kalmasına yol açmıştır. Sonuç olarak da Batı’ya dünya üstünlüğü sağlayan ve bir daha da elinden çıkarmamasının güvencesi olan basım makinesini alma, dinsel özgürleşme, coğrafya keşifleri, bilim ve sanatta ilerleme, bilimsel buluşlar ve aydınlanma … devinimlerinin tümünün dışında kalmasının baş etkeni olmuştur.

1928’de yapılan yazı devrimi, dünyanın en güzel, en varsıl dillerinden birisi olan Türkçeye sekiz ünlüsüyle doğru yazılıp doğru okunma olanağı vererek, % 90’ı, kadınlarının % 99’u okumaz-yazmaz bırakılan Türk ulusunu, hızla okur-yazar kılarak bilim, sanat, yönetim, meslek, ekonomi alanlarını kendi diliyle düşünüp yaşama olanağına kavuştu.

Atatürk’ün öngörüp vurguladığı gibi "Bizim uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecekti"; "ulusumuzun güzel ve soylu diline kolay uyan bu yazı, bizi az emekle, kolay yoldan bilgisiz­likten de kurtaracaktı".

1926 yılında da Codex kurulunun ilaçlara verilecek Türkçe adları sapta­dığını, bir başka yasayla ticarette Türkçenin kullanılması sağlandığını, 1927'de yine bir yasayla sokak adlarının Türkçeleştirildiğini. 3 Şubat 1928'de de İstanbul'da camilerde Türkçe hutbe okunmaya başlandığını, 1932 yılının 22 Ocak günü de İstanbul'da Hafız Yaşar Okur’un ilk kez Türkçe Kur'an okuduğunu, aynı günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın müftülüklere ezan ve ka­metin yakında Türkçe okunacağını bildirdiğini eklersek, Türk dil devriminin görüş ve eylem genişliğini anlayabiliriz.

12 Temmuz 1932'de Atatürk'ün öncülüğünde Türk Dili Tetkik Ce­miyeti kurulmuş, 26 Eylül 1932'de Birinci Türk Dil Kurultayı top­lanmış ve dil devriminin yoğun ve coşkulu çalışmalarının başla­dığı bugün Türk Dil Bayramı olarak saptanmış ve kutlanmaya başlanmıştır.

Görüldüğü gibi Türk Dil Devrimi, Türkçeyi gelişkin bir yazılı dil düzeyine çıkarmanın bağımsız, özgür ve bunun için de hep çağdaş uygarlığın en ileri düzeyinde bir ulusal toplum olmanın zorunlu gereği olduğu saptamasına dayalıdır.

Türk Dil Kurumunun bağımsız bir bilimsel dernek niteliğiyle kurulması ve Atatürk’ün onun sürgit yaşamasını güvenceye almak üzere kendi mal varlığından kalıt bırakması, gelişkin bir yazılı dil sahibi olmanın bu yaşamsal öneminin bir anlatımıydı.

ABD Genel Kurmay Başkanının “bizim oğlanlar” dediği 1980 askeri darbesini yapan Kenan Evren ve “yoldaşları”nın, Atatürk’ün kalıt-yazısını çiğneyerek Türk Dil Kurumunu bir devlet dairesine indirgemelerinin, onlardan sonra gelen yöneticilerin de bu kötücüllüğü sürdürmelerinin, özellikle AKP’nin “Halk için en iyi olan hiç okula bile gitmemesidir” düşüncesinde olanları üniversite yöneticiliğine getirmeğe dek varan eğitim-bilim karşıtı siyasasının gerçekte Türk ulusunun bağımsızlık ve özgürlüğüne yönelik bir saldırı niteliğinde olduğu, yukarda belirtilen gerçeklerden anlaşılmaktadır, kanısındayım.

Ama Atatürk’ün her alanda olduğu gibi, özellikle dil alanında önderlik edip gerçekleştirdiği bu özgürlük ve bağımsızlık devrimi de, öylesine gerçek ve sağlam temellere dayanmış ve öylesine derin kökler salmıştır ki, tüm uygar insanlık için özgürlük, bağımsızlık, barış ve gönenç yollarını gösteren Türk Devriminin sonsuza değin ereğine doğru yürümesini hiçbir kötücül güç engelleyemeyecektir, engelleyememektedir.

Bknz.: Ö. Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı – Mustafa Kemal’i “Atatürk” Yapan Uygarlık Tasarımı, CEM Yay.

 

...

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92