KONUK YAZAR


CELAL ŞENGÖR İKİNCİ OĞLU OLURSA ADINI ABDÜLHAMİT KOYSUN

Sabri Galip Nakipler /Edebiyat Öğretmeni


Sabri Galip Nakipler /Edebiyat Öğretmeni

 

Bir kaç gündür Hürriyet ve Sözcü gazetelerinde Celal Şengör ile ilgili haberler çıkıyor. Ahmet Hakan, köşesinde, Şengör’ün mesajını yayınlamış. Demiş ki Şengör mesajında:

“ Asım’ın nesli, Mustafa Kemal’in askerleridir. Ben, oğluma Asım adını koyarken, hem babamın adını kullanmak hem de Mehmet Akif’in idealini oğlumda yaşatmak istemiştim. Asım’ın nesliyle Mustafa Kemal’in askerlerini ayrıştırmak, her ikisine de yapılacak en büyük haksızlıktır. Çünkü her ikisinin de en büyük aşkı vatandır, millettir.”

Doğru. Her ikisinin de aşkı vatandır, millettir. Ama ayrıldıkları bir nokta var. O da milletin yönetim biçimiyle ilgili.

Atatürk; “Türkiye Cumhuriyeti demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”  tümcesini ilke kabul etmiştir. Mehmet Akif ise cumhuriyete, demokrasiye, laisizme sırt çeviren, saltanata ve halifeliğe sıcak bakan, benimseyen, büyük savaştan sonra da halifeliğin ve saltanatın devam edeceğini uman, bunun için çaba harcayan, Ankara ve Kastamonu’da çıkardığı Sebilü’r-reşat adındaki dergide yazdıkları ve camilerde verdiği  vaazlarıyla  düşüncesini sürekli canlı tutan bir kişidir. Büyük bir şairdir.  Ama ‘aydın’ değildir. Biz, her büyük şairi, her büyük yazarı, her büyük aktörü, aktristi,  hatta her büyük bilim adamını  ‘aydın’ sanıyoruz. Aydın’la gericilik bağdaşmaz. Mehmet Akif,  bu bakımdan  ‘aydın’ değildir, gericidir, softadır. Akif’inmilli mücadeledeki varlık sebebi bile  tartışılabilir. Çünkü o, Padişaha kul olarak yaşamayı seçmiştir. İran gibi, Arabistan gibi, Mısır gibi olmayı arzu eder.  “İslam Birliği”ne  sıkı sıkıya bağlanır ve bağlıdır. Hayatının sonuna kadar bu yolun taşlarını döşemeye çalışmıştır hep.

Safahat’ın Asım bölümünde şöyle haykırır:

“Ağlasın milletin evladı da bangır bangır,

Durma hürriyeti aldık diye sen türkü çağır.

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem,

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.”

……………

Akif’in hürriyete bakış açısı belli olmuyor mu? Alkışlayamadığı zulüm nedir, sevemediği zalim kimdir? Gelen, geçmişe küfredilmesini mi istemektedir ya da istemiştir?

İşte Asım’ın nesli, böyle bir görüşün neslidir. Menderesler, Özallar, Demireller yetiştirmişlerdir Asımları. 2016 yılı ise Asımların tavan yaptığı yıldır. İşe bak ki şimdi Asımlar, Asımları temizlemeye çalışıyor. Sabun ve deterjan fabrikaları üretimlerini iki kata çıkardı. Temizlik şirketleri fazla mesai veriyor elemanlarına. Yine de ortalık pislikten geçilemez durumda. Asım’ın nesli,  savcıyı makamında tutukluyor, hakimi duruşmadayken tutukluyor, mümini cuma namazından çıkarken tutukluyor. Asım’ın nesli iş başında yani.

DTCF Türkoloji hocalarından –ki benim de hocamdı- Prof. Kenan Akyüz, “Batı Te’sirinde Türk Şiiri Antolojisi” adlı eserinde Akif  hakkında bakın ne diyor:

“……..Mehmet Akif, 1922’de Şer’iyye vekaleti tarafından kurulan Tedkikad ve Te’lifat-ı İslamiyye Hey’eti’ne seçildi. Said Halim Paşa’nın “İslamda Teşkilat-ı Siyasiyye” isimli fransızca eserini çevirip tefrika etti. Uzun yıllardan beri ve bin bir mihnet içinde, peşinden koştuğu büyük ülküsünün yani “İslam Birliği”nin  gerçekleşmesi için ümitleniyordu. Fakat yeni Türkiye’nin tuttuğu yol, bu gayeden çok uzakta idi. Bu sonuç Akif’i, en ince yerinden ve en öldürücü şekilde vurdu. …… Yeni Türkiye’nin dini esaslardan ayrılarak Batı medeniyetine yönelişi bu büyük idealisti adım adım geriletip ezdi. Yeni Türk devletinin içtimai ve medeni yenilikleri sırasında şair, günden güne ve süratle ilerleyen psikolojik bir yıkılış içindedir.

“……….Türkiye’nin modern bir hale gelmesi için zaruri olan siyasi ve sosyal değişiklikler  (Hilafetin, Şer’iyye ve Evkaf Nezaretleri’nin, medreselerin, şer’iyye mahkemelerinin kaldırılmaları;  türbelerin, tekke ve zaviyelerin kapatılması; din adamlarının kıyafetleri hakkındaki kanunla şapka kanununun kabulü……..)  büyük bir hızla birbirini takip etmekte idi. Bu durum karşısında Akif, artık Türkiye’de  durmağa imkan göremedi ve 1925 kışından itibaren Mısır’a gitti ve orada yerleşti….”

Celal Şengör,  ne Mustafa Kemal’i tanıyor ne Mehmet Akif’i tanıyor.  Siz onun profesör olduğuna bakmayın.  Şengör, Türkiye’nin yer üstünde yaşadığı depremden habersiz, yerin altındaki depremden ne kadar haberlidir bilemiyorum.

Neyzen Tevfik’in, Azâb-ı Mukaddes’indeki tespiti hala geçerliliğini korumakta :

Bana vicdân ile din, hubb-ı beşer şöyle dedi :

“Menfaat nerde ise o tarafa yollanırız.

Sen şifâ-bahş olacak sanma bu teşkilâtı,

İlmi, biz, halkı uyuşturmak için kullanırız.”

Jeoloji profesörümüzün, Celal’den başka iki adı daha var, gazetelerden öğrendiğime göre. Adlarının baş harflerini yazdığından belli.  Üç adını da değiştirip  Abdullah Recep, Fethullah koyabilir.  Buna kimse karışamaz. Oğlunun adının Asım olması da kimseyi ilgilendirmez. Ama bunu medyada sergilerse beni ilgilendirir. Ortada fol yok yumurta yokken neden oğlunun adının Asım olduğunu söyleme ve açıklama gereğini duymuştur;  düşünmeye değer. Demek ki ona göre fol da var yumurta da var. Bakın şu bir gerçektir ki Mehmet Akif yaşasaydı bu gün, Fethullah’la kol kola olurdu.  Artık  %52’nin cumhurbaşkanı onu da tutuklatır mıydı, tutuklatmaz mıydı; orası meçhul. Belki de  “Yanılmışım, aldatıldım!” deyip yırtardı, kim bilir!

Gelelim Sözcü’nün 11 Ağustos 2016 tarihli sayısına.

İkinci sayfanın altında, 6 sütun üzerine büyük puntolarla yazılmış bir haber:

“Dünyaca ünlü Prof. Dr. Celal Şengör’den çarpıcı açıklamalar:

Biz, Erdoğan’ı eleştiririz ama düşmanlara karşı da koruruz.”

Şimdi bu haberi okuyunca Sözcü’ye mi şaşıracaksın, Celal Şengör’e mi, bilmiyorum. Ama bir şaşkınlık rüzgarının estiği gerçek.

 

Margarin kokan bu yazının,hamaset soslu olması bir tarafa asla inandırıcılığı yoktur. Bilye, misket, pinpong topu, futbol topu bile bu söz kadar yuvarlak değil.

Şengör, “Bazı Avrupa gazeteleri, muhteşem Yenikapı mitingini “Erdoğan taraftarları miting yaptı” diye vermiş. Hala anlayamadılar galiba.” diyor. Bence asıl anlayamayan kendisidir. Umarım ilerde anlar. Hükümeti eleştiri konusunda ise İmam Hatipli Ahmet Hakan kadar bile cesur olamıyor Şengör.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum:  Türkiye’nin tek sıkıntısı  “aydın” yetiştirememektir. Olan da bir elin parmakları kadar. O da yetmiyor tabi.

Not: Bu yazıyı okumak için kıymetli zamanlarını ayıranlardan bir ricam var : Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni  bir yerlerden bulup mutlaka okusunlar. Mutlaka. Tekrar rica ediyorum.Ama mutlaka.Okumak bir yana hatta ezberleseler daha iyi olur. Çünkü o ruhu taşımadan mücadele edemezsiniz, hiçbir kişiyle, hiçbir kurumla, hatta ve hatta hiçbir kavramla bile. Don Kişot olur kalırsınız.

Sabri Galip Nakipler

Edebiyat Öğretmeni

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92