Ahmet ERDOĞDU


TÜRK’ÜN CUMHURİYET MUCİZESİ 99.YILDAN 100.YILA GİDERKEN RÖPORTAJLAR-YAZILAR (22)


Değerli okurlar, 

Cumhuriyetin ilanından bugüne 99 yıl geçti. Biz de Yeni Adana gazetesi olarak, bu süre içerisinde Cumhuriyetin ülkemize ve ülkemiz insanına ne gibi yararlar sağladığının anlaşılması açısından, Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete, Cumhuriyetten bugüne gelen süreci inceliyoruz. Bu uzun yazı dizisinde bugün Dr. Süleyman HATİPOĞLU ve Dr. Mehmet Yusuf ÇELİK’in 

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASI                 (2)       

1943 Ekim’inde Müttefik Devletlerin Dışişleri Bakanlarının bir araya geldiği Moskova Konferansı’nda, Sovyetler, Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda ısrarcı bir tutum sergilemişti. Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov’a göre; Türkiye’den savaşa girmesinin istenmesi bir telkin biçiminde değil, bir “emir” biçiminde olmalıydı. Amerikalılara ve İngilizlere göre de Türkiye’ye böyle bir emir verildiği takdirde, Türkiye’ye silah yardımı yapılması zorunlu hale gelecekti. Oysa 1944 Mayısında Batı Avrupa’ya büyük bir çıkarmanın hazırlıklarını yapmakta olan İngiltere ve Amerika bu yardımı yapacak durumda değillerdi. Ne var ki Türkiye’nin savaşa girmesiyle Almanya, 15 tümenini Sovyet cephesinden çekmek zorunda kalacaktı. Bunun için 1943 yılı sona ermeden Türkiye’nin savaşa katılmasının istenmesine karar verilmiş ve İngiltere Dışişleri Bakanı Eden, bu kararları bildirmek üzere Türkiye Dışişleri Bakanı Menemencioğlu ile Kahire’de görüşmüştü. Bu görüşmede Menemencioğlu, Eden’e; yeteri kadar yardım yapılmadıkça, Türkiye’nin kesinlikle savaşa katılmayacağı yanıtını vermişti. Eden’in, Türkiye’nin bu olumsuz tutumunu sürdürmesi durumunda, bundan Türk-İngiliz ilişkilerinin büyük zarar göreceğini söylemesi de Türkiye’nin kararını etkilememişti. 

Kahire Konferansında Roswelt-İnönü-Churchill

1943 Kasımındaki Tahran Konferansı’nda da Sovyetler Birliği, Türkiye’nin savaşa sokulmasında ısrarını devam ettirmiş; Stalin, “gerekirse enselerinden yakalayarak” Türklerin mutlak bir biçimde savaşa sokulması gerektiğini söylemişti. ABD ve İngiltere’de Türkiye’nin savaşa girmesini istediklerinden Churchill, 4-6 Aralık 1943’de Kahire’de Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile görüşmüştü. Müttefiklerin ağır baskısı karşısında İnönü, ilke olarak savaşa katılmayı kabul etmişti. Fakat Türkiye’nin savunması için gerekli olan silah ve teçhizat verilmedikçe Türkiye savaşa dâhil olmayacaktı. Churchill’in bu isteği kabul etmesi üzerine Ocak-Şubat 1944’te Ankara’da Türk ve İngiliz askeri heyetleri arasında görüşmeler yapılmışsa da bu görüşmeler Şubat başında kesilmişti. İngilizlere göre Türkler çok fazla şey istemişlerdi. Bu silahlar ve malzeme verilecek olsa bile bunun sevkiyat işlemleri savaş sonuna dek sürecek ve bu arada Türkiye yine savaş dışı kalmış olacaktı.

Türkiye Hükümeti bu farklı taktiklerle iki tarafla da ilişkileri sürdürmüş, sonunda işgale uğramadan ve savaşı yaşamadan savaşın sonuna gelinmişti.

1944 yılının Nisan ayına gelindiğinde Müttefik devletlerin, Almanya’ya yapılan krom ihracatının durdurulması konusunda Türkiye üzerindeki baskıları artmıştı. Baskının bu ay içinde şiddetlenmesinin sebebi ise Türk-Alman Ticaret Antlaşması’nın 30 Nisan 1944’de sona ermesi idi. ABD Dışişleri Bakanı Cordell Hull, 9 Nisan’da yaptığı bir konuşmada bütün tarafsız ülkelerden Almanya ile ticari ilişkileri kesmelerini istemişti. 14 Nisan 1944’te Amerikan Büyükelçisi Steinhardile, İngiliz Büyükelçisi Knatchbull-Hugessen hükümete bir nota vererek, Almanya’ya stratejik madenler vermeye devam ettiği takdirde Müttefiklerin Türkiye’ye karşı, diğer tarafsızlara uyguladıkları abluka tedbirlerini uygulayacaklarını bildirmişlerdi. Hatta iki Büyükelçi, Türkiye istenildiği gibi hareket etmediği takdirde, Türk-Bulgar sınırı boyunca akmakta olan Meriç Nehrindeki iki köprünün bombalanmak suretiyle yıkılmasını hükümetlerine tavsiye etmişlerdi. Bu suretle Almanya’ya yapılan krom ihracatının % 85 oranında düşeceği hesaplanmıştı. Nihayet Türkiye, İngiltere ve Amerika’nın teşebbüsü ile Almanya’ya krom ihracatını durdurmuştu. Bu arada 5 Haziran 1944’de Boğazlardan ticaret gemisi olarak geçirilen bazı Alman gemilerinin, aslında yardımcı savaş gemileri olduğu iddiası üzerine İngiltere ile yeni bir ihtilaf çıkmış, hadise Dışişleri Bakanı Menemencioğlu’nun istifası ile sonuçlanmıştı. 

Nihayet 1944 yazında Almanya’nın askeri durumu kötüye gitmeye başlamıştı. Dolayısıyla Türkiye, Müttefiklerle münasebetlerini düzeltmek için krom meselesinde olduğu gibi, İngiltere ve Amerika’nın teşebbüsüyle, 2 Ağustos 1944’te Almanya ile diplomatik ilişkilerini kesmişti.

Yalta Konferansı ve Türkiye’nin Savaşa Girişi

4–11 Şubat 1945 tarihleri arasında savaş sonrası barış düzeninin esaslarını belirlemek amacıyla Yalta Konferansı toplanmıştı. Yalta Konferansı’nın 10 Şubat 1945 günü yapılan toplantısında Stalin, Boğazları ve Montreux Antlaşması’ndan söz ederek bu antlaşmanın artık eskimiş olduğunu, değişmesi gerektiğini söylemişti. İlginçtir ki Churchill bu öneriyi kabul etmiş ve Türkiye’ye savaşın bitiminde Montreux Sözleşmesinin yeniden gözden geçirileceğinin bildirilmesini benimsemişti.

Bu konferansta alınan bir kararda, 25 Nisan’da San Fransisco’da toplanacak olan Birleşmiş Milletler Konferansı’na kurucu üye olarak katılacak devletlerin, 1 Mart 1945 tarihinden önce Mihver Devletleri’ne savaş açmaları şart koşulmuştu. Konferanstan sonra İngiltere büyükelçisi, 20 Şubat 1945’te Birleşmiş Milletlere kurucu üye olabilmesi için Türkiye’nin 1 Mart 1945 tarihine kadar Mihver Devletleri’ne savaş açması gerektiğini tebliğ etmişti. Bunun üzerine Türkiye, savaş sonunda Sovyetler Birliği karşısında yalnız kalmamak için müttefiki İngiltere ve ABD ile münasebetlerini düzeltmeye önem vermiş ve bu devletlerin isteğini kabul ederek 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmişti. Nitekim Türkiye’nin Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi, İngiltere ve ABD’den istediği silahlar ile araç ve gereçlerin verilmesini çabuklaştırmış ve San Fransisco Konferansı’na katılmasını sağlamıştı.  25 Şubat 1945’de de Ankara’da Türkiye ile ABD arasında “Ödünç Verme ve Kiralama Yasası” çerçevesinde bir antlaşma imzalanmıştı.

Kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi anlayışını dış politikasının temeli olarak kabul etmiş ve bu görüş çerçevesinde şekillenmişti. Nitekim Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü’de aynı görüşteydi. Ancak Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren antlaşmaların barış için yeterli olamayacağını ve her an ikinci bir dünya harbinin ortaya çıkabileceğini öngörüyordu. Zira İtalya’nın Nisan 1939’da Arnavutluk’u işgal etmesi ve 23 Ağustos 1939’da Almanya ile Rusya arasında imzalanan Saldırmazlık Antlaşması, Türkiye’yi endişelendirmişti. Bunun neticesinde güçlü devletlerin desteğini hisseden Türkiye, 19 Ekim 1939’da İngiltere ve Fransa ile Üçlü İttifak’ı imzalamıştı.

İşte İkinci Dünya Savaşı başladığında bu ittifak ile uluslararası arenada İngiltere ve Fransa’dan yana taraf gibi görünen Türkiye, savaşın başında Müttefiklere her zaman yakın bir politika izlemiş ve onların savaşa girmesi yönündeki bütün baskılarına sonuna kadar direnerek savaş dışı kalmayı başarmıştı. Buna mukabil Müttefiklerin bütün baskılarına rağmen Almanya ile de dostluk ve ticari ilişkilerini devam ettirmiş ve bu amaçla 1941’de Almanya ile Dostluk Antlaşması imzalamıştı. Bu antlaşma ile savaşan taraflar arasındaki ilişkilerini dengelediğini düşünen Türkiye, savaşın sonlarına doğru Müttefik ülkelerin baskısı ve Sovyet Rusya’ya karşı yalnız kalmama düşüncesinin yanında savaş sonrası kurulacak Birleşmiş Milletler Örgütünde yer almak amacıyla bu politikasından vazgeçerek, Mihver Devletleri’ne savaş ilan etmiş ve savaşa dâhil olmuştu.

Yazı dizimize katkılarından dolayı Dr. Sayın Süleyman Hatipoğlu ve Dr. Sayın Mehmet Yusuf Çelik’e gazetem ve şahsım adına teşekkür ederim.   

Dr. Süleyman Hatipoğlu Kimdir?

1 Mayıs 1956, Adana doğumlu. Adana Kurtuluş İlkokulu, 23 Nisan Ortaokulu, Karşıyaka Lisesi, Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu. “Milli Mücadelede Pozantı Kongresi” tez çalışmasıyla (1986) yüksek lisansını, “Orta Toros Geçitlerinde Türk-Fransız Mücadelesi (1915-1921)” başlıklı çalışmasıyla (1991) doktorasını tamamladı. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü yardımcı doçent oldu ve öğretim üyesi olarak çalıştı.

Süleyman Hatipoğlu’nun “Fransız İşgali Sırasında Çukurova'da Ermeni Mezalimi 1918-1922” başlıklı ilk makalesi Ekim 1987’de Türk Yurdu dergisinde yayımlanmıştı. Daha sonra imzası sıkça Güneyde Kültür dergisinde görüldü. Uzun süre TRT Hatay FM radyosunda “Ata’nın İzinde” ve 1996 yılında TRT Çukurova Radyosu’nda “Yörelerimiz” adlı haftalık iki program yaptı. 1996-2002 yılları arasında Başbakanlık Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı Haberleşme Üyeliği görevinde bulundu. İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) ve HAKTAR-DER (Hatay Kültür ve Tarih Araştırmaları Derneği) üyesidir.

ESERLERİ (İnceleme-Araştırma):

Fransa'nın Çukurova'yı İşgali ve Pozantı Kongresi (Yüksek lisans tezi, 1989), Türk-Fransız Mücadelesi / Orta Toros Geçitlerinde 1915-1921 (2001).

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9698,89%0,56
  • DOLAR

    32,55% 0,03
  • EURO

    34,84% -0,06
  • GRAM ALTIN

    2431,37% 0,07
  • Ç. ALTIN

    4017,93% 0,00