Ahmet ERDOĞDU


TÜRK’ÜN CUMHURİYET MUCİZESİ 99.YILDAN 100.YILA GİDERKEN RÖPORTAJLAR-YAZILAR (12)

Değerli okurlar,


Cumhuriyetin ilanından bugüne 99 yıl geçti. Biz de Yeni Adana gazetesi olarak, bu süre içerisinde Cumhuriyetin ülkemize ve ülkemiz insanına ne gibi yararlar sağladığının anlaşılması açısından, Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete, Cumhuriyetten bugüne gelen süreci inceliyoruz. Bu uzun yazı dizisinde bugün, ressam Bedri Baykam’ın 

“ATATÜRK BÜYÜK DEVRİMCİ, BÜYÜK SANATÇI” başlıklı yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

                Atatürk ve Hatıraları- Tual Üzerine Karışık Teknik,146x205cm, 2015

Atatürk’ün büyük bir sanatçı olarak ne yaptığını size kısaca özetleyeceğim. 

Atatürk büyük bir resim yaptı. 

Türkiye Cumhuriyeti resmini hayal etti. Daha genç bir subayken hayal etti. Selanik’teyken hayal etti. Değişik cephelerde savaşırken veya Çanakkale’de hayal etti. 

Hedefi sadece ülkeyi emperyalist istiladan korumak, kurtarmak değildi. Hatta hedefi yalnız o batan Osmanlı İmparatorluğu’ndan yeni bir devlet çıkarmak da değildi. 

Onun yerine, “mükemmel ve yeni bir ülke yaratacağım, çok sağlam temellere dayanacak ve her noktası birbiriyle tutarlı olacak” diye kafasında bir büyük resim yaptı.

Savaştaki stratejik dehası, uyguladığı hücum ve müdafaa taktikleri zaten tarihe geçmiş inanılmaz başarılardır. 

Kısaca birkaç örnek ele alalım. Sakarya Savaşı sonrası Başkumandanlık yetkisi sona ermesine rağmen devamlılığında ısrar etmişti. Taktikler burada başlıyordu. Başkumandan’ın Akşehir’de bir futbol maçında bulunacağı resmen duyurmuş. Mustafa Kemal böylece, Türk hatlarının merkezinde tümen ve kolordu kumandanlarıyla toplanıp taarruz saatini görüşmüş.

Bu sırada, hükümetin savaş planları konusunda kararsızlık içinde olduğuna dair söylentiler çıkarılmış. Dünya basınında da, “Kayıtsızlığa alışmış Türklerden ne beklenir ki!” gibi yazılar bile çıkmış. Ancak, durum hiç de böyle değilmiş. 

Aynı günlerde, Başkumandanın Çankaya’da büyük bir çay ziyafeti vereceği haberi yayılmış. Ancak Mustafa Kemal, bir gece önceden Konya’ya gitmiş ve 26 Ağustos 1922 sabahı saat 5.30’da taarruz emrini vermiş. 

Ya da, Trablusgarp savaşında yürütmüş olduğu gerilla savaşındaki başarısı önemlidir. 

Genç bir subay olan Mustafa Kemal üstün düşman kuvvetleri ile doğrudan savaşmak yerine, vur kaç hareketleri ile düşmana önemli kayıplar verdirmiştir. 

Çanakkale Savaşı’ndaki savunma dehası veya 16. Kolordu Komutanı olarak başarılı bir savunma ve yıpratma savaşı ile düşmanın ilerleyişini durdurabilmiş olması dehasının diğer örnekleridir. 

Ama daha da önemlisi, o istisnai genç beyin, etrafında bombalar patlarken de, sürekli yeni savaş senaryoları yazarken de, her aşamada o büyük resmi hayal etmeye devam ediyor, beyni sayısız ayrı katmanda çalışıyor. 

Nasıl bir demokratik altyapıya oturtulacak, hangi adımlarla hilafetten çıkıp laik bir hukuk devleti haline gelecek, kadın erkek eşitliği nasıl oturtulacak, harf devrimi, kıyafet devrimi, sanat yaşamını da öne çıkaran bütün kültürel devrimler, eğitim birliği, barışçı bir ülke profili nasıl sağlanacak… Bütün bunları eşzamanlı olarak cephede savaşırken tasarlayan, düşünen, geliştiren bir büyük deha var karşımızda. Bu beynin çalışma tarzını kıyaslayabileceğimiz tek insan belki de Leonardo da Vinci. 

Rönesans’ın efsanevi ismi, bildiğiniz gibi aynı anda hem ressam, hem heykeltıraş, hem filozof-yazar, hem mühendis, hem mimar, hem anatomist, hem botanikçi, hem mucit, hem matematikçi, hem jeolog ve tüm bunları en yaratıcı ve mükemmel bir şekilde gerçekleştiriyor. 

Mustafa Kemal’in de, aynen paralel katmanlı ve sürekli çalışan bir beyni olmasa, yalnız 15 yıl yönettiği bir yeni Cumhuriyet dönemine tüm bunları sığdırması mümkün olmazdı. Büyük önder, Leonardo gibi aynı anda 28 kurgu üzerine çalışarak muhteşem eserini, Türkiye Cumhuriyeti’ni planlıyor. 

O resmin içinde kadın-erkek eşitliği vardı. Demokratik parlamenter bir hukuk devleti üzerine dayanan özgür bir rejim vardı. Dil, din, siyaset, etnisite ayrılığı göstermeyen bir toplumsal anlayış vardı. “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” derken bunun bir bütünselliği vardı. Zaten kafasında bu Cumhuriyeti bir kültür devrimi üzerine kurmuştu. Latin alfabesine dayanan yeni Türkçe bir alfabe ve bir dil devrimi; operaya, tiyatroya, sinemaya, güzel sanatlara eşit derecede verilen önem… Sanatçılara verilen önem. Tarıma, ekonomiye, savunmaya, Türk Silahlı Kuvvetleri açısından koyulan hedefleri tabii ki hiçbir zaman unutmayan ama siyasetçilere de “Hayatta her şey olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız” dediği zaman bunu inanarak söyleyen bir Mustafa Kemal. Ve gerçek anlamda, o bahsettiğim resmi çizerken Türkiye Cumhuriyeti’ni bütünsel bir proje olarak görüyordu. Duvarlarda hangi resimler asılı olacak, hangi tiyatrolara gidilecek, davetlerde hangi dans yapılacak, hangi kitaplar okunacak, hangi filmler seyredilecek, “yabancı diplomatları veya bir misyonu çağırdığımda gösterilen hangi tiyatro eserleriyle veya operayla övünebileceğim” diyerek, ideal bir ülkenin mantıksal temelini ve düşünsel temelini kurdu, fiziki altyapısını kurdu. Sonra da Cahide Sonku’larla, Bedia Muvahhit’lerle, Semiha Berksoy’larla, İbrahim Çallı’larla, Muhsin Ertuğrul’larla, Nazmi Ziya’larla, Feyhaman Duran’larla, Avni Lifij’lerle bütün bu altyapısını kurduğu senaryoyu yaşama geçirdi. Onun için Atatürk ve sanat dediğinizde benim aklıma her şeyden önce gelen Atatürk’ün büyük bir devrimci sanatçı olarak yaptığı, hediye ettiği ve emanet ettiği büyük Türkiye tablosu… 

Savaştan çıkmış, hazinesi tam takır kuru bakır olan genç bir Türkiye Cumhuriyeti’nin mütevazi bütçesinden en önemli payları sanat ve kültüre ayırdı. Çünkü Mustafa Kemal’in devrimi, her şeyden önce bir kültür devrimiydi.  O oranlar bugünkü bütçelere uygulansa belki milyar dolara çıkar!

Gençliğinde şiir yazardı. Daha sonra ressamlık arzularını da hissediyor. Atatürk’ün sanata ve resme olan ilgi ve alakası öğrenci ilk yıllarına kadar iner. Bu hususla ilgili bir alıntıyı Lord Kinross’tan aktarıyoruz: “…Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı. Çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları… bir ara Mustafa Kemal dedi ki: ‘Fuat, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resmin üzerinde de dursaydım, Harbiye’de dört duvar arasında kapanıp kalmazdım… sabahleyin şafak söker sökmez resim yapmaya başlardım.”

Daha sonra Cumhuriyeti kurduktan sonra sanatçılar hakkında sarf ettiği en çarpıcı cümleleri, herkes bilir “Sanatkâr cemiyette ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.”

“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”

“Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta Reis-i Cumhur olabilirsiniz fakat sanatkâr olamazsınız.”

Cumhuriyet’in hemen ardından Eylül 1924’te ilk “Musiki Muallim Mektebi”ni açmıştır. Öğretmen, orkestra ve askeri bando elemanı yetiştirmek için… 1925’te bir yarışmayla Berlin, Paris, Budapeşte, Prag gibi Avrupa şehirlerine yetenekli gençleri yollamaya başladı. 1934’te devlet konservatuarı kanunu çıkarıldı. Cemal Erkin, Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey gibi sanatçılar yurtdışına yollandı. 1921’de Türk Ressamlar Cemiyeti, 1926’da Türk Sanayi Nefise Birliği, bir yıl sonra bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin çıkış ismi olan Sanayi-i Nefise Mektebi

3 Ekim 1926: Sarayburnu- ilk Atatürk heykeli

                             

1930 yılı: AR Direktörlüğü ünitesini devlet bünyesinde kurduruyor

Ünlü D Grubu: Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve heykeltraş Zühtü Müritoğlu, 1933’de o dönemde kuruldu.

1929: İlk sanatçı topluluğu “Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği”

Bugün, UPSD ve IAA/UNESCO Dünya Başkanı olarak yazıyorum, gururluyuz, her şeyi ona borçluyuz.

Sanat tarihimize geçen diğer değerli ressamlar geliyor aklımıza Hikmet Onat, Namık İsmail, Malik Aksel, Eşref Üren…

Anadolu’ya yolladığı ressamların eserlerini satın alarak devlet koleksiyonuna kattı. 

1934: İran Şahı ülkeyi ziyaret edecek; Adnan Saygun’a Özsoy Operası’nı sipariş ediyor, yetişmesi için provalara katılıyor. Bu sahneleri bizzat ilk yüksek dramatik sopranomuz Semiha Berksoy’dan dinledim. Çok yakındık. Vasiyetine uydum, kendisini ben toprağa verdim. O günleri anlatırken titrerdi. Darülbedayi Şehir Tiyatrosu Osmanlı döneminde başlamıştı, Mustafa Kemal gelişmesine olanak tanıdı. Sinemaya çok meraklıydı. Elhamra Sineması’nda kendisine özel film gösterim seansları yapılırdı. 

Kadın sanatçılara özel bir önem verirdi Mihri Müşfik, Cahide Sonku, Nazlı Ecevit, Celile Hikmet Enver, Melek Celal Sofu, Maide Arel, Eren Eyüboğlu, Fahrünissa Zeid, Afife Jale

Sanata yaptığı her katkı aklındaki Büyük Türkiye Resminin en güzel parçaları, yani gözü, kulağı hatta nefesiydi. 

1933’te Ahlatlıbel kazıları ile ilk deneyim yaşandıktan sonra, 1935’deki Alacahöyük kazısı da Cumhuriyet döneminin ilk resmi arkeolojik hamlesiydi.

Düşmanlarına karşı bile son derece saygılıydı. Kahramanlığında yanlış yorumlamalara karşıydı! Yerde yatan bir Yunanlının göğsüne süngüsünü saplayan Mehmetçiği tasvir eden resim Çankaya’ya gönderildiğinde “Kapatın ve kaldırın şunu, ne iğrenç manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” demişti. Aynen İzmir’de Yunan bayrağının çiğnenmesine, ayaklar altına alınmasına izin vermediği gibi.

Bana göre herhalde devriminin en gurur duyduğu iki öncü kolu, muhakkak kadın hakları devrimi ve ülkenin sanatçılarıdır.

 Sayısız Anekdotu vardır sanatçılarla: Muhsin Ertuğrul, Atatürk kendisinden Faruk Nafiz’in Akın piyesinden bir bölümü deneme olarak okumasını istiyor. Ancak kendisi sahne dışında bunu yapamayacağını söyleyerek reddediyor: Atatürk biraz şaşırıp kızıyor. “Seninle iddiaya giriyorum sen bu piyesi sahnelediğinde de başaramayacaksın. 1932 Ocak ayında nihayet İstanbul’da Akın piyesi sahneye kondu. Harikaydı. Mustafa Kemal’in gözünden 2 damla gözyaşı süzüldü “Bahsi sen kazandın, en büyük sanatkarımızsın”

Yine şu cümlelerini hatırlıyoruz büyük önderin:

Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılaplarının muvaffak olduğu en kati delildir. Bundan muvaffak olmayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır.

Türk Sanatçıları, her sanat dalında ve edebiyatta, Atatürk’e sadık kaldılar ve gurur duyulacak işlere imza atıldı. Ama maalesef Atatürk/İnönü sonrası hükümetlerimiz Cumhuriyet’in temeli olan kültür devrimine ihanet ettiler. 1950’den sonra hiçbir hükümet mesela bir Modern veya Çağdaş sanat müzesi açmadı.

Mustafa Kemal yaşamı ve başarılarıyla bütün mazlum milletlere örnek ve ilham kaynağı oldu.

Anti Emperyalist duruşun, dünya önderi oldu. Gandhi, Che, Castro, Habib Burgiba hep ondan esinlendiler.

Kennedy öldürülmeden iki hafta önce Beyaz Ev’de Atatürk için muhteşem bir video çektirdi. Ve bu büyük insanı öve öve bitiremedi.

Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1932’de BM tarafından bu uluslararası birliğe “davet edilen” ilk ve tek ülke oldu.

1981 UNESCO Atatürk Yılı, 100. Yıl “Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri” bu UNESCO’nun bir kişiye adadığı tek yıl olarak tarihe geçti. 

1984: “Modern Sanat Tarihi Batı’nın Bir Oldu Bittisidir” başlıklı manifestom San Francisco Modern Sanat Müzesi’nin önünde gerçekleşen eylemden başlayarak dünyaya yayıldı. Sonraları, akan yıllarda, çok düşündüm. O anda cebinde yirmi dolar bile olmayan bir genç olarak bu iddialı eylemi yapma cesareti ve kararlılığını nasıl yaşama geçirebilmiştim? Sonra giderek şu açık gerçeğin farkına vardım: Mustafa Kemal’in ve kılcal damarına kadar Kemalist bir eylemci babanın, İnönü’nün sağ kolu, Türkiye tarihini yerinden oynatan virajlarda etkili olmuş bir Dr. Suphi Baykam’ın oğlu olmasam, bunu yapamazdım. Daha çok evrensel örnek verebilirim, onun sayesinde yaptığım, ama gerek yok, Atatürk’ün ışığı bize yol gösteriyor sonsuza dek ve her alanda inandıklarımız doğruları yüksek sesle söylemekten korkmuyoruz…

Dünya durup düşünmeli neden faşizm, komünizm, hatta vahşi kapitalizm bu kadar eskidi ve taraftarlarını kaybetti de Kemalizm bugün hala dimdik ayakta? Türk aydınların önemli bir kısmı, maalesef Kemalizm’in bir “izm” olduğunu, en az sosyalizm, liberalizm veya kapitalizm kadar farklı ve özgün bir siyasal, sosyal ve ekonomik ulusal ve uluslararası duruş olduğunu çok geç anladılar, hatta bir kısmı hala anlayamadılar! Herkes bu mucizevi ve sade evrensel felsefenin 21. Yüzyılı hatta 3 bin yılı da yine nasıl fethe hazır olduğunu objektif olarak görmeli, kabul etmeli…

Değerli okurlar,

Sanatçı ve yazar Sayın Bedri Baykam’a yazı dizimize verdiği katkıdan dolayı, şahsım ve gazetem adına teşekkür ederim.

Bedri Baykam Kimdir:

Bedri Baykam – Interview & Book Signing/Söyleşi & Kitap İmza Günü | Sakıp  Sabancı Center for Turkish Studies

1957 yılında Ankara’da doğdu. İki yaşında resim yapmaya başlayan Baykam’ın işleri, altı yaşından itibaren tüm dünyada sergilenmeye başladı. Sorbonne’da ekonomi, L’Actorat’da aktörlük tahsili yaptı. California College of Arts and Crafts’de resim ve sinema eğitimi gördü. 80’li yıllarda başlayan uluslararası Yeni Dışavurumculuk Akımı’nın öncülerinden olan Baykam, 1987 yılına kadar Amerika’da kaldı. Yarısı uluslararası olmak üzere 142 kişisel sergi açtı, sayısız grup sergisine katıldı. 80’lerden itibaren politika ve erotizmi çağdaş sanat ortamına taşıdı. 

UNESCO’ya bağlı Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin de kurucularından ve halen bu örgütün Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı olan Baykam, aynı zamanda 2015 yılında düzenlenen UNESCO resmi partneri International Association of Art (IAA) 18. Dünya Sanat Birlikleri Genel Kurulu’nda Dünya Başkanı seçildi. Bir çok süreli yayında yazarlık yapan ve eski CHP PM Üyesi olan Baykam, 31 kitabın yazarı. Hakkında yayınlanmış 51 katalog ve 8 kitap bulunuyor. Baykam halen Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmaktadır.

 

 

 

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00