YAZARLARA VE ŞAİRLERE SORDUK:  MURAT YALÇIN
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 5.01.2021 15:18:00 4038 0

YAZARLARA VE ŞAİRLERE SORDUK: MURAT YALÇIN

YAZARLARA VE ŞAİRLERE SORDUK: MURAT YALÇIN


Türkiye'de, yazmak isteyenler nedense hep yabancı edebiyatçıları örnek alıyor, onların deneyimleri üzerinden bir fikir geliştirmeye çalışıyor. Bu anlamda “Yeni Adana’da Düşünce-Sanat ve Toplum”  olarak bir eksikliği giderme çabası içine girdik. Değerli edebiyatçılarımızın katılımıyla kapsamlı bir bellek oluşturmaya çalışacağız. Yazar adaylarına yol gösterici olacağına inanarak… Bu haftaki konuğumuz kıymetli yazarımız Murat Yalçın...

Yalnızlığı seven, arkadaşları arasında canı çabucak sıkılan, meraklı bir çocuktum. Oyun oynamak yerine kendimi kitaplara vermemle başladı her şey. Giderek, kendimi alamadığım o güzel kitapları yazan kişilerden biri olma hevesine kapıldım. Çocuk yaşta, daha on beşimde düşünürlere, yazarlara özendim.

Yazmaya da bu yaşlarda, günlük tutarak başladım. Günün olaylarını, okuduğum kitaplar üstüne düşüncelerimi, düşlerimi, duygularımı yazdığım günlük bir yerde kişisel gazetem gibiydi. O yaşlarda yazından çok düşün kitapları okurdum. Dünyayı, insanı, zamanı, varlığı ve yokluğu kavrama, dinleri ve inançları inceleme, insanın yeryüzündeki serüvenini öğrenme iştahıyla doluydum.

Sanırım on sekizimde düşsel anlatılar kurmaya başladım. Hem düşünceyi, hem şiirsel ifadeyi, hem bir öyküyü taşıyan metinlerdi. Kısa sürede, şair olmadığımı, düzyazıda kendimi bulacağımı sezdim. Okumalarım adeta yazar incelemelerine dönüştü. Sevdiğim kitapları okurken nasıl yazıldığını anlama, onlardan başka türlü nasıl yazarım diye de araştırma çabasındaydım.

Yazı, gizli tutulmuş bir şeydi başlangıçta. Yazdıklarımı kimseye göstermek, söz etmek istemezdim. Yazdıklarımdan söz edilmesine hiç alışamadım. Geceleri gizli gizli uğraştığım mahrem bir işti yazı. Yirmili yaşlarımda bu alışkanlığımı kırmaya dönük çabalarım oldu. Söz gelimi Hafif Metro Günleri’ni 1996 yılında bilardo salonlarında, kahve köşelerinde yazdım. Emeklilerin çevrelediği masalara yakın, kolon diplerindeki boş masaları seçerdim yine de, yakınıma kimse gelmesin diye siperler, paravanlar arardım.

Önceleri sevdiğim yazarların çalışma düzenlerini merak eder, benzerlikler yakalamaya ya da onların takıntılarını öğrenmeye çalışırdım. Otuz yıldır yayıncılıkla uğraşmanın getirisiyle belki, şimdi her durumda, her koşulda yazabilirim. Elbette çevremde aşırı kalabalık, patırtı olmamalı. Beni bekleyen acil bir iş, kafamda sinir bozucu bir kıymık da olmasa iyi olur. Ama bunlardan daha önemlisi, benim istim üstünde olup olmadığımdır. Beyin kıvrımlarımda katarlar yola çıkmışsa, alnımda sözcük tufanı sökün etmişse bir ambulansın içinde can çekişirken bile yazabilirim.


 

(Bu başlığın oluşturulmasında F. Hüsnü Dağlarca’nın “Yapıtlarımla Konuşmalarım”ı etkili olmuştur.)

Dağlarca’nın Yapıtlarımla Konuşmalar’ı gibi ben de kitaplarıma mektuplar yazabilirim belki günün birinde. Yazarın kitabıyla yüzleşmesi bir özeleştiri değeri taşır.

On bir kitabımdan birini karşıma alacaksam en yaramaz olanını seçerim. Yaramaz derken öbürlerinden başka, ayrıksı yanlarını göz önüne alıyorum. 2013 yılında çıkan İçimde Oğuz Atay ile Orhan Gencebay İkizi Yaşıyor benim neredeyse unuttuğum ama nereye gitsem ilk anımsanan kitaplarımdan. Okurla açık iletişim kurması ona kolaylık sağlamış besbelli. Yazarın yayıncıya yazdığı mektup derlemesi gibi görünen ama özünde yayıncının yazarlara dönüp siz bana böyle böyle şeyler yazıyorsunuz dediği bir kitap.

Yazara yayıncının tuttuğu bir ayna.

İçimde Oğuz Atay ile Orhan Gencebay İkizi Yaşıyor kitabıma derim ki ben seni yazar-yayıncı gerilimini düşürmen, ortamı eğlendirmen için yazdım ama seni okuyan bana bileniyor. Ya iyi bir aynasın ki bakanlar yüzlerini beğenmiyorlar ya da kötü bir aynasın ki bakıp bakıp kendilerini göremiyorlar.

Ne talihsiz bir kitapsın sen! Ne idüğü belirsiz bir kitapsın da ondan talihsizliğin. Mektup musun deneme mi, öykü müsün fıkra mı, belli değil. Kurmaca olup olmadığın konusunda da karşıt görüşler var. Üstelik yayınevinin edebiyat dışı dizisinden çıktın... Ne anlama gelir bütün bunlar, bilmiyorum.

Bir “mizah eseri” olduğun belli olsun diye Semih Poroy çizimler yaptı, düşsel mektupları yazan yazar adaylarının portrelerini karikatürize etti. Emek verildi epeyi, biliyorum ama bu senin ömrünü belirleyen bir şey midir, sanmıyorum. Kitap tükendi, ben de sahaflardan buldukça alıyorum. Yayıncısı yeni basımını yapmakta belli ki çekimser. Bir kez basılıp tükenen ama tekrar baskısı yapılmaya değmez kitaplardan mısın?

Nesin sen azizim? Neyin nesi, kimin fesisin?

Murat Yalçın

23/11/2020


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false