tuzdan yapılma bir ev vardı
tenekelerde çiçekler tozlu perdeler
duvarda çivi ve kireç badanası vardı
ayıp yoktu günah yoktu
kuzey yerli yerindeydi güney gibi
yıldızlar da öyle
babamın hastalığı da
gelemezdi gençliğime
düşemezdi çocukluğuma kapı arası susmalar
onlar gelirlerdi
kırlardan, kuşlardan
gece yarılarından gelirlerdi
toprak ve saman kokularından yapılma bir ev
çatımız tahta
direkler kırlangıç yuvaları
duvarlara sinerdi sesleri
hıdır’dan konuşurlardı
onca zamana kafa tutan
o bir ömür duvarlara konuşandı
paslı demirlere
dingin ümitlere tutunandı
unutulmaz sözler söyler
birbirlerinin sesini gizlerlerdi
ırmakların ismi yakında değişecek
buğday başaklarının
köylerin kentlerin
ve gülüşü sendeleyen bebelerin
kendi güneşini kendi ısıtacak bu topraklar
kuzey ve güney olmayacak derlerdi
doğu ve batı da öyle
uzun odada tenha bir melodi çalar
zaman geceye yaslanırdı
sensiz olmaz biliyorsun
hem gece artıyor
bulutlar ekime taşınıyor
zaman ödünç yol uzun derlerdi
bir tas su vermek isterdim
kuşlardan arta kalmış bir tutam buğday
ben o zamanlar yoktum
hem de çok erkendim
dedim ya en küçükleriydim
dalda meyil artığı
bir elin serçe parmağı
onuncu kardeştim
duyulmamış sözler söylerlerdi
kitapları vardı
yani yasakları ve kalın şiirleri
yer yataklarında okur
hiç uyumazlardı
oysa daha çok erkendi
sabah serinliğine karışıp gider
sıcaklık bırakırlardı evimize
önde olanın ismi mehmet sıdık değil isa’ydı
belki de miro
oydu kavgayı başlatan
koca saman yığınlarını tutuşturan
gelişi beklenendi o
ırmağı ikiye bölen
dua oldu dönüşüne annem
her ayak sesinde bir umut beklenirdi ıssız
hiç gevşetmedi yumruğunu
büyük bir kente gitti
ceylanların koştuğu sarı saçlı bir kent
çok uzaklarda kaldı sesi
uzun bir hikayeye yerleşmiş
doğum lekesi gibi uyuyor şimdi - adı değişecek topraklarda
üşümesin diye tarlalarımızla örttük üstünü
hâlâ resmi durur paslı çivilerde
hâlâ isminin yanı başında P.A.yazar devlet dairelerinde
onlardan öğrendim
gülerek karşılamayı ölümü
ayaklar kaçmak için değil
ezmek içindir zulmü