Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


   YENİ KİTAP HAKKINDA

Turgut ÖZAKMAN üstadın “ÇILGIN TÜRKLER” romanı’ndan önce bu tür hikâyeler aklımdan geçiyordu. Bir kaç defa Cezmi Hoca’ya söyledim.


            “Gel seninle işbirliği yapalım” dedim. “Sen belgeleri bul, ben hikâyesini yazarım.”

              Cezmi Hoca;

              “Olur,” dedi. O günden sonra bir araya gelemedik. Aramızda hala yetmişli yıllardan kalan, ayrılıkların olduğunu seziyorum. Ya da bana öyle geliyor.

              Sanırım ağabeyim Ali’nin cenazesindeydi. Kayınbiraderim,

            “Gel seni birisiyle tanıştırayım,” dedi. “Bu adam Kadirli’nin geçmişini çok iyi bilen bir tarihçi. Tam sana göre biri.”

              Ben de öyle birini arıyordum. Vayisoğlu adını duymuştum ama tarihçiliğini bilmiyordum. Elbette ki bilemezdim. Yıllarca memleketten kovulur gibi, uzaklarda yaşamaya mahkûm olmuştum. Otuz yıllık memurluk hayatım boyunca hep istemiştim memleketimi. Nedense vermediler bu topraklara. Sanki gizli bir yasak vardı, memleketim üzerine.

              Memlekete gelirsem eşe dosta torpil geçermişim. Ya da eş dost baskısı altında kalırmışım.

              Ne kadar saçma bir düşünce. Beni tanıyanlar bilir.

              Neyse; Vayisoğlu Amcayla karşılaştım, yazar olduğumu söylediler. Bir dergide adımı duymuş, memnun kaldı. El sıkıştık. Hoş beşten sonra, tarihçi olduğunu hemen gösterdi. Önce Cezmi Hoca’ya kızdı;

            “Belgesiz tarih olmaz” dedi. “Duyumlarla tarih yazmaya çalışıyor. Bu çok yanlıştır.”

              Aynen katılıyordum sözlerine. Daha sonra Padişah Vahdetinden bahsetti;

             “Vahdettin isteseydi, Mustafa Kemal Cumhuriyeti kuramazdı” dedi.

                Atatürk ile dolu doluydu Vayis amca. Her söylediği söz yıllarca tartışılabilirdi. Daha sonra Fransızların işgalinde Mağaraya sığındıklarını anlattı. Halkın gözünde padişahın nasıl kutsal olduğunu ima etmeye çalışıyordu. Ben de;

             “PADİŞAHIM ÇOK YAŞA “ hikâyesini onun anısından esinlenerek yazdım. 

             Daha sonra yaylaya gittim. Bizim yayla farklı bir yerdir. Farklılığı biraz da bizden kaynaklanıyor. Yani Dokuzoğullarından. Yanımda teyzem var. Cumhuriyet ile aynı yaşta. Biraz konuşturunca eskilerden bahsetti. Halamın kocasıyla, amcamın arasının iyi olmadığından, her zaman kavgalı olduklarından bahsetti.

             Neden kavgalı olduklarını bulmaya çalıştım. Görünürde bir mısır koçanı yüzünden kavga etmişlerdi. Ama ben amcamı da, halamın kocasını da iyi tanırdım. Bir mısır yüzünden kavga edecek insan değillerdi. Sonunda anlaşıldı ki, aralarındaki husumet parti yüzünden geliyormuş.

                  Halamın kocası Menderes’i çok severmiş. Amcam da İnönü’yü çok severmiş. Menderes asıldığından bu yana araları hiç iyi gitmemiş. Ben de;

                “ İBRAHİMZADE ÇEŞMESİ” hikâyesini onların kavgalarından esinlenerek yazdım.

                 Halamın Kocası Halil amca anlatırdı, İslâhiye tarafında askerlik yaparmış. Çok tütüncü yakalamışlar. Onların hikâyesini uzun uzun anlatırdı. Tütünün neden yasak olduğunu sordum, bilemedi. O zaman;

              “ HALİL ÇAVUŞ” hikâyesini de onun askerlik anılarından yazdım.

                Bir de yardım toplanmış Kuvâ-yi Milliye’ye. Kasabada herkes yardım etmiş. Ondan da,

                “TÜTÜNCÜ” hikâyesini esinlenerek yazdım.

                Yine Adana’dayız. Son kitabım olan “AYNA ÇİÇEĞİNİ” bastıracağım. Abdulkadir KAÇAR’la dolaşıyoruz. Birçok matbaacı dolaştık. En eskileri Kemal Matbaasıydı. Ona gidemedim ama duyduğum olaylardan esinlenerek;

           “MERHABA TÜRKÇE” yi yaşayan matbaacılarımızın olduklarını anımsayarak, o kurtuluş günlerini canlandırmaya çalıştım. Bu konularda, ne bir anlatan bulabildim, ne de yazan. Ama var olabileceğini her zaman sezdim. Belki YENİADANA gazetesinin sahiplerini bulabilseydim ona benzer hikâyeleri onlardan duyabilirdim. Ama ulaşamadım.

            Daha sonra bir arkadaşım vardı. Beraber çalıştığımız bir arkadaş. Babasının eski bir siyasetçi olduğunu, bütün Adana tarihini bildiğini söyledi. Bir gün onunla karşılaştık. Bana ilk sözü şu oldu;

           “40’lı yıllarda köylüler şehre inemiyorlardı” dedi. Nedeni de Jandarma yollarda bekliyormuş. Şalvar giyenin şalvarını yırtıyormuş. Pantolon giymeyen şehre inemezmiş. Bütün bunları yaptıran da İsmet İNÖNÜ imiş, biraz abartılı geldi ama anlatan da koyu bir Menderesçiydi.  Ondan etkilenerek de;

            “DAR PAÇA” hikâyesini yazdım. Bizim köyde de böyle bir olay yaşanmıştı. O olayı da canlandırmış oldum.          

         1938 yılına kadar her kararda Atatürk vardır. 1938 den sonra ise Atatürkçü görünme duruşu başlamıştır. Partiler daha fazla Atatürkçü olma yarışına girmişler, bu yarışta Atatürk’ü kullanırken, toplumu ikiye, hatta üçe bölmüşlerdi. 60’dan sonra ise, Atatürk düşmanlığı, gizli gizli işlenmeye başlanmıştır.” MADALYA” adlı hikâyede olduğu gibi kahramanlarla, kahraman geçinenler arasında ki düşünce farkı, gün be gün çoğalarak artmıştır. Artık farklı bir Atatürk çizgisi gelişmeye başlamıştır.

             Bu arada boşlukları dolduran  “TOPAL HOCA”- “KREDİ” – “DOĞUM GÜNÜ” gibi hikâyeler toplumun yaşamını anlatan değişik türler olarak ortaya çıkmıştır. Hepsi de gerçek olaylardan alınmıştır.

            1961 İhtilalinden sonra, düzen değişmeye başlamıştır. Artık hikâyelerin içinde ben ve benim yaşımdaki insanların yaşamları vardır. Demokrasi mücadelesi devam etmektedir. Bunun yanında insan kayırmalar vardır. Bu tip kayırmalarla, birileri malı götürürken, alışılmışın dışında yeni bir kavim doğmaktadır. Bu kavme göre, her şey sahtedir. Tarih sahte, olaylar sahte, kitaplar sahtedir. Birileri, birilerini korumak için sahte tarihler yazmıştır. Bunların başı da askerlerdir. En basit örneği de İnönü savaşıdır. İnönü savaşı diye bir savaş yoktur. O olay Sadece birkaç çete savaşıdır. Buna benzer savaş her yerde olmuştur. Ayrıca Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak gibi askeri dehalar varken, İsmet İnönü gibi sıradan birine yetki verilmiş, halka zulüm yapılmıştır.

              Bence bu kavim günden güne büyüyecek, Cumhuriyetin son 50 yılını karabasana çevirecektir. Ben buna ne kadar dövünsem de, tek başıma mücadelem yetmeyecektir. Kimsenin de gücünün yeteceğini sanmamaktayım. Ta ki yeni bir Atatürk ortaya çıkana kadar, O çıktıktan sonra, Cumhuriyet, bağımsızlık ve demokrasi daha da güçlenmiş olacaktır.

            Son yazdığım hikâyeler bu tür hikâyelerdir. Bence her hikâye Atatürk’e şikâyet için yazılmıştır. Onun için bu kitabın adına;

          “ YARISI ATATÜRK” ismi verilebilir.

           Yukarıdaki yazıyı 2000’li yılların başında yazmıştım. Henüz AKP diye bir parti yoktu. İşte o günlerden bu yana yazdığım hikâyeleri yeniden gözden geçirip, kitap çıkarma hazırlığına başladım. Kitap çalışması hazır olunca tekrar bilgi vereceğim.

         Okuyucularımdan bu kitabı şimdiden sipariş vermelerini öneririm. Hoşça kalın.

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92