Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


BİR SARAYDA YAŞIYOR BEDENİM    

”Ozanlar.” diyorum. Daha düne kadar kendimi şair olarak bilirdim. Osmaniyeli bir kardeşimiz beni “Kadirlili Halk Ozanı.” olarak tanıtmış. Çok da hoşuma gitti. Birazcık gururlandıysam beni affedin.


                                 

                   Yok, artık dert şarkıları usumda

                Gözyaşlarım salkım söğüt değil,

                Türküler yok,

                Ağıtlar yok,

                Vurdular, kırdılar yok geleceğimde.

                 Mutluluk ve sevinç var görünürde

                Bir sarayda yaşıyor bedenim.

                 Ozanlar farklı bir pencereden bakarlar dünyaya.

               ”Ozanlar.” diyorum. Daha düne kadar kendimi şair olarak bilirdim. Osmaniyeli bir kardeşimiz beni “Kadirlili Halk Ozanı.” olarak tanıtmış. Çok da hoşuma gitti. Birazcık gururlandıysam beni affedin.

              Yukarıdaki şiir bana aittir.

              “Yok, artık dert şarkıları usumda.”Demek ki şairin geçmişinde acıklı şarkılar, türküler, ağıtlar varmış. Acıklı türküler, şarkılar ve ağıtlar; fakir, çileli insanların yaşamının bir parçasıdır. Ben de 1950’ den sonra doğan insanlardanım. 1950 ile 70 arasında doğan bizler çok şey gördük. Açlığın, susuzluğun çıplaklığın, ne olduğunu en iyi bu nesil bilir.

              Diyeceksiniz ki bundan önceki nesiller bilmez mi?

              Öyle bir bilirler ki, bizim yaşamımız, onların yaşamının yanında bir hiç kalır. Bizden çok çok beterini yaşadı onlar. Fakat bizim onlardan farklı bir tarafımız vardır. Biz her iki tarafın da yaşamını az çok biliriz. Mesela onlar çoğunlukla bilgisayar kullanmayı bilmezler. Dijital teknolojilere akılları ermez. Araba kullanmayı fazla beceremezler.

             Biz ise, beştaş oynamasını da biliriz, bilgisayar oyunlarını da. Teknolojinin her türlüsüne kapımız açılmıştır. Bilmesek bile, kısa zamanda bir yolunu bulur ustalaşırız. Öğrenme yeteneğimiz korkunç seviyede açıktır.

             Tabi ki sorunumuz sadece teknoloji üstüne değildir.1960 ‘lı yıllarda buzdolabını bilmezdik. Makarnayı tatmamıştık. Kardeşimle bir yere gittik. Orada bize makarna yemeği sundular. Yufka ekmeği ortasına vurunca çıkardığı sesi hiç unutmam. Tadı hala damağımda kalmıştır.

           Kurbanlarda kesilen etleri saklayacak bir dolabımız yoktu. Etleri ince şerit halinde (çaman yapar) güneşte kuruturduk. Bazıları kavurma yapar, cerelerde saklardı. Cereleri de toprağa gömerdik. Daha sonraları iyi hatırlıyorum, Et Balık kurumu pişmiş kavurma satardı.

          Bizler yaylacıyız. Bahar gelirken yaylalara gider oralarda koyun otlatır, fasulye, mısır üretirdik. Çok güzel yayla domateslerimiz olurdu. Onun yeşilinden turşu kurardık. Kış boyu o turşuları yerdik. Bundan başka bamyayı da,  yemeğini de bilmezdik. Çok sonraları bamya yemeği ve karnabahar kızartmasını yemeye başladık.

           Bu arada salatalıklarımız, turşuluk biberlerimiz, kabaklarımız çok tatlı ve yerliydi. Şimdi onları bulmak mümkün değil. Bulunsa bile tadı onların tadını veremez.

         İneklerimizden ve keçilerimizden üretilen peynirlerimiz de olurdu. Onları derilere vurur, hem satar, hem de kış boyu yerdik. Bir de tereyağımız olurdu. Rahmetli Anam tereyağını eritir, çiriş kökünden yapılan hızmanlar da saklardı. Hızman yağı yemeklerde burcu burcu kokar, tadına doyum olmazdı.

           En büyük derdimiz buğdayın bol olmamasıydı. Bakmayın siz şimdiki çiftçilerin tonlarca buğday kazandıklarına. Eskiden tarlalar öküzlerle sürülürdü. Gübre nedir bilen olmazdı. Ekilen tohumluklar ancak bire on verirdi. Yani bir şinik buğday ekersen, on şinik buğday alırdın. Bir şinik yaklaşık 7-8 kilo civarındadır.

            Ayrıca kazanılan buğdayları saklayacak yerimiz yoktu. Evlerimiz toprak damlardandı. Yağmur yağınca her taraf akar, yiyecekler ıslanırdı. O nedenle buğdayın fazlasını samanlıkların içindeki kuyularda saklarlardık. Orada da çoğunlukla nemlenir, fazla durursa kokar, yenmeyecek hal alırdı.

            Ekilen buğdayları saplarından dövenlerle(gemlerle) ayırırdık. Kalın ağaç tahtaların altına çakmak taşı yapıştırılarak döven (gem) yaparlardı. Dövenleri atlara, öküzlere koşar sapların parçalanmasını sağlarlardık. Sonrada rüzgâr yardımıyla taneyi saptan ayırır, buğdayı ortaya çıkarırdık. Sapını inekler yer, buğdayını biz yerdik.

           Ekinleri oraklarla biçerdik. Biçilen ekin destelerini kadınlar şelekle(Sırtlarıyla) harman yerine taşırdı. Bilezik gibi buğday destesi harman yerimiz olurdu. Harmanın ortasını sular, temizler, pekiştirir, tozdan kurtarırdık. Harman yerine sapları dağıtır, üzerine atlarla veya öküzlerle döven çeker saman haline getirirdik. Ayrıştırılmış buğdaydan, dövme, bulgur, un, setik ve kavurga yapardık. Bunların her birinden çeşitli yemekler üretilirdi. Mesela yoğurtlu çorba, bulgur çorbası,  bulgur mercimek karışımı sıkma köfte başyemeklerimiz sayılırdı.

           Koyunların yününden Rahmetli Anam kirmende iplik yapardı. Pamuktan da çıkrıkla ip eğirirdi. O ipleri Darendeli boyacılar gelir renklendirirlerdi. Renkli iplerle, çul dokur, çuval dokur, heybe, seccade, kilim ve halı dokurlardı.

           Çıkrık ve kirmenin ustası babamdı. Bütün köylü ona yaptırırdı. Fakat çıkrık kullanmayı herkes beceremezdi. Onun ustası da rahmetli annemdi.

          Bizden öncekiler inek derisinden çarık giyerlerdi. Biz onlara zor yetiştik. Çarık giymiş adam gördüm ama çarık giymedim. Bizim zamanımızda naylon patikler çıkmıştı. Okula o naylon terliklerle giderdik. Kışın da kara lastik ayakkabılarımız olurdu. Onlarla çorap giydiğimi hiç hatırlamıyorum.

          O şiirin sonunda diyorum ki;

          “Bir sarayda yaşıyor bedenim.” İşte anlatılan şimdiki çocuklarımızdır. Onlar fakirliğin nasıl bir şey olduğunu bilmezler. Bu satırları okuduklarını da sanmıyorum. Okusalar bile fakirliği anlayamazlar. Bazılarının bu yazıdan siyasi malzeme çıkarmak istemelerini de kınıyorum. Çünkü bu şartlar bizim ülkemize mahsus bir olay değildi. Bütün dünya böyle yaşıyordu. Ve bizler böyle büyüdük. Böyle yetiştik. Böyle ilim irfan sahibi olduk.

               Geçen hafta sonu Kurban Bayram haftasıydı. Her ne kadar muhalefet açlıktan, susuzluktan, yoksulluktan bahsetse de herkes kurban kesmişti. Kurban kesmeyen birkaç aile vardı. Bir de şehrin abdalları. Gelenlere paylarını verdik ama bu benim hoşuma gitmedi. Bir yerde kurban eti için,

        ”Üçe bölüneceğini, birini kesmeyenlere, birini gelenlere, diğerini de ev halkının yemesi.” Belirtiliyordu. Durum böyle olsa da kurban kesenler etlerini derin dondurucularda saklama peşindeydiler. Buna da üzüldüm. Hepimiz hata yapıyorduk.

          Sürçü lisan ettik ise af ola, dilerim ki insan önce insan ola.

       

 

 

       

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00