Öykü: Tuba Özkur Aksu

Öykü: Tuba Özkur Aksu

EŞEK ARISI

Neye, kime havladığı belli olmayan Karabaş’ın sesi traktörün sesine karışıyordu. Adadıyoz tipli, elindeki kalın ağaç dalıyla yeri eşeleyen Tufan, Ahmet’e, bırak şu inadı, satalım şurayı, parasıyla ölene kadar rahat yaşarız, direnmenin ne ası var? dedi.

O sırada dalın ucuyla yerden söktüğü taş hızla fırlayıp ağımının üstüne düştü. Sopayı bir tarafa fırlatıp bir küfür savurarak uğunmaya başladı. Tarlana da tapanına da başlayacağım, ne anlıyorsun şu afaradan bilmem ki…

Traktörü kullanan abadi renginde yüzüyle az sonra bayılacağından korkulacak kadar solgun Ahmet ses çıkarmadı. Zaten sessiz her şeyi kabullenen bir mizacı vardı. Akman ruhu hiç kirlenmemişti.

Tufan bu tarlanın işleriyle hiç ilgilenmemişti. Ahmet’ten bir yaş küçüktü. Adam olsun diye yatılı okullarda okumuştu hep. Evden iyice uzaklaşmıştı. Okul bitince köye dönmemiş şehirde para kazanacağını düşündüğü bir sürü ahzüila işine girmiş, hepsini de batırıp çıkmıştı.  Annesinin elmas asırgalarını bile satmış ahzen yüzlü anacığının yüzünü soldurmuş hiç güldürmemişti. Şimdi de baba yadigarı Ahmet ve annesinin tek geçim kaynağı olan bu tarlayı satmak istiyordu. Aferist bir ruhu vardı. Abus suratı hiç gülmez, ajitatör davranışları ile insanları kışkırtırdı. İki kardeş nasıl bu kadar farklı olabiliyordu. Herkes şaşırırdı. Ahmet mazlum bir insan olmasaydı aralarında adevet kaçınılmazdı.

Ahmet’in aksesi vardı. Ona rağmen çalışmaktan hiç kaçmazdı. Nöbet tuttuğu zamanlarda elden etekten düşer yatar kalırdı. Kendine gelince yine tarlaya koşardı. Hiçbir zaman amelinda olmamıştı.

Tufan söylenmeye ayağını uğuşturmaya devam ederken, Ahmet traktörle defalarca gitti geldi. Tufan’ın etrafında daireler çizdi. Öğlen güneşi tepelerini iyice yakmaya başlamıştı. Ahmet, biraz dinleneyim, diyerek traktörü durdurdu. Şakaklarından ter süzülüyordu. Tarlanın ortasında kesmeye kıyamadıkları asırlık çınar ağacının gölgesinde duran atlangıç benzeri taşa oturdu. Kasketini çıkaran Ahmet, boynundaki büyükçe mendille alnında biriken boncuk boncuk teri sildi.  Hiç iyi görünmüyordu. Yerden bir apaz toprak alıp, bu ne kadar değerli bilir misin? dedi. Tufan alaycı bir gülüşle baktı. Ne abullabut bir adamdı yahu

Ahmet bu arada titremeye başlamıştı. Bu hiç iyi bir haber değildi. Son zamanlarda ilacını aksatıyordu. Çenesi kilitlendi. Oturduğu taştan, yerdeki azganların arasına düştü. Ağzından köpükler geliyordu. Böyle zamanlarda yan çevrilip dilin nefes borusunu tıkamamasını sağlamak gerekirdi. Çocukluklarından beri böyle yaparlardı. Ayrıca ağyar bilirdi bunu. Ama Tufan hiçbir şey yapmadan bakıyordu. O an Ahmet ölse, tarlanın satılmasına engel olacak kimse kalmazdı. Kumar borcu birikmişti. Hayatı tehlikedeydi. Bunlar aklından hızla geçerken Ahmet’e yardım etmiyordu. Hatta, ekmeğime yağ sürecek, ne yapabilirim, diye düşünmeye başladı.

Aniden Ahmet’in elinden düşen kasketini yerden kapıp, yüzüne bastırmak fikri her yanını ürpertti. Aklına geleni yapsa mıydı? Kaskete doğru meyil edeceği  sırada, yörenin zehirli eşek arılarından ikisi  peydahlandı. Hızla başının çevresinde dönmeye başladılar.   Tufan kovaladıkça arılar iyice coştu. Biri Tufan’ın gözünü soktu.  Acıyla yere yıkılırken bağıran Tufan’ın ağzından giren diğer arı da bogazını soktu. Bu debelenme sırasında Ahmet’e çarptı ve onu yan çevirdi. Ahmet’in dili nefes borusundan çekilmiş, derin bir soluk alıp öksürmeye başlamıştı. Yavaş yavaş doğruldu ve yanında morarmış yüzüyle yatan Tufan’ı gördü.


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

Oğuzkan Bölükbaşı
12.05.2021 11:43:08
O ne güzel Türkçe. Ne güzel tasvirler. Bir fizikçinin evrenin bir parçasını oranın diliyle anlatışı. Kutlarım Tuğba

Anahtar Kelimeler: : Özkur