ÖYKÜ: İlkay Noylan
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 2.06.2022 14:05:00 21274 0

ÖYKÜ: İlkay Noylan

​​​​​​​EVLERİN KOKULARI

“Hayırdır bu saatte…” diyerek elini göğsüne bastırdı annem. Üç kere çevrilen anahtarın şıkırtısı.

Titrek bir “Kim o?”

“Abla ben Fatma.”

 Açılan kapı. Annemin boğuk sesi:

“Kötü bir şey mi oldu kızım?”

“Annemi hastaneye kaldıracağız, ben yanında gideceğim.”

Yazıklanan, öte yandan Fatma’yı teselli etmeye çalışan annemin sesini duyuyorum. Kapı ağzında telaşla derdini anlatmaya çalışan Fatma’yı oturduğum yerden görebiliyorum. Yumruk yaptığı ellerini askılı elbisesinin ceplerine sokmuş.

“Kız uyuyor evde. Rica etsem Semra başında durabilir mi? Kusura bakmayın bu saatte sizi de…”

“O nasıl söz kızım, tabii ki. Kalp mi yine?”

“Evet, sıkıştırdı.”

Annemin eline biraz mahcup biraz sabırsızca anahtarlığını bırakıyor Fatma:

“Uyanmaz o, sabaha kadar ama evde yalnız bırakmak istemedim. Hastaneye de götüremem.”

“Merak etme, söylerim şimdi Semra’ya.”

“Divana yastıkla pike çıkardım. Semra isterse…”

Annesi geçen sabah hastaneye kaldırıldığında Fatma, Ela’yı bize bırakmıştı. “Öğretmen abla…” diye bütün gün peşimde... O günden sonra her fırsatta tam karşımızdaki apartmanın bir hiza balkonundan bakıp seslenmeler: “Öğretmen abla, bak bunu boyadım.” Minicik elinde havada sallanan bir kâğıt. “Öğretmen abla, bebeğimin saçını taradım.” Sarı uzun saçlarıyla yüzü bize dönük ucuz plastik bebek. “Eteğimi anneannem aldı.” Balkonda görüş alanıma girip bol beli, dizinin altına gelen boyuyla eteğini göstermek için binbir maymunluk. “Bugün anneannem üç aylığını çekti. Bana ördek aldık.” Beline geçirdiği lastik ördekle ondan mutlusu yok.

Fatma’nın merdiven boşluğunda giderek uzaklaşan terlik sesi… Ev sahibinin içinde bulunmadığı ev. Gitme zorunluluğum. Gece yarısı. Derin bir offf…

Annem, Fatma’nın anahtarlığını elime tutuştururken:

“Üzerine hırka al da Fatmalara geçiver Semra,” dedi.

Kalktım. Masa üzerindeki romanı koltuk altıma sıkıştırdım. Yanındaki cep telefonumu kotumun arka cebine soktum. Kapıdan anahtarı çıkarırken annem arka odadan yetişti:

“Uyumam ben, alma anahtarı. Tut şu hırkayı.”

Uzattığı beyaz penye kendini salmış, ceset gibi. İtiraz etmedim yine de. Kalp kırmaya gerek yok. Cayır cayır temmuz gecesinde, hırka… Elimi uzatıp aldım.

Apartman kapısı arkamdan kapanırken cankurtaran bağırarak uzaklaşıyor. Caddenin diğer tarafındaki parkta keyif yapan birkaç yazlıkçı sohbeti kesmiş cankurtaranın uzaklaştığı yöne bakıyor. Ben de baktım. Mavi ışıkla dönüp duran tepe lambasından göğe çevirdim bakışlarımı. Yıldızlar pırıl pırıl parlıyor. Hafif esinti, parktan çam kokusunu getiriyor. Parmak arası terliklerimi şıpırdatarak yan apartmana girdim. Geçtiğim her katta otomata bastım. Bir aydınlık bir karanlık…

Kapıdaki isimlikte Tahsin Çakıroğlu yazıyor. Kaç yıl oldu Tahsin amca öleli? On, on bir? Anahtarı yuvasına soktum. Çevirdim. Kilitlenmemiş kapı açılıverdi. İçeri girmeden önce kulak kesildim. Çıt yok. Burnuma, eve sinmiş ayçiçeği kokusunun ağırlaştırdığı hava çarptı. Koku burnuma fazla geldi. Anahtarı cebime koydum. Cep telefonumu titreşime alıp sesini kıstım. Hırkayla kitabı masanın üzerine bıraktım. Ay ışığı her yeri yeterince aydınlatıyor. Lamba yakmadım. Parkı gören arka odaya geçtim. Naftalin kokusu odaya sinmiş. Öksürmemek için kendimi zorladım.

Dalgalı kahverengi saçları yastığına dağılmış. Komodinin üzerinde ona aldığım süslü tokalar ve pelüş tavşancık. Ayaklarını, bir kolunu pikenin dışına çıkarmış. Dupduru yüzüyle derin uykuda. Pikeyi çektim, ayaklarını, kolunu örttüm. Pencereyi kapattım. Bir süre ayak ucunda dikildim. Minik Ela da büyüyecek. Kocaman kız olacak. Kafasına koymuş, meslektaş olacağız. Tabii benim de son sınıfı bitirip mezun olmam gerek. Anneannesi görür mü büyüdüğünü? Fatma’nın tek derdi, annesinin yanına sığındığından beri iki kadın el ele verip Ela’yı büyütmek. Kendi gidemediği okullara gönderip kızını meslek sahibi yapmak. Ela’yı kurtarmak… Uzanıp saçlarından öpsem uyanır mı acaba? Usulca çıktım odadan.

Odanın devamı olan koridoru geçtim. Bu daire, bizim evin aynısı. Televizyonumuzun durduğu yerde burada divan var. Fatma, kar beyaz yastıkla, pike koymuş divanın üzerine. Sağ olsun düşünmüş onca derdinin arasında. Denize bakan balkonun kapısını açtım. Temiz havaya çıkmak iyi geldi. Tüm zamanımızı geçirdiğimiz balkonun manzarası burada açı değiştiriyor. Her gün önümde uzanan denize bu açıdan bakmayı yabancıladım. Alışkanlıklar ne tuhaf. Balkondan anneme el salladım. Hemen demirlere yaklaştı. Avuç içlerimi birleştirip başımı yana eğdim yanağımı ellerime yasladım. Eliyle “tamam” yaptı. İçeri geçtim.

Canım ışığı yakmak, kitap okumak istemedi. Teyzenin bütçeye katkı, örüp örüp sattığı sabunluklardan bir tanesi, yarısı örülmüş hâlde koltukta kalmış. Şişlerden biri yerde, ilmekler kaçmış. Ellemedim. Bütün mobilyalar solmuş renkleriyle sahipsiz gibi. Ne koltuğa ne divana ne de beyaz olduğunu bildiğim plastik sandalyelerden birine oturmak istedim.

Seyrek aralıklarla içeri gidip kapıdan başımı uzatıyorum. Öyle delişmen döne döne uyuyan bir çocuk değil Ela. Pozisyonunu hiç değiştirmemiş. Üstü örtülü. Nefesini dinledim. Düzenli. Balkonlu odaya döndüm. Ellerimi arkamda birleştirip pencereden dışarıyı izledim. Karşı sahil, yanaşan gemiler için bolca aydınlatılmış. Yabancı bandıralı ışıl ışıl birkaç gemi demirlemiş. Pencerenin önündeki sehpada Tahsin amcanın avlanırken boynundan eksik etmediğini her seferinde anlattığı dürbün duruyor. Elimi sakınmasız dürbüne doğru uzattığım anda otomatik bir yay sistemi varmış da kolumu harekete geçirmiş gibi geri çekiyorum. “Başkasının eşyasını, değil ondan izinsiz ellemek, başkasına ait olan şeylere gözünün ucuyla bile bakmayacaksın!” Annemin sesi kulağımda. Dürbün gözümün önünde. Ne annem var burada ne ev sahibi. Dürbün artık elimde. İçimde buyurgan bir ses sakın, diyor, sakın evlerin pencerelerine çevirme dürbünü! Herkesin mahremi kendine… Balkona çıkmadan gemilere bakıyorum. Önce zorlansam da odağı tutturmakta sonra netleşiyor görüntü. Görüntü netleştikçe içinde bir adam beliriyor. Elindeki dürbünle kıyı boyunca evleri tarıyor. Kulağıma gelen mekanik, metalik seslerle suçüstü yakalanmışım gibi irkiliyorum. Çöp arabalarının konteynerleri boşaltma vakti. Yüreğimde bir çarpıntı. Dürbünü sehpaya bırakıyorum.

Duvarlara, koltuklara, yerdeki kilime sinmiş yağ kokusu. İçimi bulandırıyor. Her evin kendine has kokusu olur.  Bizim evimiz nasıl kokuyor acaba? Aklıma belirgin bir koku gelmiyor. İçinde yaşayınca insan ayırt edemiyor demek. Kanıksıyor. Teyzemin evi ya kurabiye, kek ya da poğaça kokar. İlla da misafirlerin parfümleri. Babaannemin mutfağı her zaman beyaz sabun, taze yufka, odalar ütülü ve kolalı örtülerin arasına sinmiş yalnızlık ve yaşlılık. Dayımın odası sigara kokar.

Tek başına asılı durduğu duvarda büyük saat, sessiz. Artık birbirini kovalamayan akreple yelkovan pek zavallı görünüyor. Yan duvara yaslanmış arkası aynalı büfede kahve fincanları ve su bardakları özenle dizilmiş. Aralarına Tahsin amcayla eşinin evlilik fotoğrafı konmuş. Özlemişler midir birbirlerini? Büfenin çekmecesinden bir kurdele sarkmış. Çekmeceler her zaman dolaplardan daha ilginçtir. Dolaplarda misafir yemek takımları yahut katlanmış üst üste yığılmış giysiler olabilir. Çekmeceler öyle mi ya. Sürprizle doludur. Ne vardır bu çekmecede?  Başka fotoğraflar mı? Faturalar mı? Sabunluk olmaya aday çileler mi? Boyama kitapları mı? Elimi uzatıp açıversem birini. Misafirlikte değilim. Babam yıllar önce öldü. Annem burada değil. Bu çekmeceye elimi sürsem şu anda kimse kılıma dokunamaz. İçimde giderek büyüyen “Aç bak, aç bak…” diye tezahürat yapan meraka ne demeli? Ben ister miyim evimi emanet ettiğim komşumun çekmecelerime dalmasını, dolaplarımı karıştırmasını? Belki utanacağım bir şeylere gözünün değmesini. Git Ela’ya bak. Üzerini açmışsa...

Sırtını pencereye verip yan dönmüş. Saçlarını yüzünden çekerken aynalı dolapta kendimi gördüm. Aynaların arkasını herkes benim kadar merak eder mi? Usulca yatağın etrafını dolandım. Dolabın kulpu parmaklarımın arasında. Kalp atışlarım hızlandı. Parmak uçlarımda karıncalanma… Yanaklarıma hücum eden kırmızılığı hissediyorum. Taksinin kapanan kapısı. Parmaklarımın kavramasına ramak kala kulp öylece kaldı. Pencereye yöneldim. Açıp başımı uzattım. Fatma bir yandan para üstünü cüzdanına yerleştiriyor, diğer yandan elinin tersiyle göz yaşlarını siliyor. Apartmanın önündeki banka oturdu. Başını ellerinin arasına aldı. Neden sonra başını kaldırıp yukarıya baktı. Göz göze geldik. Başını iki yana salladı. Yıldızlar gökyüzünde parlamaya devam ediyor.


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9693,46%1,77
  • DOLAR

    32,58% 0,35
  • EURO

    34,75% 0,10
  • GRAM ALTIN

    2507,64% 0,95
  • Ç. ALTIN

    4181,01% 0,22
  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı