ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 2.06.2022 14:05:00 20959 0

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

​​​​​​​AT KESTANESİ

Tam da geleceğe ait kararlarını vermiş, yolunu çizmişken oldu her şey. Şimdi nereden çıkmıştı bu iş. On yıl önce olsaydı, böyle bir değişimi kabullenmek, uyum sağlamak çok daha kolay olurdu. Yoksa yaşam beni ödüllendiriyor mu diye de düşündü. Çok direndi kendine, sonra kendi kapısını açma isteği ağır bastı. Kuşkularını bir yana itti, duygularının peşinden gitti.

“Oyun oynamayı sever misiniz? Ben severim. Hele de sorumluluğunu aldığınızın, dört ayaklı da olsa, gönlünü yapmanız gerektiğini biliyorsanız oynayacaksınız” diyor. Çok duyarlı, kollayıcı bir tavırla etrafa bakınarak, nağmeli bir seslenişle çağırıyor: “Nerdesiiin!”. Derin bir uykuya mı daldı, hangi perdenin arkasında, radyatör üzerinde mi, yorganın altında mı, arayıp görecek. Erkek kediyi çok severdi, kadın sonradan kediyi de çok sevdi.

“Nerdesiiiin!” Gelip kadının kucağına oturuyor tekir. Derin uykuya dalmışken, birden silkinerek başını patilerinin arasından çıkarıyor, gözlerini kapıya dikiyor. Yerinden fırlıyor birden, masa örtüsünün altında gözden kayboluyor. Az sonra kapı açılınca, kadının o bildiği kokuyla erkek içeri giriyor. “Merhabaa, kız nerdee?” İlk işi, kediyi öpüp sevmek. Elini yüzünü yıkamış olsa da kedi patileriyle adamı iteklemeye çalışıyor. Adam kediyi çok çok seviyor.

“Küçük bir kız çocuğu gibisin” demişti yaşını başını almış kadına, sıcak, yumuşak bir sesle, bazı günler, bazı akşamlar. Uzun süre adını seslenememişti kadının. Kadın “dilinin sürçmesinden mi korkuyorsun?” dediğinde, yandan çarklı bir tebessümle, başını hayır anlamında sallarken suskun kalmıştı erkek.

İlk gün “Evime kadın geldi!” diye bağırmıştı. Tam bir sevinç narasıydı bağırması. Sofra hazırlamada nasıl becerikliydi. Çatal, bıçak, bardaklar yerinde. Kahvaltı tabağında salatalık, domates, yeşilbiber öyle rastgele doğranmamış, bir kompozisyon oluşturuyorlar. Masa örtüsüyle peçetelerin rengine dikkat ediyor, her şey bir uyum içinde. Gömlekleri renklerine göre sıralı asılmıştı. Bütün kıyafetleri özenle ütülenmiş, giyilmeye hazır. Kadın çok şaşırmıştı ilk gördüğünde. Mesai bitiminde kendi dünyasına kaçtığını sonra öğrendi. Ayrıca yük altında kaldığını, emanetleri olduğunu da giderek görecekti.

Sonra iyi niyetine inanamadığını söylediği günler geldi. “Nasıl bu kadar iyi niyetli olabilirsin, inanmak zor.”, “Huzurun kapısını aralayabilmek için normal olan bu değil mi?”. Erkek inandığı zaman da çok geç olmuştu. Görünmeyen bir güç, rüzgâr estiriyordu sanki. Özen, sabır, emek; iletişimi ve güveni sağlamaya yetmemişti. Kadın nöbet yerini terk edememişti. Bırakıp gidemedi. Giderse kimsesiz kalacakmış gibi garip bir duygu yaşıyordu. Bağımlılık değildi ama neydi bu? Kendi kapısını açmıştı ya bir kez ama bu kendisiyle ilgili bir gidememe nedeni olabilirdi. Ya o ne yapardı? Zaten gitmesini isteyen de bekleyen de yoktu ki. Onun da kimsesiz kalma gibi bir korkusu olduğuna inanıyordu. Babası ölürken onun bir yarısını götürmüş gibi, itilip kakıldığı çocukluğunu anımsadığı anlarda hüzünleniyordu. Öyle anlatıyordu babasına çok benzeyen erkek çocuk ama annesi “suyun öteki yanından” olmakla övünüyordu.

Okudukları kitaplar, resim ve müzik üzerine konuşmaları, sözcüklerin sihrine kapılıp köküne varma, tarih konulu sohbetleri verimli, doyurucu zaman paylaşımlarıydı. Bir de kediyi severken çok mutluydular.

Suskun, dikkatle ekrandaki vahşi hayvanların yaşamlarını izliyor, sonra herkesin uykuya daldığı saatlerde o, boyaların, fırçaların arasında yeni günü karşılıyor.

Bir gece, neredeyse sabaha karşı, bir fıkra anlattı adam. Ne çok gülmüşlerdi. Gündüzlerin gerilimli havasının üstüne, “komşular ne der bu saatte bu kahkahalara” diyerek. Bir fıkra en fazla kaç kez anlatılır, her anlatışta da gülünür? Bir fırtına, boşalma, gevşeme, sıcak bir esintiydi odadan geçen.

Bir başka gece de kaldırımda karşıya geçmek için beklerken, duraklayan otobüsün arka sahanlığında ayakta duran genç kadınla bakışmalarını anlattı. Yol açılıncaya kadar geçen bir iki dakika. Otobüs uzaklaşıncaya dek geçen süre. “İn deseydim inecekti sanki. Öyle samimi, bir o kadar da temiz baktı. Hüzünlüydü. Belki kalbi kırık biriydi, kim bilir?”. Ne kadın, ne de adam o anın gerçekliğini yıpratacak bir şey söylemedi, sormadılar. Aşağıda olsaydı bakabilir miydi, belki birine benzetti de gözünü ayıramadı, diye konuştular. Kadın, “ikimiz de kendi dünyamızda ama birbirimizi iyi tanıyor olmanın yarattığı, çok noktada buluşabilmenin rahatlığıyla yaşıyormuşuz, buymuş yaptığımız” diye düşündü, adamın ardından.

“Ne yazıyorsun, beni mi?”. “Hayır henüz değil” derken gülüyor kadın. “Yaz da, seni nasıl üzdüğümü yaz. Yeter ki yaz. Sakın bırakma.” diyor adam, dili dolaşarak.

Hastalığı ilerleyince yattığı yerden seçerek gömlek, ceket, takım ne varsa indirtti. Âdeta eliyle dağıttı, arkasında iş kalmasın diye. Bana bir şey olursa sakın korkma dediği günlerdi artık. Kadına boğazındaki düğümü, gözyaşı dökemeden çözmek kalmıştı. O zaman elbiselerin altındaki fotoğraf dolu torbayı gördü. İlk eşiyle düğün resimleri. Atılmıştı diye biliyordu. Her gün sağlığı biraz daha kötüleşirken soramazdı. Adam fotoğrafları sorunca cesaret buldu, sordu. “Annemlerdeydi, getirdiler”. Şaşırdıysa da içinde ne kıskançlık ne de sitem duymadı. Aklı ondaysa da artık önemli miydi? Annesi çok mu sevmişti ilk karısını? Yoksa arada bir oğlunun aklı karışsın mıydı? Herhangi bir kadınla evlenecek adam da değildi ki.

Bir eylül günü “sevgisini anlatamadan” gitti adam, yüzünde kalan acı tebessümüyle. Adam gittiğinde, ağzında bakır tadıyla kaldı kadın. Kadının dokunup el uzatamadığı, adamın arada kaldığı çaresiz günlerin ardından, o eşiği atlamak çok mu zordu, verdiğin sözün yükünü ancak böyle mi omuzlayabiliyordun, diye söylendi. İkisi de terk edilme endişesi yaşamamışlardı, gözü arkada yaşayamayacağını biliyorlardı birbirilerinin. Oysa şimdi direnmeden, çaba göstermeden gitmişti kadına göre.

Ardından atölyedeki eşyalarını toparlarken iş yerindeki masasına bıraktığı küçük notu; buzdolabının kapağına iliştirdiği, yüzünü hayli güldüren iki satırlık yazıyı; kurumaya yüz tutmuş, “uğurdur, al sakla” dediği bir at kestanesini; kumaşı solmuş nikâh şekerini görünce “şimdi anlattın” dedi. Ne çok susar, uzaklaşır, içine dönerdi. Sonra beklenmedik bir anda “sana sevgimi anlatamadım” der, üzülürdü. Uzak ve sessiz duruşunun, içinin kalabalık oluşundan kaynaklandığını ölümünden sonra gördü.

Günler birbirinin tekrarı olmaya döneli, giderek küçülen bir kabuğun içinde kaldığını fark etti. Cam önündeki ağaç kaç kez kılık değiştirmişti. Oysa rüzgârda dalları savrulurken hayatın devam ettiğini fısıldıyordu.

Yası, yaşam biçimine dönüyordu. Hayata dönmenin yollarını aradı. Eski renklerini, uğraşlarını, neler yaptığını düşündü. Ne zormuş öyle, yapmayıvermek, düşünmemek, üzülmemek. Kaç mevsim sonra, aynada yadırgadıysa da dudağında kırmızı rujunu gördü eş dost. Kulağındaki ses “Oldu, bu sensin işte” deyince bir de gülümseme geldi dudağının köşesine oturdu. “Sen böyle severdin!” dedi yüksek sesle.                                         


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false