Ahmet ERDOĞDU


24.12.2014 DEN 21.12.2015 YAZI VE RÖPORTAJLAR-4


25 ARALIK 1918´DEN 25 ARALIK 2014´E

  97. YILINDA YENİ ADANA GAZETESİ

Gazetemiz Yeni Adana, bugün 97. Yaşına giriyor. Çağdaş Türkiye´nin kuruluşunda görev alan yayınlandığı kentin ve çevresinin insanını yeni bir çağa taşıma savaşımına katılan ve Atatürk Devrimlerinin gerçekleştirilmesinde görev alan YENİ ADANA, Bugün 100. Yılına bir adım daha yaklaşmanın haklı gururunu okurları ve dostlarıyla paylaşıyor. Yazarı olmaktan büyük onur duyduğum gazetemizin doğum gününü kutlar nice yıllar dilerim.

Gazetemizin 97. Kuruluş yıldönümünde, Emekli Büyükelçi ve Eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Onur ÖYMEN, 2014 yılında Türkiye´de ve dünyada yaşananları yorumlayacak.

Eski Başbakan Yardımcısı ve Milli Eğitim Bakanlarından Sayın Hikmet ULUĞBAY´la yaptığımız bir söyleşi yine bu sayfalarda yer alacaktır.

Ayrıca Araştırmacı Yazar Sayın Zeki SARIHAN´ın,  günümüzün aktüel konularından biri olan Osmanlıca ile ilgili görüşlerine de bu sayfalarda yer vereceğiz. 

Sayın Onur ÖYMEN,  2014 Yılında Dış Politikada Meydana Gelen Başlıca Gelişmeleri Yorumluyor...

2014 yılına damgasını vuran gelişmeler Ortadoğu´da yaşandı. Irak, Suriye, Mısır, Lübnan ve Tunus´ta ortaya çıkan gelişmeler bölgenin siyasi yapısını büyük ölçüde etkiledi. Özellikle Suriye ve Irak´ta çok büyük insanlık dramları yaşanmasına yol açtı. Bu gelişmelerin gerisinde yatan unsurları ele aldığımızda özetle şu noktalar ön plana çıkıyor:

Ortadoğu´da meselelerin bir etnik boyutu var bir de mezhepsel boyutu var. Etnik boyutuna baktığımız zaman Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri, Keldanileri, Yezidileri görüyoruz. Bir de mezhepler var. Son zamanlarda mezhepler üzerinden politika yapılmaya başlandı. Irak´ta Saddam Hüseyin zamanında hükümet Sünni´ydi, halkın çoğunluğu Şii´ydi. Fakat, Amerika´nın müdahalesinden sonra durum değişti. Şimdi hükümet ağırlıklı olarak Şii, Sünniler yine azınlık olmaya devam ediyor.  Radikal unsurlar da daha çok Sünniler içinden çıkıyor. Suriye´de halkın çoğunluğu Sünni fakat yönetim Nesturî. Onun yanında Lübnan´da güçlü ve silahlı bir Alevi Hizbullah örgütü var. Neticede haritaya bakacak olursanız İran´dan Akdeniz´e kadar bir Şii kuşağı oluştu. Türkiye´deki bazılarının hedefi, belki başka ülkelerin de hedefi  bu Şii çemberini kırmak ve Şii yönetimleri Sünni yönetimlerle değiştirmek. Bu kuşak çok İsrail´i rahatsız ediyor. Çünkü bu yolla İran Irak üzerinden, Suriye üzerinden Lübnan´daki Hizbullah örgütünü silahlandırıyor. Hizbullah örgütü de Hamas´la birlikte İsrail için en büyük tehlike. Dikkat edecek olursanız İsrail bu yıl üç defa Suriye´deki hedefleri bombaladı. Her üçünde de Suriye üzerinden Hizbullah´a giden silahlar bombalandı.  

Bizim hükümete bakacak olursanız bütün orada olup bitenler demokrasiyle ve insan haklarıyla ilgilidir. Bu ayaklanmalar başlangıçta gerçekten insan hakları, baskıya direniş hareketiydi ama daha sonra dünyanın çeşitli yerlerinden gelen terör örgütlerinin saldırı alanı oldu. Orada Avrupa´dan gelenler de var, Çeçenler de var, Türkiye´den gidenler de var, başka Arap ülkelerinde de var, Libya´dan ve Afganistan´dan gelenler var. Tabii ki bunların arasında demokrasi için çalışanlar da vardır fakat çok az. Bizim hükümetin en çok desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO). ÖSO´da Müslüman Kardeşler´in ağırlığı var. Müslüman Kardeşler 1928´de Mısır´da kuruluyor. Kurulduğu andan itibaren demokrasiyi, parlamenter sistemi reddediyor, amaçları cihat yoluyla şeriatı bütün bölgeye yaymak.  

Günümüze dönersek Müslüman Kardeşler Mısır´da yasaklandı diye bizim hükümet büyük tepki gösteriyor. Nasıl yasaklarsınız bunları? Bunlar demokrasiyle gelmiştir diyorlar. Müslüman Kardeşler yasaklı iken Mübarek devrildi, General Tantavi başbakanlığındaki hükümet onun yerine geldi. Tantavi öyle bir seçim düzenlendi ki demokrasiyle bağdaştırmak zor. En kuvvetli aday eski BM Atom Enerjisi Kurumu Genel Sekreteri El Baraday´dı. Baraday bu kadar anti-demokratik seçim olmaz diyerek adaylıktan çekildi. İşte bu ortamda Müslüman Kardeşlerin başkanı Mursi´yi cumhurbaşkanı seçtiriyorlar. O zaman ki Başbakan Erdoğan Mısır´a giderek Tantavi´yi karargahında ziyaret ediyor  ve Türkiye bu askeri yönetimle bir stratejik ve ekonomik işbirliği anlaşması imzalıyor. Siz hani askeri yönetimlerle masaya oturmuyordunuz? Nasıl oluyor bu iş? O askerler iyi. Çünkü Müslüman Kardeşler´i serbest bırakmış. Daha sonra başa General Sisi geldiği zaman Türkiye müthiş bir tepki göstererek darbeyle gelen iktidarla hiçbir ilişki kurmayacağını açıklıyor. Bugün Mısır´la ilişkilerimiz en alt düzeyde.   Mısır´da Müslüman Kardeşler iktidarını, Tunus´ta Gannuşi´nin partisini, Suriye´de Müslüman Kardeşler ağırlıklı Özgür Suriye Ordusunu destekliyorsunuz. Bu arada Hamas´ta Müslüman Kardeşlerin bir uzantısı. Yani hedef, Türkiye´den başlayıp Suriye ve Mısır üzerinden Atlantik´e kadar uzanan bir Müslüman Kardeşler kuşağı kurmak mı? 

 Zannediyordunuz ki Suriye´de kısa zamanda, birkaç hafta içinde Esat devrilecek, onun yerine Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir rejim kurulacak. O da şimdilik olmadı. Ayrıca, Gannuşi´nin Müslüman Kardeşler ağırlıklı partisi Tunus´ta seçimleri kaybetti. Laik demokrasiyi savunan bir parti iktidara geldi.  

2014 yılına etki eden bir diğer bir konu da PKK ve Kuzey Irak´ta kurulmak istenen Kürt devletidir. Başkan Bush 11 Eylül saldırılarından sonra  ?Biz dünyadaki bütün terör örgütlerinin sonunu getirene kadar mücadele edeceğiz, bizim gri sahamız yoktur, ya bizden yanasınız ya da bize karşısınız? demişti. En çok da biz alkışladık. Bizim görüşümüz de budur. Yani terör örgütleri arasında ayrım yapılmaz. Fakat zaman içinde farklı eğilimler belirdi. Amerika Türkiye´nin teröristlerle görüşmesini teşvik ediyor. Şimdi bunu nasıl izah edeceksiniz? Güneydoğu´da bugün yaşanan olaylar yaşanırken yani insanlar kaçırılırken, yollar kesilirken, okullar yakılırken, askeri birliklere ateş açılırken, subaylar şehit edilirken, Atatürk´ün heykelleri yakılırken hiç kimseden ses çıkmıyor. Irak´ta ve Suriye´de Türkmenlerin yaşadığı vahşet karşısında Türkiye´den yeterince ses yok. Bu noktada bizim için can alıcı olan farklı bir faktör ön plana çıkıyor. Barzani Temmuz ayında BBC´ye verdiği bir röportajda bir referandum yaparak bağımsızlıklarını ilan edecekleri açıkladı. Ertesi gün İsrail Başbakanı Netenyahu bir demeç vererek bağımsız bir Kürdistan Devleti kurulduğu takdirde, İsrail´in bu devleti derhal tanıyacağını söyledi. Bu ne anlama geliyor?   Amerikalılar bağımsız Kürdistan´a karşı olduklarını söylüyorlardı. Fakat Kasım ayında Dışişleri Bakanı John Kerry, bağımsız Kürdistan devleti kurulması hakkında ne düşündüğü sorulduğunda şimdi bunun zamanı olmadığını söyledi. Yani biz ilke olarak kesinlikle karşıyız, ya da Irak´ın toprak bütünlüğünü hiçbir zaman bozmak istemiyoruz demiyor da şimdi zamanı değil diyor. Bu arada, Amerikan basınında bağımsız Kürdistan fikrini destekleyen bir kampanya başladı. Daniel Pipes Washington Times´da bir hafta içinde iki makale yazdı. Yeni koşulların da Kuzey Irak´ta bağımsız Kürdistan´ı gerektirdiğini söyledi. Bu bağımsız Kürdistan´a Türkiye´den, Suriye´den ve İran´dan Kürtlerin yaşadıkları bölgeler de katılması gerektiğini ve bu bölgenin ikinci bir İsviçre olabileceği fikrini ileri sürdü. Bu makalenin üzerine aynı doğrultuda pek çok makale yazıldı.  

 Son zamanlardaki dünya Kobani´yle meşgul. Türkiye´nin peşmergelerin geçişine izin vermesi istendi ve Türkiye bu izni verdi. Peşmergeler Türkiye´den geçerken omuzlarında Amerikan bayrakları taşıyorlardı. Güneydoğudan geçerlerken bazı PKK sempatizanları kendilerini Biji Obama diye alkışladılar. Keşke Başbakan Davutoğlu Bağdat ziyareti sırasında Irak hükümeti ve Barzani´ye şu soruyu sorsaydı: ?Türkiye, Kandil´e bir operasyon düzenlemek için askerlerini Kuzey Irak´tan geçirmek istese Irak hükümeti buna izin verir mi?? Ya da Türkmenleri korumak için biz Musul´a asker göndereceğiz desek buna izin verecekler mi? Tabi ki vermeyecekler, neden? çünkü hedef orada bağımsız bir Kürt Devleti kurmak. Sayın Davutoğlu Bağdat´tan döndüğünde yaptığı açıklamanın içinde bir cümleyle bile Kandil´den bahsetmedi. 

IŞİD yeni ortaya çıkmış bir örgüt değil. IŞİD´in el Nusra´dan ayrılması 2006 yılında gerçekleşiyor.  2006-2011 arasında bu bölgede Amerikan askerleri var ve 5 yıl boyunca IŞİD´a hiçbir müdahaleleri olmadı. 2014 yılında faaliyetlerini yoğunlaştırdılar ve Irak´ın 2. büyük şehri olan Musul´u işgal ettiler. Fakat buna da hiçbir tepki gelmedi. Güneye yöneldiler, yine bir dış müdahale yok. Anbar ve Tikrit´i aldılar, hatta Bağdat´a yaklaştılar. Yine bir müdahale yok. Müdahale ne zaman başladı? Kuzeye yönelip Kürt şehirlerini özellikle petrol bölgelerini ve Kobani´yi tehdit etmeye başladığında müdahale de başladı. Kobani´nin özelliği ne? Neden bu kadar gündeme oturdu? Çünkü PYD denilen örgüt aslında Kuzey Irak´taki 15 Kürt örgütünden biri. Bunlar bu 15 örgütün en radikali ve militanı ve bu örgütü de PKK´lılar kurmuş. 1998 yılında Öcalan Suriye´den sınır dışı edildiğinde geride kalan PKK´lılar PYD´yi kurmuştu. Yani kökeninde PKK var. Dünya basınında yayımlanan tüm haberlerde ve bu konuda basılan tüm kitaplarda PKK´nın uzantısı olduğu yazılı.  2012 yılında  PYD bir özerk bölge kurmak istediğinde, o zamanın Başbakanı Erdoğan buna müsamaha edemeyeceklerini ve böyle bir durumda sıcak takip haklarını kullanacaklarını bildirdi.  Hemen bu açıklamanın ertesi günü Amerikan Dışişleri Bakanı sözcüsü, Türkiye o bölgede askeri maceralardan kaçınsın dedi. 6 gün sonra Başkan Obama´nın Sayın Erdoğan´la telefonda görüşürken elinde beysbol sopası ile fotoğrafı yayınlandı. Başka hangi başbakanla konuşurken beysbol sopasıyla resim çektirmiş? Tüm bunlar mesaj aslında. Katiyen onlara dokunmayacaksınız diyor. Şimdi Türkiye´nin itirazlarına rağmen PYD´ye havadan silah yardımı yaptılar.   

Kobani stratejik açıdan niçin önemli? Bu 3 kantonun birisi Irak sınırına yakın, El Cezireh, ortadaki Kobani ve Batı´daki Afrin. IŞİD eğer Kobani´yi ele geçirirse, bu kantonların arasındaki bağ büsbütün kesilecek. Oysa bu bağın korunması lazım, çünkü ileride bir Kürt devleti kurulursa Suriye´deki Kürtler de buna katılacak. Irak´ın kuzeyinden Akdeniz´e kadar bir Kürt bölgesi olacak, yani Akdeniz´e açılacaklar. Başlangıçta her ne kadar John Kerry stratejik açıdan önemi yok dese de, dünyanın bu kadar bu konu üzerinde durmasının altında bu yatıyor. Yani orada bağımsız bir Kürt devleti kuracaklar ve Kuzey Irak´taki Kürt devleti ile birleştirecekler. Bir hedefleri de Türkiye´deki  Kürt asıllı vatandaşlarımızın yaşadığı bölgeleri ve İran´ın batısında Kürtlerin yaşadığı bölgeyi bu devletle birleştirerek ikinci bir İsrail kurmak.  Ortadoğu´daki gelişmelerde Türkiye ve Amerika´nın sık sık farklı yaklaşımlar izlemeleri özellikle Türkiye´nin Esat yönetimini bir an önce devrilmesi için Amerika´nın müdahalede bulunması önerisine bu ülkenin sıcak bakmaması ciddi sorunlar yarattı. Gerek Amerikan sözcülerinin beyanları gerek Amerikan basınında yer alan haber ve yorumlar Türkiye üzerinde gerçek bir baskının hedeflendiği izlenimi uyandırdı.  

Şu sırada bizi son derece ilgilendiren Ortadoğu´nun dışında bir gelişme var. Amerika ile AB, Serbest Ticaret Anlaşması (STA) müzakere ediyorlar. Türkiye ile Gümrük Birliği yaparken Türkiye´ye başka hiçbir ülke ile serbest ticaret anlaşması yapamazsınız, aksi takdirde AB´nin menfaatini çok olumsuz etkiler, başka ülkelerden Türkiye´ye gelecek mallar AB´ye gümrüksüz girer. Bu nedenle siz hiçbir ülke ile STA yapamazsınız, demişlerdi. Şimdi bunun tam tersi oluyor. Birçok ülke ile Güney Kore´yle, Cezayir´le, Güney Afrika´yla STA yaptılar ve bu ülkeler Türkiye ile benzeri bir anlaşma yapmakta çok isteksiz davrandılar. Bir kısmı Türkiye ile anlaşma yapmayı yıllarca erteledi. Hatta bir kısmı hala yapmadı ama Amerika hepsinden önemli. Şu sırada Amerika, AB ile STA yapıyor ve Türkiye´nin adı bile geçmiyor. Bunun Türk ekonomisine yapacağı tahribatın haddi hesabı yok. Türkiye´nin milyarlarca dolarlık zararı olacak. Bu konu Türkiye´nin gündeminde bile değil. 

2014 yılının önemli gelişmelerinden biri de Ukrayna da yaşandı. Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç´in Ukrayna ile AB arasında bir anlaşma imzalanmasına karşı çıkması üzerine Kiev´de büyük gösteriler düzenlendi ve bu gösterilerde yaklaşık 100 kişi hayatını kaybetti. Bu olaylar üzerine cumhurbaşkanı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Göstericilerin desteklediği bir yönetim iş başına geldi. Bu duruma tepki gösteren Rusya Ukrayna topraklarının bir parçası oklan Kırım´ı işgal etti ve oradaki Rus asıllıların oylarıyla Kırım Rusya´ya katıldı. Daha sonra Ukrayna´nın doğusunda Rus asıllı ayrılıkçılarla Ukrayna ordusu arasında çatışmalar çıktı ve Rusya ile Amerika ve AB arasındaki ilişkiler gerginleşti. Adeta Soğuk Savaş dönemini hatırlatan gelişmeler yaşandı. Kiev´deki gösterileri başlatanların umut ettikleri sonuç herhâlde bu değildi. Neticede Ukrayna´da yaşanan gelişmeler sonucunda dünya yeni bir kriz ortamına girdi. Batı ülkeleri birçok alanda Rusya´ya ambargo uyguladılar. Rusya´da Avrupa´ya Ukrayna üzerinden gönderdiği doğalgazı bir karşı silah olarak kullanmaya başladı.  

NOT: Sayın ONUR ÖYMEN, Kıbrıs konusuyla ilgili görüşlerini 2015 yılında daha geniş bir değerlendirmeyle siz okurlarımızla paylaşacaklarını ifade etmişlerdir.
Yeni Adana Gazetesi 25 Aralık 2014 Perşembe

HİKMET ULUĞBAY SÖYLEŞİSİ

A. ERDOĞDU: Bugünkü Milli Eğitim politikalarını daha önce Milli Eğitim Bakanlığı yapmış bir kişi olarak nasıl değerlendirirsiniz?

H. ULUĞBAY: Bana göre, 2003 yılından bu yana izlene gelen Millî Eğitim politikalarını sağlıklı, çağın normlarına uygun ve ülkenin geleceğini güven altına alan, çağdaş uygarlığı yakalamayı amaçlayan nitelikte görülemez ve tanımlanamaz. 2003 yılından bu yana eğitim konusunda alınan kararlar, Millî Eğitimi, lâik içerik ve yapıdan, çağın gelişme yönünden ve bilimsel çizgiden uzaklaştıran ve her adımda dinsel bir yapıya daha fazla yönelten nitelikte olmuştur. Bu gidişin, çocukların ve ailelerin gelecek yaşamlarını olduğu kadar ülke geleceğini de karartacağından çok ciddi şekilde endişe etmekteyim.

Okurlarınıza dünyadaki yaşamın içinde bulunduğumuz yüzyılda ne yöne gideceğini açıklayan bir internet bağlantısı vermek istiyorum. http://www.turkcell.com.tr/tr/hakkimizda/video-galeri/teknoloji-zirvesi-2014/bugunden-gelecege-bakis  Bu bağlantıya girildiğinde MichioKaku isimli Uzakdoğu kökenli bir fizikçinin içinde yaşamakta olduğumuz yeni sanayi devriminin insanlığı nereye götüreceğine ilişkin açıklamalarını Türkçe altyazılı olarak izlemek mümkün olacaktır. Okurlarınız bu videoyu izledikten sonra ülkemizde uygulamaya konulan eğitim programları ile içinde bulunduğumuz çağın neresine düşeceğimizi duraksamaya düşmeksizin çok net bir biçimde göreceklerdir. Aslında ülkemiz gençleri arasında da MichioKaku´nun anlattığı çağın yaratılmasına doğrudan ve önemli katkıda bulunabilecek yetenek potansiyelimizin olduğuna inanıyorum, ancak sorunumuz, ülkemize dayatılan eğitim anlayış ve yapısı o yetenekleri ortaya çıkarıp işleyecek düzeyden çok uzaklara düşürülmüş durumda, ne yazık ki.

Eğitim programlarındaki süratle çağın dışına düşüşün yanında, Yüksek Öğretim Kurumu da izlediği politikalarla hem öğretmen yetiştirmede hem de diğer alanlarda geleceğin dünyasının gereksinim duyacağı insanlara yönelik düzenleme ve düzeltmeler yapmaktan çok uzak konumda görünmektedir.

Türkiye´nin 2023 yılında dünyanın ilk on ekonomisinden biri olacağı iddiasını ileri sürenlerin, o hedefe ulaşmayı sağlayacak eğitim ve sanayi programlarını hazırlayabilmeleri bir yana, gelişmiş ülkelerin geleceğe yönelik bilimsel çalışmalarını izlediklerinden bile ciddi olarak şüphe etmekteyim.   

Millî Eğitimdeki gelişmeleri yakından izleyerek yer alan gelişmeler konusundaki endişelerimi ve görüşlerimi kendi web sitemde paylaşa geldim. Bunları özetle dahi olsa açıklayabilmeme bu söyleşideki zamanımız ve yayında ayırabileceğiniz alan yetmeyecektir. O nedenle okurlarınızdan benim görüşlerimi veriler eşliğinde öğrenmek isteyenler için birkaç bağlantıyı vermenin daha doğru olacağını düşünüyorum. ?Sekiz Yıllık Zorunlu Eğitimin Gelişimi ve Kazandırdıkları? için www.hikmetulugbay.com/?p=266, ?4+4+4 Eğitim Modeli Ne Getirecek Ne Götürecek? için www.hikmetulugbay.com/?p=276, ?İlköğretim Dördüncü Sınıftan Başlayacak Arapça Eğitim ve Öğretimi Üzerinde Düşünceler? için www.hikmetulugbay.com/?p=292 ve ?Çağdaş Lâik Eğitime Giden Uzun Yol ve Ödenen Bedeller için . İlgilenenler eğitim konusundaki diğer yazılarımı sitemin ?eğitim? kategorisinde bulabilirler. 

En geç, Haziran 2015 ayında genel seçimler yer alacaktır. Aileler ve özellikle de ailelerdeki kadınlar 2003 yılından bu yana Millî Eğitimdeki yer alan uygulamaları dikkatle incelemeli, gelinen noktadan sonra yapılmak istenenlerin, açıklanan hedef ve niyetleri sağlıklı bir biçimde tartmalı ve çocuklarının yaşamasını istedikleri gelecek konusunda kararlarını vermeli, sandığa mutlaka gitmeli ve kararlarını sandığa yansıtmalıdırlar.  

A. ERDOĞDU: Toplum olarak, yaşamak için enerjiye ihtiyacımız var. Türkiye ve dünya ölçeğinde, enerji konusundaki görüşlerinizi bizlerle paylaşır mısınız?

H. ULUĞBAY: Toplumun günlük yaşamını sürdürebilmesi, ekonominin çarklarının dönebilmesi ve ülkenin ekonomik olarak büyümesini sürdürebilmesi için enerji en temel girdilerin başında gelmektedir. Bu enerji kaynaklarının başında insan beyin gücü enerjisi gelmektedir. O alanda karşı karşıya bulunduğumuz büyük dar boğaza bir önceki sorunuzda satır başları ile yanıt vermeye çalıştım. Onun dışında kalan enerji konusunda izlenen politikaların ulusal çıkarlarımızı koruduğu konusunda ciddi endişeler taşımaktayım. Örnekler vermek gerekirse, ülkemizde inşa edilmesi düşünülen nükleer enerji konusu TBMM´de çevre, teknoloji ve yönetim yapılanması boyutu dahil ele alınıp izlenecek temel ulusal politikanın ilkeleri belirlenmiş midir? Rusya ile imzalanan nükleer santral anlaşması konusunda kamuoyuna ne boyutta bir bilgilendirme yapılmıştır? Aynı şekilde Rusya ile imzalanan yeni doğal gaz satın alması ve yeni boru hattının doğalgazda ülkemizin Rusya´ya bağımlılığımızı ne boyuta taşıyacağı düşüldü mü? Doğalgazda Rusya ve İran´a bağımlılık boyutunu taşınabilir düzeye, ödediğimiz fiyatları Avrupa ülkelerinin ödediği düzeye indirebilmek için müzakere yürütülmüş müdür, yürütüldü ise yeni fiyat düzeyleri açıklanacak mıdır? Petrol ve doğal gazda dışarıya bağımlılığı düşürebilmek için yurt içi aramalara ayrılan kaynak boyutu nedir? Yakınlarda çıkarılan, Yeni Türk Petrol Yasası ulusal çıkarlarımızı koruma açısından yeterli midir? Bana göre değildir. Türk Petrol Yasasının, işgal altındaki Irak´a dayatılan petrol yasası ile Kuzey Irak Yerel Yönetiminin çıkardığı petrol yasası karşısındaki durumunu öğrenmek isteyenler www.hikmetulugbay.com/?p=35 bağlantısındaki yazımı okuyabilirler. Birçok ülke ulusal enerji kaynaklarını işletmede ve yabancı ülkelerde enerji kaynakları aramada kamu petrol şirketlerine giderek daha fazla önem verir ve kaynak tahsis ederken, neden Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı´nın özelleştirilmesi yeniden ısıtılmaktadır. Petrol ve doğal gaz aramalarında kamu şirketlerinin dünyada oynadıkları roller konusunda daha fazla bilgi edinmek isteyenler www.hikmetulugbay.com/?p=19 bağlantısındaki yazıma bakabilirler.

Ülkemizin kömür madenlerinin işletilmesinin son yıllarda özel şirketlere devredilmesinin sonucu maden kazalarında ve ona bağlı can kayıplarına büyük artışlar yer almıştır. Yükselen can kayıpları konusunda, ?fıtrat? ve ?kader? demekten öte ne önlemler alınmıştır? Konu TBMM´de yeteri titizlikte tartışılıp yeni politikalar oluşturulabilmiş midir? Ne yazık ki bu sorulara olumlu yanıt veremiyorum. O nedenle de ülkemizin enerji arz güvenliliğinin sağlıklı olduğunu söyleyebilmem olası değildir.       

A. ERDOĞDU: Size göre Türkiye´nin sorunları nelerdir?

H. ULUĞBAY: Üzülerek belirtmek gerekir ki, Türkiye´nin sosyal ve ekonomik alanda süratle çözmek zorunda olduğu birçok soruna çözüm üretilmesi yerine çözümler ertelenerek büyümelerine ve baş edilmesi zor boyutlara ulaşmasına yol açılmaktadır. Bu sorunların en başında toplumun tüm politik görüşlerin TBMM de adaletli ve dengeli olarak temsil edilememesi gelmektedir. Tüm siyasi partiler muhalefette iken yüzde 10 boyutundaki seçim barajının yüksekliğinden yakınır ve bunun kaldırılması veya Avrupa Birliği ülkelerindeki düzeye indirilmesi gereğini savunup iktidara geldiklerinde bu değişikliği öncelikle yapacaklarını açıklarken, iktidara geldikten sonra bu sözlerini unuturlar. Gerçek ve sağlıklı işleyen demokrasiler, toplumlarında belirli boyuta gelmiş düşünce akımlarının Meclislerinde temsil edilip politika üretilmesine katkıda bulunmalarına önem verirler. 30 Mart 2014 yerel seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu seçmen sayısını 52,635,831 olarak açıklamıştı. Yürürlükte olan yüzde 10 barajı göz önüne alındığında, ülke genelinde 5,263,583 ten bir oy az alan siyasi görüşler TBMM de temsil edilme hakkını elde edememektedir. Bu seçmenleri oy kullanma yaşına gelmemiş aile bireyleri ile birlikte düşündüğümüzde yaklaşık 10 milyon kişinin görüşleri, sorunları TBMM çatısı altında temsil edilme hakkına sahip olamamaktadır. Bu uygulamalar sonucunda zaman zaman TBMM´de temsil edilebilen partilerin aldıkları oyların toplamı, toplam seçmen sayısının yarısında az olabilmektedir. Bu durum da doğal olarak temsil adalet ilkesinin zedelenmesine ve toplumun politikadan ve sandıktan soğumasına yol açmaktadır.

Türkiye´nin önündeki diğer çok önemli sorun ise son yıllarda yargıya olarak yapılan düzenlemeler sonucunda toplumda ?adalet? duygusunun ciddi bir biçimde yıpranmaya uğramış olmasıdır. Adalete güvenin erozyona uğradığı toplumlarda ?toplumsal barış? ve ?toplumsal huzur? da zayıflamaktadır. Bu durum toplumsal ayrıştırılma ve bölünme projeleri ile bir araya geldiğinde ülke için ciddi bir iç barış sorunu yaratma riski oluşturabilmektedir.  Diğer önemli bir sorun da, son yıllarda yönetenlerin giderek artan ayrıştırıcı ve toplumun bazı bölümlerini ötekileştiren söylemleridir. Bunun toplumsal barışı olumsuz yönde etkilediği görülmeye başlamıştır.

Yukarıda saydığım sorunlar beraberin en az onlar kadar önemli bir gelişmeye yol açmıştır. Düşünceyi ifade özgürlüğü baskı altına girmiştir. Düşüncenin baskı altına alınması, ülke beyin kapasitesinden yararlanmayı sahip olduğu potansiyelin çok altına düşürmüştür. Bunun ilk sonucu, sorunlara çözüm üretme yeteneğinin köreltilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.  

Buna karşın, kadınların toplumsal yaşamın dışına itilmesine yönelik söylemlerin giderek artması ve bu söylemlerin okul çağındaki kız çocuklarına değin inmesi konusunda düşünceyi ifade özgürlüğü tam olarak kullanılmaktadır. Kadınların düşünme ve üretken beceri sahibi olmasının baskı altına alındığı toplumlar topal kalmaya mahkûm olmuşlardır. Günümüz dünyasında bunun en büyük örnekleri bulunduğumuz coğrafyada bolca mevcuttur. Kadın seçmenlerimizin, kendilerine her geçen gün daha fazla toplumsal yaşam dışına iten bu gelişmelere yönelik yanıtını Haziran 2015 seçimlerinde sandığa yansıtmasını umuyorum. Güneydoğu Anadolu´da devlet yönetiminin giderek etkinliğini yitirmesi de geniş ölçüde Hükümetçe izlenen politikaların tutarsızlığından ve dengesizliğinden kaynaklanan diğer büyük bir sorundur.  Bu temel sorunların yanında, sanayi üretiminde devamlı düşen katma değer, açık ve gizli işsizliğin boyutu, işsizlik içinde eğitimli iş gücünün giderek yükselen boyutu, hane halkının reel gelirlerinin yükseltilmesi yerine borçlanmasının özendirilmesi ve bu borçların sürdürülebilir ve çevrilebilir boyutların sınırına gelmiş olması, dış ticaret ve cari işlemler açıklarındaki birikimin oluşturduğu balonun boyutu da göz ardı edilemeyecek sorunlardır.  Bu sorunlar yetmezmiş gibi, izlenen dış politika ile ülke tüm komşuları ile sorunlu konumuna getirilmesi ve Suriye ile de ilan edilmemiş bir savaş yaşar konuma gelinmesi Cumhuriyetin dış politika birikimlerinin bir kenara itilerek bir hayal ve macera dünyasına girilmesi de ülkemize hem ekonomik hem de sosyal büyük bedeller ödetmeye başlamıştır.

Özetle söylemek gerekirse, ülkeyi yönetenler, Türkiye´yi bin bir bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıya bırakmışlardır. O nedenle izleyen yılların geçmiş yıllara oranla çok daha sıkıntılı olmasından endişe etmek için bana göre yeterli neden vardır.

A. ERDOĞDU: Gazetemizin kurulduğu tarih olan 1918 Mondros Mütarekesi yılları ile günümüzün benzerlik ve farklılıklarını ortaya koyan bir kıyaslama yapar mısınız?

H. ULUĞBAY: Çözmesi gereken birçok önemli sorunları olmakla birlikte,91 inci yaşını kutlamış bulunan Cumhuriyetimiz ile savaşta yenilmiş ve yenenlere kaderini teslim etmiş Osmanlı Devleti´nin 1918 Mondros Mütarekesi dönemini karşılaştırmak mümkün değildir. Zira Türkiye Cumhuriyeti başta Mondros Mütarekesi ve Sevr olmak üzere tüm teslimiyet ve ölüm fermanlarını yırtıp atmış, Lozan Antlaşması ile varlığını dünyaya kabul ettirmiş ve kurduğu demokratik, laik ve hukuk devleti yapısı ile 91 yıl boyunca büyük kazanımlar etmiş, insanlarımız özgür birey olmanın bilincine ulaşmış ve kazanımlarını ve haklarını korumanın demokratik mücadele yöntemlerini öğrenmiş bulunmaktadır. Ancak Türkiye üzerinde oynanabilecek yeni oyunların tuzağına düşmemek için, Kurtuluş Savaşına ve Cumhuriyetin kuruluş dönemine ilişkin belleğimizi canlı tutmak zorunluluğumuz ve Cumhuriyeti kuranlara karşı yükümlülüğümüz vardır. O nedenle, Atatürk´ün ?Nutku? ile ?Söylev ve Demeçlerini? daima başucumuzda tutmalı ve her sabah yaşama başlamadan önce birkaç sayfasını okuyup bellek tazelemeliyiz.

Bana düşüncelerimi sizlerle paylaşma fırsatını verdiğiniz için çok teşekkür ederken, 100 yılını dolduran yayın yaşamanın başlangıçtan beri süren çizgisinde sonsuza dek sürdürebilmenizi diler, okurlarınıza saygı sunarım.

Yeni Adana Gazetesi 26 Aralık 2014 Cuma

ÖLÜMÜNÜN 78. YILINDA,

                                                MEHMET AKİF ERSOY´U ANMAK

Değerli okurlar, Hanri Benazus ?Mehmet Akif? adlı kitabında, onu şöyle tanımlar: ?Miletlerin geleceklerine yön veren önemli şahsiyetleri vardır. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuz ?İstiklal Marşı´nın ? yazarı Mehmet Akif Ersoy´dur. Mehmet Akif´i anlamak için bilinen söylemleri tekrarlamak doğru değildir. Eğrisiyle doğrusuyla ve yaşadığı dönemin özelliklerini de kapsayacak şekilde tüm yaşamını ele almak, düşünce yapısını ortaya koymak gerekmektedir. 

Konuyla ilgili olarak sizlere Hürriyet gazetesi yazarlarından Taha Akyol´un ve Eğitimci, araştırmacı yazar ve tarihçi Zeki Sarıhan´ın yazılarını sunuyorum.

                                                 ÂKİF´İ ANMAK  (Taha Akyol)

İSTİKLAL Marşı şairimiz büyük Mehmet Âkif vefat edeli 78 yıl oldu.

Büyük şairin İstiklal Marşı, Çanakkale Şehitleri, Bülbül, Ordunun Duası gibi eserleri bizim milli tarihimizin en büyük destanları arasındadır. Âkif´i okumadan 1912-1922 arasında facialar içinde yoğurularak oluşan milletleşme sürecimizi anlamak mümkün değildir.
Tek Parti devri kültürel tarihimizde radikal bir kırılma dönemidir. Âkif hakkındaki fikirlerdeki kırılmalar da bu dönemle ilgilidir. Elbette Âkif "inkılabın şairi" olmadı, bu bir gerçektir fakat onu küçültmez. Hatta otorite karşındaki şahsiyetli duruşu yüksek bir karakterin ifadesidir.
Büyük Âkif´in Abdülhamid´i de eleştirdiğini, "istibdad"ın her türlüsüne karşı durduğunu da unutmamak gerekir. Âkif´i sırf siyasi duruşuyla övmek de eleştirmek de onun hakkında dar görüşlülük olur. Âkif´in büyük bir düşünür olduğunu unutmamak gerekir.

MEDRESEYE ELEŞTİRİ

Safahat adlı eserinde "Şarklılık" dediğimiz düşünce ve davranış geleneğine Âkif´in yönelttiği eleştirileri bilhassa bugünkü İslamcılar çok iyi incelemelidir. Osmanlı devrinde her şey iyi imiş gibi bir ezber yanlıştır. İşte Âkif´in "ilmiyye" denilen ulema kesimi ile "Bâb-ı fetva" denilen Şeyhülislamlık makamı hakkında yazdıkları: "Hele İlmiyye bayağdan da aşağ bir turşu/Bâb-ı fetva denilen daire ümmi koğuşu!" Bir devlet, bir toplum bunların fetvalarıyla hayatını sürdürebilir miydi? Âkif´in  "Acem Şahı" ve "İstibdat" adlı şiirleri "istibdat" denilen boyun eğdirme kültürüne karşı kuvvetli eleştirilerdir. "Gel ey nâzende hürriyet" çığlığının sahibidir Âkif.

TAASSUP İLLETİ

Büyük Âkif, kuvvetli milli duygulara sahip bir İslamcıdır fakat siyasi bir propagandist değildir, siyasi bir slogan yazarı değildir, bir düşünürdür. Âkif, çağımızda, "bir Gazali, bir İbni Rüşd, İbni Sina, Fahrettin Razi neden yok?" diye dev bir soruyu Müslüman zihinlere sokmaya çalışır. Uzak tarihte "İbni Sina´ları yüzlerce doğurmuş" topraklarda, 20. Yüzyılda ay tutulunca insanların "kovalım şeytanı  kalkın diyerek" sokağa çıkıp "dümbelek çaldığını" derin bir ıstırapla anlatır. "Ya taassupları! O kadar maskaraca" diyerek bağnazlığı eleştirir. Âkif uzak tarihte Gazali´yi de İbni Sina, İbni Rüşd, Râzi gibi akılcı düşünürleri de över. Âkif´in yaşadığı çağda övgüyle bahsettiği İslam düşünür de Muhammet Abduh ve İkbal gibi yenilikçi düşünürlerdir.

ESİN KAYNAĞI

Sünni geleneğin resim konusunda hayli soğuk olduğu bilinen bir gerçektir. Kelimenin hakiki anlamıyla dindar bir Müslüman olan Âkif, portresini yapması için ressam Feldman´a poz verdiği gibi, kızı Suat´ın da resim dersleri almasını sağlamıştır. Suat Hanım´ın resim hocası kimdi, biliyor musunuz? Nâzım Hikmet´in annesi Celile Hanım. Hatta Âkif kızının resim tahsili için Avrupa´ya gitme isteğini kabul etmiş fakat mümkün olmamıştı.  Âkif, "resimsizlik yüzünden" edebiyatımızda tasvir sanatının gelişmediğini de yazmıştır. Bu konularda değerli edebiyatçımız Beşir Ayvazoğlu´nun "1914, Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi" adlı eserini hararetle tavsiye ederim.
Çağımızdaki siyasal İslamcılık, İslamiyet´i siyasete, hatta siyasi aktivizme bağlayarak İslam düşüncesinin olması gereken zenginliğini fakirleştirmiştir. Âkif her kesimden hepimize yeni ufuklar açacak esin pınarlarımızdan biridir. Derin bir hürmet ve rahmetle anıyorum.

                                     MEHMET AKİF´İ ANDIK? (Zeki Sarıhan)

27 Aralık 1936´da ölen Mehmet Akif Ersoy´u, ölümünün 78. yılında Sosyal Demokrasi Derneği İstanbul Şubesi´nin düzenlediği bir panelle andık. Beşiktaş Belediyesi´nin Levent Kültür Merkezi´nde üç saat kadar süren ve şube başkanı Süha Akıncı´nın yönettiği etkinlikte Eren Erdem´le ikimiz konuştuk. Mesut Mertcan, Akif´in şiirlerini okudu.

Etkinlik duyurusunda benim konuşmamım başlığını ?Sosyalistlerin Gözüyle Mehmet Akif? koymuşlardı, konuşmamın başında bundaki isabeti belirttim. Sosyalist olmanın bana kimlik ve kişilik kazandırdığını, onur verdiğini anlattım. Ancak her sosyalistin Akif´i benim gözümle gördüğünü söyleyemem.

1936´da ölümünden sonra Akif hakkında yapılan anma toplantılarında o zamanın solcuları da söz söylemişlerdi. Fakat uzun bir süre, ta 1979´a kadar Akif hep dincilerin, muhafazakârların ve milliyetçilerin hakkında kitap ve makale yazdıkları, toplantılar yaptıkları bir şahsiyat oldu. 1979´da ODTÜ´nün açılış töreninde bir grup öğrencinin İstiklal Marşı söylenirken ayağa kalkmayışı, ardından Millî Selamet Partisi´nin iki mitinginde mitingcilerin marş söylenirken yere oturmalarının İstiklal Marşı ve Mehmet Akif hakkında tartışmaları yeniden başlattığı zamana kadar. İşte o zaman İstiklal Marşı ve Mehmet Akif hakkında bir araştırma yaptım ve bu, genişçe bir makale halinde Türkiye Gerçeği dergisinde yayımlandı. İlk paneli de Halk Tiyatrosu´nda yaptık. Şimdi aramızda olmayan İslamcı şair ve yazar M. Akif İnan, Vecihi Timuroğlu ve ben konuşmacıydık. Sanırım, o tarihten beri sosyalistler veya solcular Akif Hakkında bir anma toplantısı düzenlemediler. Benim Mehmet Akif adlı kitabımın yayını da 1996 yılına kadar gecikti. O tarihten sonra da bir sosyalist Akif´i konu alan bir kitap çıkarmadı. Benimki de ancak 17 yılda tükendi.

Niçin?

AKİF´İ SOYGUNCULARIN ELİNE BIRAKAMAYIZ

Çünkü Türkiye solu, Akif´i bunca diğer meziyetlerine rağmen yalnızca dinci bir kişilik olarak gördü ve tepe tepe kullanmaları için muhafazakârlara armağan etti! Gerçi bazı dinciler, onu ?Dini tamir davasında din tahripçileri?nin arasında saydılar. Onu bir İslam reformcusu yanına karşı çıktılar. ?Doğrudan doğruya Kur´an´dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam´ı" beytini bir sapkınlık olarak gördüler. Türk solunun Akif´e sahip çıkmayışının nedeni, modernizm adına Türk toplumunun yerleşik değerlerinden kopmuş olmasıdır. Sol bu tutumunun cezasını bugün de çekiyor. Geniş ölçüde cehalet içinde bırakılmış sevgili halkımızın büyücek bir kısmı Mehmet Akif´i İstiklal Marşı´nın şairi olarak bilir. Bunu bilmeyenler bile vardır! 

Oysa Akif, 1908 İkinci meşrutiyetinin düşünce ve edebiyat alanına çıkardığı özgün insanlardan biridir. Birincisi Türk ve İslam dünyasının emperyalistlerin köleliğinden, yağmasından kurtulması için birleşip harekete geçmesi, savaşması gerektiğini en gür sesiyle haykıran biridir. Yalnız bu meziyeti bile onun hürriyet ve istiklal mücadelemizde saygın bir yere sahip olmasına yeter.

İkincisi Mehmet Akif´e göre, İslam bir tembellik, miskinlik, cehalet dini değildir, çalışmayı emredir, umutsuzluğa kapılmayı günah sayar. Akif tevekküle şiddetle çatmıştır.

 Üçüncüsü Akif, Birinci Dünya Savaşı´na olduğu gibi, Türkiye´nin yeniden kurulması demek olan kurtuluş Savaşı´na yazısının, sözünün yettiği kadar bütün varlığıyla katılmıştır. Cami cami gezerek halka Sevr Anlaşması´nın korkunç yüzünü onların anlayabileceği dille anlatmış, Kuvayı Milliye´yi desteklemiştir.

                                            MAL VARLIĞI OLMAYAN MEBUS VE ŞAİR

Dördüncü olarak, o, bu hizmetlerinin karşılığında han hamam isteyen bir kişi değildir.  İstiklal Marşı´ndan ötürü verilmek istenen 500 lirayı almayıp kadınlara iş öğreten Darülmesai´ye bağışladığını biliyoruz. 1923´te milletvekilliği sona erip de İstanbul´a giderken yalnız iki şey götürmüştür: İstiklal madalyası ve milletvekillerine anı olarak verilen bir kılıç. Ömrünün kalan kısmında da mal varlığı olmamıştır. Onun bu örnek yaşamı bugünün iktidar ve şöhret sahiplerine örnek olmalıdır.

Beşinci olarak Mehmet Akif, baştan beri şiirlerinde yoksulların, kimsesizlerin, ezilenlerin acılarını dile getirmiş, soyguncuların, vurguncuların aleyhinde olmuştur. Yalnız bu özelliği ile Türkiye´nin halkçılık edebiyatında onurlu bir yere sahiptir.

Mehmet Akif, 1925 Tahriri Sükûn Kanunu çıktıktan yani herkes susturulduktan sonra, Abbas Halim Paşa´nın çağrısı üzerine Mısır´a gitmiş, Kahire Üniversitesi´nde Türkçe öğretmiş, memleket hasretiyle kavrulmuş, hastalanmış ve kendi memleketinde ölebilmek için 1936´da İstanbul´a dönmüştür. Yurt dışında bulunduğu süre içinde rejim karşıtı hiç bir çevre ve kişi ile ilişki kurmamış, bu yoldaki önerileri reddetmiştir. Bu karakteri nedeniyle muhaliflerinin gözünde bile saygınlığını korumuştur. Nutuk´ta Atatürk kendisine muhalefet eden kişiler hakkında uzun uzun bilgiler verirken Akif´in adını anmamıştır. 1921´de Türkçü Hamdullah Suphi Tanrıöver´in İstiklal Marşı´nı onun yazmasını isteyişinin nedeni de Akif´in millet üzerindeki saygınlığıdır. Bunlara rağmen öldüğünde resmî bir cenaze töreninin ve tabutunun üstüne bir Türk bayrağının bile esirgenmesi, o dönemin hatalı bir anlayışıdır. Neyse ki, gençler Kapalıçarşı´dan bir bayrak satın alarak tabutunun üstüne örtmüşlerdir?

Bugünkü kuşaklar elbette Namık Kemal´in de, Tevfik Fikret´in de, Akif´in de bütün görüşlerine katılıyor olamazlar. 1908´in, 1914´ün, 1925´in rejimleri de geride kalmıştır. Asıl olan bütün bu geçmiş deneyimlerden ve mücadele, fikir ve sanat adamlarından yararlanarak tam bağımsız, aydınlanmış ve halkçı bir ülke yaratmaktır.

Levent Kültür Merkezi´ndeki 40 dakikalık konuşmamda bunları anlatmaya çalıştım ama hepsini anlatmaya zaman yetmedi. Akif´e karşı Türk solunun ilgisizliği, paneli izlemeye gelenlerin ancak 40 kişi olmasından da belliydi.

Kaynaklar:

1) Hanri BENAZUS ?Mehmet Akif?

2) Taha AKYOL Hürriyet Gazetesi 29 Aralık 2014 Pazartesi

3) Zeki SARIHAN ?Mehmet Akif´i Anlamak? 28 Aralık 2014 tarihli yazısı

 Yeni Adana Gazetesi 30 Aralık 2014 Salı                                      

I. DÜNYA SAVAŞININ 100. YILI (10)

                                                             SARIKAMIŞ (2)

Değerli okurlar, geçen hafta Osmanlı İmparatorluğunun savaştığı Kafkas cephesinde, Sarıkamış Harekâtı ile ilgili konumuza başlamıştık. Sarıkamış Harekâtı başlamadan önce Köprüköy ve Azap çarpışmalarında Osmanlı ordusu 212 subay ve 11. 800 er kaybetmişti. Konumuzla ilgili olarak Doç Dr. Ali SATAN´ın ? 100 Soruda I. Dünya Savaşı? adlı kitabından bir bölümü aktaralım.

NEDEN SARIKAMIŞ?

Sarıkamış, Rus Ordusu´nun kaçış yolu üzerinde olduğu, kuvvetlerin ana lojistik üssü durumunda bulunduğu için Türk taarruzunun en önemli. Stratejik hedefi idi. Sarıkamış, Kars´ın 50 km. batısında yüksek dağlarla çevrili idi ve ancak iki geçitten ulaşmak mümkündü. Bunlardan biri, 2300 m. yükseklikteki Soğanlı Geçidi, diğeri de 2500 m. yüksekliğindeki Bardız Geçidi idi. Sarıkamış 1878´de Rusların eline geçtikten sonra Ruslar tara­fından ileri karakol, garnizon kasaba olarak inşa edilmişti. Bütün sınır birliklerin ihtiyaçları buradan tedarik edilmekteydi. Ancak Ruslar zor kış şartlarında Sarıkamış´a saldırı beklemiyorlardı. Bunun için Sarıkamış´ta bırakılan Rus birlikleri önemsizdi. Harekât baskın şeklinde olacaktı.

Ruslar Osmanlı Kuvvetleri´nin 22 Aralık 1914´te başlattığı harekâtı önceden haber alamadığı için, harekât tam bir baskın özelliği taşıyordu. Harekâtla birlikte başlayan tipi 9. ve 10. Kolordu´nun düşmana görünmeden Rus kuvvetlerinin arkasına doğru ilerlemesine imkân sağlıyordu.  İlk gün 10. Kolordu, Rus Oltu müfrezesini bozguna uğratmıştı, 9. Kolordu da karşılaştığı düşman kuvvetlerinin çekilmelerini sağlamış idi. Rus komuta heyeti taarruzun amacını anlayamamıştı.

 

Değerli okurlar, Murat Bardakçı´nın, ?Hafız Hakkı Paşa´nın Sarıkamış Günlükleri? adlı kitabı, piyasaya yeni çıkmış olup tarafımdan henüz incelemesi yapılamamıştır.

Ancak söz konusu yazarın, 28 Aralık 2014 Pazar günü, Habertürk gazetesinde yer alan yazısında, kitapla ilgili bilgiler verilmektedir. ?Sarıkamış felaketinden ne zaman bahsedilse, hemen Enver Paşa´nın ismi hatırlanır ama bozgunun sorumlularının başında gelen bir başka kumandan daha vardır; Hafız Hakkı Paşa? denmektedir.

Şimdi Murat Bardakçı´nın yazısını okuyalım.

Bu hafta tarihimizin en hüzünlü yenilgilerinden birinin, 1914 Aralığı ile 1915 Ocak´ındaki Sarıkamış bozgununun, yani on binlerce Mehmetçik´in Allahuekber Dağları´nın karında, tipisinde ve fırtınasında can vermelerinin tam yüzüncü yıldönümüdür. ?Sarıkamış? dendiğinde bizde hemen zamanın Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili olan Enver Paşahatırlanır, bozgundan sadece o sorumlu tutulur ama büyük mağlûbiyetin yaşandığı o cephede bir başka kumandan daha vardır: Enver Paşa gibi sarayın damadı olan ve rütbeleri hızla yükseltilen Hafız Hakkı Paşa...

GERİYE İKİ DEFTER KALDI

Sarıkamış harekâtından önce Osmanlı Genelkurmayı´nın ikinci başkanı olan Hafız Hakkı Paşa, harekâtın ardından önce Sarıkamış´taki 10. Kolordu´nun, kısa bir müddet sonra da 3. Ordu´nun başına getirilmiş, bozgunu bizzat yaşamış ve cephede kaptığı tifüs yüzünden 15 Şubat 1915´te Erzurum´da vefat etmişti. Hafız Hakkı Paşa´dan geriye bozgunun acı hatıralarının yanı sıra bir de günlük kaldı: Paşa´nın Birinci Dünya Savaşı´na girişimizden başlayarak Sarıkamış Muharebeleri sırasında tuttuğu, askerî vaziyetin yanı sıra şahsî hissiyatını ve memleketin geleceği hakkındaki görüşlerini de yazdığı iki küçük defter...

                                                      ENVER PAŞA´YI SUÇLADI

Günlük bugüne kadar bilinen bazı hususların yanlış olduğunu, meselâ Sarıkamış harekâtının Almanların yahut Enver Paşa´nın fikri olmadığını, Osmanlı Genelkurmayı´nı Hafız Hakkı Paşa´nın ikna ettiğini göstermektedir. Paşa, üstelik sadece Sarıkamış´tan değil Batum´dan, Kars-Ardahan Hattı´ndan ve Kafkasya´dan da bahsetmekte ve Napolyon Bonapart´ın 1796´daki İtalya seferini örnek almakta, hatta yaşadığı büyük bozgundan sonra bile hâlâ Şark Cephesi´nde yeni bir harekâta başlanmasını istemektedir!

Ortada bir başka tuhaflık daha vardır: Daha önce ?Ruslara mutlaka saldırmamız lâzım? diyen Hafız Hakkı Paşa bozgunun ardından bütün bunları unutmakta, hatalardan Enver Paşa´yı sorumlu tutmakta ve ?Ah Enver! Ah! Bu kış seferini ta´cil etmek (hızlandırmak), sonra da bu parlak taarruzda 9. Kolordu´yu dörtnala kaldırmakla yüz bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin? demektedir!

             BOZGUNUN GETİRDİĞİ RUHÎ SARSINTI PAŞA´NIN SATIRLARINA AKSETMİŞTİ

 Bozgun Öncesinde Yazdıklarından:

?...Binaenaleyh, ümit var. Muvaffakiyet Allah´tan! Cüret etmeyen kazanamaz.

...Vaziyetin hallini ancak cüret ve şiddette görüyorum. Harp başlamadan evvel son derece ihtiyatkâr olduğum halde şimdi artık bütün şiddetle cüretkâr davranmak lüzumunu hissediyorum ve bütün mantığımla ve zekâmla bu esası yürütmeye çalışıyorum ve hamdolsun yürütüyorum. ... Esasen, cüretkâr kararlara Nâzır (Enver Paşa) daima taraftar. ...Herhalde, Cenab-ı Hakk´a çok şükrettim. Kanaat-i vicdaniye (vicdanî kanaat) ile doğruluğuna kanî (emin) olduğum kararlar aynen tatbik ve icra ettiriliyor.

...O halde bu karanlık vaziyetten sevkü´l-ceyşçe (strateji bakımından), iâşece, siyasetçe ancak bir türlü çıkabiliriz: Cüret ve şiddetle.

...Ordu süratle taarruzla Kars-Ardahan hattını tutmak muvaffak olursa orada Ruslar´ın birçok erzakını da bulur. Oradan firar edecek olan Rus ahalinin bırakacağı kışlık zahire de ayrıca üzerine caba!

...Binaenaleyh ordu süratle taarruz etmeli ve behemahal şu bir-iki ay içinde, yani memleket erzakı bitmeden Kars-Ardahan- Batum´u zapta çalışmalıdır. Tarafeyn (iki taraf) ordularının vaziyetince bu pek kabildir... Napolyon´un aç ve çıplak askerlerine İtalya´yı gösterdiği gibi biz de Kafkasya´ya girmeliyiz.

...Biz kazanırsak başımız dik olarak 30-40 sene sulh içinde göstereceğimiz faaliyet ile bütün Şark´ı sefaletten kurtaracağız. Biz batarsak yüz milyonlarca zeki, masum şarklılar, Türkler, İslamlar uzun esaret ve sefalet devirleri geçirmeğe mahkûm olacaklardır. Allah âdildir, maksadımız pek büyüktür, azmimiz mezîddir (çoktur), tedâbirimiz (tedbirlerimiz) mümkün olduğu derecede iyidir. Binaenaleyh muvaffakiyetimiz emindir.

...Bu devlete Kafkasya, Rumeli´nden alınacak parçaya nisbeten yüz defa daha mühimdir. Devletin Kafkasya´yı ihmal ederek yine Rumeli´ye ehemmiyet verilmesi Kanunî devrinden beri başlayan felâketleri temâdî (devam) ettirmek demektir.?

Bozgunun Ardından Yazdıklarından:

?...Hastaların yemekleri ve hâli bir türlü düzelmiyor. Bugün yine birçok adam dövdüm ve zannederim, artık düzeliyor derken yine bir felâket karşısında bulundum.

...Hastahane denilen ahıra girdik. Yine iki ölü var idi. İçeride bir telâş! Su değil, ekmek satılıyordu. İriyarı bir çavuş 60 para-5 kuruşa ekmek satıyordu. Öldüresiye dövdüm. Taşla kafasını ezdim. Firara koyuldu. Yanımda küçük Münir (mülâzim), yetiştim. Münir herifi altına aldı. Bir kasatura buldum, kafasını gözünü parçaladım. Hastalar ağasını da berbad ettim.

Of, hele muhacirlerin sefaleti. Ağlayan, el-ayağı donmuş, çocuklar, ihtiyarlar, kadınlar, ihtiyarlar...

Yârabbi! Ben bu sefalete sebep olmadım, ben bu harbi tehir için çalıştım. Ben bu muzafferiyeti tam yapmak için uğraştım. Olsun! Bu felâketleri de tamire çalışacağım ve elbette muvaffak olacağım.

...Yerler buzlu, atla yuva[r]landım. Höyük yolu hasta, muhacir, yaralı ve firarilerle dolu. Vesikasızları çeviriyorum. Yolda birkaç cenaze gömdürüyorum. ? Her tarafta sefil ve perişan muhacir kafileleri.

...Yolda nâmütenahi (sonsuz) döküntü. ...´Mevzide asker yemek yedi mi?´ dedim. Bir haftadır kuru ekmek ve biraz kavurma yiyormuş. ...Emir verdim: Kazanlar celbedilsin (getirilsin) ve behemahal (hemen) sıcak yemek yedirilsin. ...Kolordulara emir verdim, askerin sıcak yemek yediğini bana haber verecekler.

...Kaçakları bilâinsaf (acımadan) idam ediniz ve her gün ne kadar idam ettiğinizi bildiriniz.

...Hastahanelerin diğer bir derdi de mes´ul memuru ve lüzumu kadar ismi, muayyen ve mes´ul hizmetçi olmamasıdır. Ahaliden 45 yaşından yukarı erkek ve her yaşta kadın? hizmetçi diye tayin edilmeli ve vazifesinden kaçanlar idam edilmelidir. Her koğuşta?  birkaç su tenekesi, bir iki oturak ve birkaç maşrapa ve bir lâmba behemahal bulunmalıdır.

...Muhacirler mes´elesi bir felâket. Topların nakli için zavallıların öküzlerini de almışlar. ?Keşke Rus elinde olup şehid olsa idik!´ diye bağıranlardan gece gündüz kadın, çocuk vaveylâsı! Ah Enver! Ah! Bu kış seferini ta´cil etmek, sonra da bu parlak taarruzda 9. Kolordu´yu dörtnala kaldırmakla yüz bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin.?

Değerli okurlar, Sarıkamış Savaşıyla ilgili bir diğer komutan Tuğgeneral Ziya Yergök´tür.  Sarıkamış Savaşında 83. Alay komutanı olarak savaşan, o zamanlar Binbaşı rütbesinde olan ve Ruslara esir düşen Tuğgeneral Ziya Yergök, anılarında Sarıkamış´ı şöyle anlatmakta:

FELAKETİN BAŞLANGICI

?Fırka yürüyüşü çok üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, 1 metreden fazla karlar içinde düşe kalka ilerliyordu. Hava eksi 15-20 derece, askerin sırt çantalarının ağırlığı 30-35 kilogramdı. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyorlar, dinlenmek için yol kenarına oturuyorlardı. Asıl felaket bu zaman başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş, bitkin bu insanlar, tüfekleri bacaklarının arasında yere çömeliyor, öylece donup kalıyor, mübalağa olmasın ama bu görüntüleriyle korkuluk taşlarını andırıyorlardı. Yol boyunca bu şekilde donmuş yüzlerce ere rastladık?? 

Ziya Yergök, Enver Paşa´nın sınıf arkadaşı olmasına rağmen, anılarında Sarıkamış Harekâtının başarısız olmasını şu nedenlere bağlıyor;

KIŞ ?Ordu bu yüzden felç olmuştur. Düşmanın top, tüfek ve kuvvet üstünlüğüyle bize verdirdiği kayıp, korkunç kış mevsiminin verdirdiği kaybın onda biri kadardır.?

ENVER PAŞA´NIN TECRÜBESİZLİĞİ VE ÇILGINCA HAREKETLERİ: ?Komutayı ele aldıktan sonra, kolları, birlikleri birbirine bağlayacak, hareket birliğini sağlayacak emirleri pek seyrek vermiştir. Ordu komutanlığını, Fırka komutanlığına çevirmiştir. Kolordu ve Fırka komutanlarını ıskartaya çıkartmıştır. Tüm birliklere emir verip, maiyetindekileri kontrol ve İrtibat subayı olarak görevlendireceği yerde, alayları ayrı ayrı emirlerle bizzat sevk ve idare etmiştir. Bir alay bozulduktan sonra aynı görevi öbür alaya vermiş, böylece başka alayların da tepelenmesine neden olmuştur. Kışı, birliklerin durumunu düşünmeksizin, düşmanı da hiçe sayarak hemen Sarıkamış´ı alabileceği kanaatini besleyen Enver Paşa, işin kolay olmadığını, planlarının suya düştüğünü gördükçe sinirlenmeye başlamış, adeta ne yapacağını şaşırmıştır.?

SUBAYLAR ?Teğmeninden kolordu komutanına kadar subaylarımızda görev aşkı yoktu. Namus, şeref ve izzeti nefis duyguları noksandı. Muharebe demek, düşmanı yenme yollarını aramak, gerektiğinde bu uğurda seve seve kan akıtmak demektir. Bizim subay arkadaşlar ?Dostlar şehit biz gazi? diyerek mümkün olduğu kadar kaçamak yolu arıyorlardı. Subaylarımızdaki bu eksiklik yüz yıllardan beri iliklere işlenmiş bir huy olarak devam ediyordu. Bu nedenle komutanlar, görev yapanlarla yapmayanları iyi görüp ayırabilmelidirler. Bu da her şeyden önce emrindeki subayları yakından tanımayla olur. Ölümü göze alan taraf, galibiyeti elde eder? Fedakârlık duygusu ne bizde ne de Ruslarda vardı. İki tarafta zoraki harp ediyordu. Erlerimizin maneviyatları kırılmış, komutanlarına güvenleri kalmamıştı. Ağır kış şartlarında aç, çıplak, uzun ve çetin yürüyüşlerle yorulmuş insanlar başka bir duyguya sahip olamazlardı. Askerin açlığıyla, donarak ölmesiyle ilgilenen kıta komutanı pek azdı.?

10. KOLORDU GELMEDEN SARIKAMIŞ ALINAMAZMIYDI?

?Bana göre 14/12/1914 günü Sarıkamış alınabilirdi. Çünkü 13 Kanunievvel (Aralık) akşamı 28. Tümen, Sarıkamış´a gelmişti. Bizim üç Fırkamız vardı. Düşmanın ise kuvveti bizimkinden çok azdı. Takviye birlikleri daha yollardaydı. Eğer 14 Aralık 1914 günü için genel bir emir çıkarılsa, bu emre göre Fırka komutanları birliklerinin başında harekâtı sevk ve idare etselerdi, başkomutanlık karargâhı bir iki kurmay subayla, yaveri fırkaları kontrole görevlendirseydi, cepheden, Çiftememeler tepesinden ve Sarıkamış´ın Güney sırtlarından çevirme harekâtı yapılsaydı kimsenin burnu kanamadan Sarıkamış düşerdi? 10. Kolordu zamanında gelseydi veya 9. Kolordu genel çevirmeye karışık bir taarruzla Sarıkamış´ı alsaydı ne olurdu? Öyle sanıyorum ki sonuç daha büyük felaket olurdu. Sarıkamış´ın alınması belki askerimizin moralini yükseltir, civar Türk köylerinden yardım görürdük. Ancak yenilgiyi içine sindiremeyecek olan Ruslar, Alman cephesinden getirecekleri üstün kuvvetlerle ilkbaharda üzerimize saldırır, bizi çok daha ağır bir felakete sürüklerlerdi. Bunun böyle olacağını 4 yıl süren muharebe bize göstermiştir? Sarıkamış muharebesine 90 bin muharip mevcutla girdiğimiz halde 12 bin mevcutla kurtulduk. Eğer Ruslar, Sarıkamış galibiyetini kazandıktan sonra bizi takip etselerdi, ellerini kollarını sallayarak bütün Doğu Anadolu´yu istila edeceklerdi. Bunu yapamadılar çünkü onlar da bitkin bir duruma gelmişlerdi.?

Tuğgeneral Ziya Yergök´ün, Ruslara esir düştükten sonra yaşadıklarını anlatırken, şahit olduğu bir olayı da siz okurlarımızla paylaşmak istedim.

KAMIŞLOF´TA İNSANCA BİR DAVRANIŞ

Kamışlof, Ural dağlarında, Sibirya sınırı üzerindedir. Trenden çıkıp kızaklara binerken bizimle aynı trenin yük vagonlarıyla sevk edilen esir askerlerimiz de vagonlardan çıkarılmış, yaya olarak gönderilmeye hazırlanmışlardı. Orada resmi, sivil birçok Rus erkek ve kadını bizleri seyretmek için toplanmışlardı. Soğuk sıfırın altında 30 dereceden fazlaydı. Bizim askerler acınacak durumdaydılar. Eski püskü elbise ve kaputlar içinde, ayakkabıları yırtıktı. Bunlar arasında bir askerin de ayakkabıları yoktu. Yırtık çoraplarla sıraya girmeye gidiyordu. Bu acıklı görüntüye dayanamayan bir Rus kadını, lastiklerini çıkardı bu ere verdi ve bize birçok küfürler savurdu. ?Böyle perişandınız niçin muharebeye girdiniz?? gibi haklı sözler söyledi.?

Salih Gülen tarafından hazırlanan ?Kara Düşen Kan Sarıkamış? adlı kitap dergiye göre; ?Yıllarca Sarıkamış denildiğinde tek bir kurşun atmadan bir gecede donan 90 bin şehitten bahsedildi. Artık bu yanlışlığın düzeltilmesi gerekiyor. Sarıkamış önlerine gelinceye kadar Ruslarla 3 meydan savaşında karşılaşan, büyük kayıplar vermesine rağmen Rusların elindeki Sarıkamış´a girmeyi başaran Türk askerinin tamamının bir gecede donduğu nasıl iddia edilir anlamak mümkün değil. Emin olunuz, bu cephede verilen şehitlerin mühim bir kısmı donarak değil Rus ve Ermeni kurşunlarıyla şahadete ulaşmıştır. Kitap derginin isminin ?Kara Düşen Kan Sarıkamış? olmasının sebebi de budur?  Özellikle büyük bir hata sonucu Allahuekber dağlarına çıkmak zorunda kalan 10. Kolordu, bu dağlarda yaklaşık 15 bin vatan evladını kaybetti. Sarıkamış harekâtında da en fazla donma hadisesi de burada görüldü? Askeri strateji de kışın taarruz edilmez diye bir kural yoktur? Sarıkamış Harekâtında ise kışın taarruz edilmesinden ziyade donanımsız bir ordunun cepheye sürülmesi var. Kıyafeti, silahı, cephanesi yetersiz bir ordunun sadece dilek ve temennilerle yönetilmesi Sarıkamış Faciasını doğurmuştur.?

AÇLIKTAN KEDİ KÖPEK YEDİLER

İ. Hakkı Sunata´nın Anılarından: ?Karnı doymayan asker, yavaş yavaş leş yiyen kargaları avlamaya başladı. Kargalar, köpeklerle beraber et yerken bu sefer kendileri avlanmaya başlayınca, zeki hayvanlar ortadan kaybolup gittiler. Bizim odanın önünde bir köy köpeği vardı. Bir gün evin önünde bir silah patladı? Köpeğin başı karların üzerinde duruyor. Gövdesi uçmuş, köyde yenen son köpekmiş? Çok geçmeden kediler de eksilmeye başladı. Onlar da asker tarafından kesilerek yeniyormuş??

Sarıkamış Savaşıyla ilgili Orgeneral Fevzi Çakmak, Sarıkamış Harekâtında Osmanlı kayıplarını şöyle bildirmektedir:

Köylere dağılanlarla beraber 50 bin kişi. Cephede 10 bin kişi.

Bir ayda hastaneden çıkan 10 bin kişi. Firar 8 bin kişi, Toplam 78 bin kişi.

Hastaneye gelenlerin üçte biri vefat ettiğine göre Türk kayıplarını, 60 bin şehit kabul etmek gerekiyor.

Sarıkamış Harekâtı başlamadan önceki kaybımız: 9 bin ölü ve yaralı, 3 bin esir, 2800 firar. Adına İhtiyat Süvarisi Tümenleri denilen Aşiret kuvvetleri ise dağılmıştı.

Prof. Dr. Edward J. Erickson: ?Enver Paşa´nın Sarıkamış Harekâtı planı, pe

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00