Öykü: Leylâ SERPİL
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 14.04.2022 11:28:00 1320 0

Öykü: Leylâ SERPİL

N E H İ R

Nehir nicedir çağlamıyor. Nehir durgun, dargın, üzgün. Yukarıda zalim bir dünya. Ne ara bunca zulmü biriktirdi bu dünya? Nehir anlayamıyor. Yalnızca çağlamayı durdurdu, elinden başka bir şey gelmiyor. Üzerinden geçip giden ayak seslerindeki acıyı seziyor derinden. Susmak bilmeyen ağıtları, fersiz bakışları, umarsız fısıldaşmaları, güçsüz adımları dinliyor ve için için ağlıyor nehir. En çok da ona, o genç, o güzel, o baştan ayağa yaralı, hüzünlü, yorgun kıza.

Göz pınarlarında donup kalmış yaşlar. Ağlamaya zamanı yok. Sorumluluğu öyle büyük, yükü öyle ağır, kaygıları öyle çok ki, ağlayamaz. Şimdi o ileriye bakmalı, geçmişten kaçmalı üç kardeşiyle birlikte. Çocuklar... oğlan dört, kızlar beş ve yedi yaşlarında. "Çabuk kardeşlerini toparla ve kaçın..." demişti anne taşlıkta acı içinde kıvranırken. Beton zeminde, arka üstü yatmış, eteği sıyrılymış, bacakları ayrık. Eğilmek, el vermek, yerden kaldırmak istemişti kız. "Sakın" demişti anne, "bana dokunma, beni bırak, kardeşlerini al, içerideki bohçayı al ve kaçın.”

İçerideki bohça! Hep birlikte çıkılacaktı yola. Ona bile fırsat kalmamıştı. Anne acele ile birşeyler tıkmıştı içine. Biraz üst-baş, bir kese içinde gelin olduğundan bu yana, büyük bir titizlikle koruduğu üç beş altın bilezik, az bir para. Kaç kez bozdurmak lüzumu olduysa da başka yerlerden bulup buluşturdu, sakladı onları. Daha zor günlere… çocukların düğünlerine… hastalıklara. O zamanlar akılda yoktu ki başka türlüsü. Bu günkü gibi günlerin geleceğini düşlerinde görseler inanırlar mıydı? Yoksulluk hep vardı, kanıksanmıştı. Ama düşmanlık! Kardeşin kardeşe, komşunun komşuya düşmanlığı… yoksulluk ne ki! Bu nasıl bir yazgı, kötünün de kötüsü.

“Çabuk kızım, çabuk ol. Kaçın. Bohçayı sıkı tut. Kardeşlerine sahip ol." "Anne" diye inlemişti. Gözlerinin önünde yıkıvermişlerdi anasını yere. Tanıdık bir yüz. Yapma amca diye yapışmıştı paçasına. İtivermişti kocaman kıllı elinin tersiyle. “Çık dışarıya çabuk” diye bağırırken gözlerini yummuştu anne. Çıkıp çocukları toparlamıştı, görmesinler, duymasınlar diye uzaklaştırmıştı evden. Titriyordu. Gözü evin kapısında, umarsızlıkla kıvranıyordu. Çıktı adam pantolonunun kemerini ilikleyerek. Koştu eve.

Nasıl bırakır da giderdi onu öyle. Nasıl bırakırdı ki ölsün. Umarsızca sağa sola bakınırken bir kez daha seslenmişti anne "Haydi, bakınma, sallanma, koşun, kaçın size de yaparlarsa dayanamam kızım, ölümden beter." Önceki gün babaları öldürülmüştü hunharca. Şimdi de anneleri mi? Eyvahhh! Sırtladı bohçayı, toparladı çocukları. Yürüyün dedi, çabuk, hızlı hızlı yürüyün nehre doğru.

Oğlan yanı başında yürüyor. Çok da bir şeyin ayrımında değil. Kızlar ardı sıra... üzgün, boyunları bükük; babalarının öldürülmüş olmasının, analarını da ölmeye bıraktıklarının bilincindeler az çok. Yüreklerinde sızı. Hepsi birbirinin eteğine, paçasına yapışarak birbirlerinden güç almaya çalışsalar da öylesine biçare ve öylesine yalnızlar ki!

Abla onüçünde. Daha çocuk. Üstelik zayıf, çelimsiz. O yüzden kurtuldu eve girenlerin ellerinden. Adamları tahrik edecek eti, budu olmadığından anneye yöneldiler doğrudan. Anne biraz savaştı, elini, yüzünü tırmaladı ama daha fazla direnemedi. Kızına kıyamadı, onun daha fazla tanık olmasına gönlü razı olmadı da, çık dışarı deyip teslim ediverdi kendini. Gitmiyor gözünün önünden annenin çırpınışı. Yüreği pare pare. Nasıl kalkacak altından, nasıl gelecek üstesinden ona dayatılanın? Sırtında ağır yükü, yanında yöresinde üç kardeşi ve önünde sonsuzca uzayan bilinmezlik... Yaşadıkları felaketler, kimsesizlik, umarsızlık kor olup içini yakıyor. Bu mudur kader? Bu kader midir? Onların alınlarına yazılan böyle bir yazı mıdır? Kim yazmıştır ki böylesine kötü bir yazıyı? Kim yazabilir ki bu kadar kötü bir yazıyı? Başkaldırı yoktu şimdiye dek bildiği sözcükler arasında. Boyun eğmeyi biliyordu, kanaat etmeyi biliyordu, söz dinlemeyi biliyordu ama baş kaldırmayı bilmiyordu. Hiç öğrenmemişti. İşte şimdi bu köprünün üstünde bezgin adımlarla yürürken, dağarına bu sözcüğü de kattı. Artık baş kaldırıyordu böylesi bir kadere. Böylesi bir yaşam hiç kimseye biçilmemeliydi. Kimse bunu hak etmiş olamazdı; üstelik onlar hiç hak etmemişlerdi. Sırtında ağır yükü, ardı sıra yürüyen kardeşleri, onları bekleyen ürkütücü gelecek!... Giderek ağırlaşan ayakları, ağrıyan sırtı, çöken omuzları... Gözyaşları daha fazla duramadılar tutundukları yerde. Düşüverdiler yanaklarının üzerinden yuvarlanıp sessizce ve köprünün aralık tahtalarından sızıp altlarından ağır ağır akan küskün sulara karıştılar şıp şıp şıp. Birden bir fısıltı doldu kulaklarına. "Dik dur güzel kız, bugünler de geçecek. Hayatta geçmeyen ne vardır ki! Hem unutma her köşe başında bir umut gizlidir. Yeter ki sen onu bul."  Nehirdi bu. İnansa mıydı???

 

                                                                                                                                                         

Bu öykü, yazarın 2021 yılında İZAN Yayıncılık’dan çıkan “Kar Kokusu” adlı kitabından alınmıştır.                                                         


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false