Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


TÜRK ADALETİ


             Bizim köy dağlıktır.

            Benim evin bulunduğu yerden, yukarı bir tane düz arazi bulamazsın. En son sulanan ve düz olan arazi benim arazimdir. Yani birilerinin dediği gibi;

           “Tam Torosların dibinde otururum.”

             Eskiden dağlık bölgedeki arazileri öküzlerle sürerdik. Şimdi öküzler yok. İnsanlar karasabanın ne olduğunu bile bilmiyor. Tarlalar sürülmeyince etrafı fundalıklar almış yürümüş. Dağlık bölge ile tarla birbirine karışmış.

           Buna benzer bir arazi de bende var.

           Eskiden öküzlerle sürülen, ama son devirlerde boş kalmaktan ormana dönüşmüş araziyi satın aldığımda yarı orman gibiydi. Biz oraları imar ettik. Küçük parselleri birleştirdik. Sonunda zeytin bahçesi yaptık.

           Zeytinler on - oniki yaşına geldiler. Bir kaç senedir meyvesini almaya başladık. Belki sulu yer olsaydı, daha çok verim alabilirdik. Fakat kurak ve çorak olduğundan geç meyve vermeye başladı.

           Asıl anlatmak istediğim; zeytin bahçesinin meyve verip vermediği değil, bu yörede bir bakarsın ağaçlar meyve vermekten yıkılıyor, bir de bakarsın bir tane bile tutmamışlar. Tutmadığı yıllar boşa geçmiş yıllardır. Bu çiftçiliğin kaderidir, yazgısıdır.

           Sanırım yılbaşındaydı; bir baktım ki, zeytinlikte birileri dolaşıyor. Dönüşte önüne çıktım. Bir ormancı.

           Bu orman bölgesinde ormancılar büyük adamdır. Onlardan korkacaksın. 

           Kaç senedir sessiz görünüyorlardı. Ama ne olduysa, hükümet zayıfladıkça onlar da köyde çok görülmeye başladılar.

         “Bir ihbar var” dedi, ormana girip girmediğini ölçüyorum.”

          Ben biliyorum ki ormana girmedim. Zaten bu yaştan sonra ormana girip kök sökmem imkânsız. İhtiyacım da yok. Yeteri kadar tarlam var.

          Ormancı;

        “Ben de bilmiyorum” Dedi. ”Koordinatları aldım şefe götürüyorum. Ormana girip girmediğine o karar verecek.”

         Her neyse, geldiler gittiler. En sonunda bir tutanak tuttular. Bizim yüz senelik incirlik tarla olarak yazılmamış. Biz de 3.700 M2 lik alana tarla diye zeytin dikmişiz. Tutanakta durumu olduğu gibi aktardım.

        Onlar gittikten bir ay sonra başka bir ekip geldi. Başlarında bir hâkim var. Onlar da zeytinliği gezdiler. Hâkim, Ormancıya;

        “Ağaç kesilmiş mi ?” diye sordu.

         Ormancı da;

       ”Yok, efendim.”Dedi.”Ağaç kesilmemiş. Burası boş alanmış.”

         Onlar gidince durumu tanıdığım birkaç ormancıya danıştım.

         Onlar da;

        “Hiçbir şey olmaz.” Dediler.”Zaten devlet Zeytin dikmeyi teşvik ediyor.”

          Bu düşüncelerle mahkemeye çağırdılar. Oldum olası mahkemelerle anlaşamamışımdır. Ben yalan söylemeyi beceremem. Yalan söylemezsen bizim mahkemelerde kazanma şansın hiç yoktur. Bunu bildiğim halde çekinmeden;

          “Oraların, yüz yıllık kullanılan yerler olduğunu, ağaç sökmediğimi ve üç tarafının benim tapulu arazim olduğunu, belirttim.

          Hâkim yüksek perdeden bağırarak bir şeyler söyledi. Çoklarını anlamadım ama

        “Benim ormanı kasten ve bilerek kullandığımı, orman bölgesine havuz yaptığımı, ağaç diktiğimi ve haksız yere ormanı işgal suçunu işlediğimi belirtti. Ve bana on ay hapislik cezası verdi.  Suçu bilerek ve kasten işlediğimden dolayı da yirmi aya çıkartıldığını, altı da bir indirim yaptığını ve on altı ay yirmi gün hapisliğimin olduğunu bildirdi. Ayrıca, mahkeme masrafı adı altında 900 lira ödemem gerektiğini ve Orman avukatının vekâlet ücreti olarak 2.725 TL ödemeye mahkûm olduğumu bildirdi.

          Eskiler bu tip olay karşısında;

        “Güler misin, ağlar mısın ?”derlerdi.

          Ben altmış üç yaşındayım. Bu yaşıma kadar bir defa hâkim karşısına çıktım. Onda da davacı bendim. Şimdi ise ormanı kullanmak suçu ile yargılanıyorum.

          Köyümüzde buna benzer kırkın üzerinde vaka olduğunu söylediler. Hepsi de fakir fukara insanlar. Ne avukat tutacak paraları var, ne de yardım edecek adamları!.. Hepsi de davasını kaybetmiş.

          Kadastro çalışması buralardan geçerken, ihmal edilmeyip yazılsaydı tarla olacaktı. Yazılmadığı için de orman bölgesine kaydırılmış ve “ORMAN” denmiştir.

         2009 yılına kadar da itiraz edilmiş olsaydı, yazılma imkânı vardı. Yine de Kadastro mahkemesine dava açsaydık, biz kazanacaktık. Bu şansı da yakalayamadığımızdan, Orman kanunları karşısında hiç şansımız kalmamıştır.

        Hâlbuki Anayasanın 169.Maddesi bu tip yerlerin, yani Orman vasfını kaybetmiş arazilerin köylüye verilmesini emrediyor.

          Çarpık bir şekilde çalışan devlet çarkı aynı ilde bu tip yerlere zeytin dikimini teşvik ederken, habersiz dikmekten dolayı ben ve köylü cezalı duruma düşüyoruz.

          Eskiden fakir fukaranın yanında olan baba hâkimler vardı. Onlar ceza vermemek için bir yol bulur, Kadastro hâkimliğine olayı aktarırlardı. Fakat şimdiki genç hâkimlerin öyle bir davranış korkuları var ki, bir an önce dosyayı kapatma cihetine gidiyorlar. O da insan mağduriyetini artırmadan başka bir işe yaramıyor.

           Bu dava gösteriyor ki; Türk Adalet sistemi yeniden yapılanlandırılmalıdır. Ama değişeceğine hiç ihtimal vermiyorum. Çünkü günden güne toplum cahilleşmeye doğru koşuyor. Adalet kayboluyor. İnsan o babacan ruhlu eski hâkimleri arıyor. Ama bulması mümkün değil. Çünkü adaletin çarkı farklı dönüyor. Adalet için değil, amaç için dönüyor.

            Sürç’ü lisan ettik ise af ola, isterim ki insan önce insan ola…

 

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00