Yılmaz AYDOĞAN / BÖYLE GİTMEZ!


MİLİTAN DEMOKRASİ -7-

MİLİTAN MÜDAHALELER VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ


MİLİTAN MÜDAHALELER VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Yasama meclisi ya da mahkemelerden önce siyasi aktörlerin partileri kapatmaları sıkça görülen bir durumdur. 1933’te Çekoslavak hükümeti, Südet Alman Milliyetçi partisini ve Nazi partisini, daha yetki yasasını geçirmeden önce yasaklamıştı. Yasaklar sonradan onandı. 1991’de başarısız bir darbe girişiminin ardından Rusya devlet başkanı Komünist Parti’yi bizzat kapattı ve mal varlıklarına el koydu. Sonrasında Rusya Yüksek Mahkemesi, başkanın tek taraflı eylemlerinin anayasaya uygun olduğuna, hükmetti.

Bizde de Cumhuriyetin ilk yıllarında idari kararlarla, çok partili dönemde ise Asliye Hukuk ve Askeri Mahkemeler ya da darbe yönetimleri tarafından kapatılan partiler olmuştur. 1961 anayasası sonrasında Anayasa Mahkemesi kararlarıyla, devletin temel niteliklerine aykırı biçimde, “Laiklik karşıtı ve bölücü faaliyetlerin odağı haline gelen,” ya da “Sınıf diktatörlüğü amaçlayan,” yirmi dört siyasi parti kapatılmıştır.

Yazımızın çok fazla uzamaması için son döneme ait bir örneği incelemeye çalışacağız.

24 Aralık 1995’te Refah partisi, parlamentonun 450 sandalyesinin 158 ini kazanarak bir zafere ulaşmıştı. 1996 yazında lideri Erbakan, Doğruyol partisi ile koalisyon kurarak başbakan oldu. 19 Haziran 1997’de ordu harekete geçti ve Erbakan’ı istifaya zorladı. Yedi ay sonra da Anayasa Mahkemesi Refah partisini, “Laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olduğu,” gerekçesiyle kapattı.

 

Ordu ve yargıdan oluşan ve geçmişte de ülkedeki bir takım demokratik pratikleri, “Cumhuriyetin laik devlet ilkesi uğruna,” kısıtlayan vesayet odaklarının bu icraatlarına pek çok kişi ve kurum şüphe ile yaklaşmışken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Refah partisinin kapatılmasını değerlendirdiğinde şu sonuca vardı: “Refah partisinin siyasal iktidarı ele geçirme potansiyeli gerçektir. … Mevcut durumda Refah partisinin politikaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvence altına aldığı hak ve özgürlükler için tehlike olarak görülebilirse de, Refah partisinin iktidarı aldıktan sonra programını hayata geçirme ihtimalinin gerçek olması, bu tehlikeyi daha somut ve yakıcı hale getirmektedir.” (*)

Tehdidin özgül niteliğini dikkate alan AİHM, “Türkiye’nin temsili kurumlarını savunmak için olağanüstü bir icraatta bulunmasının meşru olduğu,” hükmüne vardı. AİHM, bugün artık emsal teşkil eden kararıyla, Avrupa hukuk camiasının “Weimar dersi” adı verilen somut olayı unutmadığını göstermiştir: “Demokratik rejimin karşıtlarına anlayış göstermek, o rejimin çöküşüne yol açabilir!” Doktrinde “militan demokrasi” denilen de işte budur!

 

Siyasi partileri yasaklamanın ya da benzer dışlayıcı eylemlere girişmenin temel gerekçesi, ‘Söz konusu grupların başkalarının siyasal haklarını ihlal edip etmediği,’ etrafında döner. AİHM,  Refah partisi Türkiye siyasetinde önde gelen bir aktör olduğundan ve antidemokratik faaliyeti cezalandırma çabalarını püskürtebilecek potansiyel taşıdığından,” partiye önleyici yasak getirmenin doğru olduğunu savunmuştur.

Kusurlu da olsa işleyen bir temsili rejime karşı inanılır ve kapsamlı bir tehditle karşılaşıldığında, bireylerin gayrimeşru eyleme girişmeleri demokratik olabilir. Tıpkı otoriter rejimlere karşı ayağa kalkıldığında, demokratik bir ruhsat olmadan harekete geçmenin demokratik olabilmesi gibi.

Buna karşın Hukukçu Macklem, “Ancak bir parti, bireylerin haklarını ihlal ettiğinde ya da etmesi an meselesi olduğunda müdahalenin gerçekleştirilmesi gerektiğini,” savunur. Eğer haklıysa, demokratik yollardan hareket etmek, “Demokratik kurumları savunmak için çok geç olana kadar beklememizi,” gerektirebilir. Bu, demokrasinin hiç de hayrına olmaz.

AİHM önleyici yasağın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hukuki ve demokratik normlarıyla tutarlı üç koşulu karşılaması gerektiğini savunur:

  1. Devletin önleyici eylemleri mevcut yasalardan icazet almalıdır;
  2. Yasak meşru bir amaca hizmet etmelidir;
  3. Müdahale demokratik bir toplumda gerçekten zorunlu olmalıdır.

Mahkeme, Türkiye’deki bu müdahalenin zorunlu olduğunu savunurken, parti üyelerinin siyasal şiddeti ve şeriat yasalarının da içinde olacağı, “Çoğulcu bir hukuk sisteminin kurumsallaşmasını açık açık savunduklarını,” örnek göstermiştir.

“Bir devletin müdahale etmek için, bir siyasal partinin iktidarı ele geçirip Avrupa Sözleşmesi’nin ve demokrasinin standartlarıyla örtüşmeyen bir politika uygulamaya başlamasını beklemesi gerekmez. İç barışa ve ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlarla yüzleşmeden önce devletin, Sözleşme’nin hükümleriyle uyuşmayan bu tür politikaların hayata geçirilmesini engellemesi, akılcı olacaktır.” (**)

Antidemokratik partiler güç kazandıkça, anayasal yönetimin normal kurumlarının “rejimin bütünlüğünü savunması” daha zor hale gelecektir. Türkiye Anayasa Mahkemesi Refah partisi tehdidini tartışmasız hale gelene kadar bekleseydi, partinin statüsü ve gücü liderlerine, “Anayasa Mahkemesi’ni önemsememe, üyelerini değiştirme ya da bizatihi anayasayı değiştirme,” imkânı verebilirdi.

 

Buradan, günümüz Türkiye’sine ve Ak parti yöneticilerinin söylem ve uygulamalarına geçebiliriz.

(*) Refah Partisi (Refah Party) v. Turkey, 35 Eur.. H.R. Rep. 56 (2002)

(**) Alexander S. Kirshner, “Militan Demokrasi”, 2017

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92