DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 16.09.2021 13:14:00 1639 0

Reyhan Yıldırım

Hulki Aktuç’un Umudu: Göz Bağından Kurtulmak

Güz… Güneş çark ettiğinde, bir yerlerde yuvalanan karanlık, usulca kaldırır başını. “(…) güz, o piç sonbahar, pis güz, bir gün sessizce içine alıveriyordur seni. Oldubittileri sevmezmişsin, kimin umurunda,” der Hulki Aktunç.

Güz yüklüdür. Hele ki, Eylül! Güzü, özellikle Eylül’ü yüklenenlerin umudu tükenmez ama. Bakın bize, kaç yangınlardan çıkıp geldik, bu seferki güze. Elimizi yüzümüzü yıkayıp kolları sıvadık bile.

Bence, bir gün bu gidişi değiştireceğiz; ‘görebileceğimiz’ için: Aktunç’un Gidenler Dönmeyenler kitabındaki Göz Bağı öyküsü Eylül’ün yükünü taşıyor. Kurtarılmış geleceği arzulayan nesillerin gözlerindeki bağları yırtıp atmalarını amaçlıyor.

Göz Bağı’nın arka planında 6-7 Eylül olayları var. Elbette bununla da kalmıyor. Çok daha geniş bir tarih aralığına, bugünü de içine alan emek sermaye çelişkisinin çok boyutlu oyunlarına odaklanıyor.

Yazara göre, emek sermaye çelişkisi (dikey çelişki) toplumsal dinamiklerin doğrudan belirleyicisidir. Irkçılık, gericilik, eşitsizlik gibi yatay çelişkiler ise, kapitalist düzenin sömürüye dayalı bu işleyişi görünmez kılmak üzere tasarladığı göz bağlarıdır.

6-7 Eylül olayları, yatay çelişkinin örneğidir.

6 Eylül 1955, saat 13:00’de Devlet radyosu, Atatürk’ün Selanik'teki evinin bombalandığını duyurur. Bu haber, tirajı oldukça düşük, dahası kime hizmet ettiği herkesçe bilinen İstanbul Ekspres gazetesinin ikinci baskısına da manşet olur. Gazetenin satış rakamları kısa sürede birkaç yüz bini bulur. O manşet, halkın kışkırtılmasının aracı olmuştur. Anlatılanlara göre, olaylardan bir-iki gün önce, bir takım yoksul insanlar, kamyonlara, trenlere doldurularak şehre getirilmiş, gayrimüslimlere yöneltilecek yıldırma hareketi için hazır tutulmuştur. Bu güruh, akşam sularında, ellerinde menşei belli, tek tip kazma saplarıyla gayrimüslimlerin, özellikle de Rumların ev ve işyerlerine sürülür. Polis gerçekleştirilen vandallığı engellemez. Askerin müdahalesi gece yarısından çok sonra gelir. Mübadele, varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları ve benzeri stratejilerin uygulanması, gayrimüslimlerin nerdeyse tamamının Türkiye'yi terk etmeleri sonucunu doğurur. Yatay çelişki anlamında milliyetçilik ve etnik ayrımcılığı somutlayan bu olgu, dikey çelişkiyi örter: Gidenlerin arkalarında bıraktıkları sermaye, hızla ve kolaylıkla Müslüman sermayenin olur.

 

Hulki Aktunç, Göz Bağı’nda, tarihin bu iki karanlık günüyle biri Türk, diğeri Rum olan iki çocuk işçiyi buluşturur. Öykü, yazarın Kadıköy çarşısında bizzat deneyimlediği 6-7 Eylül’ün iz ve imgelerinin, estetize edilerek kurgulanmış bir formudur. Olay sırasında o da çocuktur. “Dehşet içinde yıkıntıların arasında yürüdük, bunu hatırlıyorum, bir yıkım nehrinin içinden yürüdük,” der.

Öykünün kahramanı Yusuf, Kazan Kaynak Döküm Fabrikası’nda, kaynakçı çırağı olarak çalışan, henüz on iki-on üç yaşlarında bir çocuktur. Tam karşılarındaki evde oturan Rum komşularının oğlu Mihal’le iyi arkadaştır. İki çocuk aynı fabrikada çalışırlar. Mihal dökümcü, Yusuf kaynakçı çırağıdır. Yusuf’un hamlaç aleviyle, oksijen kaynağının içe işleyen yalazıyla kızarıp batan, sulanan gözlerini annesi tedavi eder. Akşamdan kesip hazırladığı patates dilimlerini çocuğun göz yuvalarına yerleştirip bir tülbentle sıkıca bağlar. Yusuf, zaman içinde bu uygulamaya alışsa da, bir kaynakçı gözlüğüne sahip olmayı çok ister. Çünkü kaynakçı gözlüğü, Yusuf için, işe bağlanmanın, sevinip üzülmenin, yorulma ve acıkmanın, dinlenme ve doymanın, kurtarılmış bir geleceğin ta kendisidir. Gözlük fabrika tarafından yalnızca ustalara verildiği için çıraklıktan ilerlemenin, ustalığa terfi etmenin de bir simgesidir. Hamlacı eline alıp putrel kaynatacağı, koca demir kasnaklar, tezgâh direkleri, perçin tutmaz somya gövdeleri yapacağı günler için sabırsızlanır. Bu yüzden para biriktirir. Her yerde fellik fellik gözlük arar.  Dayı Settar isimli bir işportacıya göre, Rum nalburlardan biri, o gözlüklerden satmaktadır. Dayı Settar, Yusuf’a, o nalburdan gözlük almak için söz verir. Ancak Yusuf gözlüğüne kavuşamadan 6-7 Eylül olayları patlak verir. Çocuklar önce neler olduğunu kavrayamazlar. Yetişkinlerin tedirginliğine, hummalı gidip gelişlerine ya da sakınma, çekinme hallerine bir anlam veremezler. Yusuf, doğrudan ve yerinde sorularıyla anne babasını terletir. Nihayetinde, peşinde olduğu gözlüğe kavuşmanın bir yolu olabileceğini hissederek yağma alanına o da gelir. Ancak öyle masumdur ki, talanın adresine Mihal’i de beraberinde getirir. Dayı Settar, ortalıkta yoktur, ama işporta tezgahının tıka basa dolu olduğunu görürler. Bunun üzerine Rum nalburun dükkanına gitmeye karar verirler. Parçalanmış kepenkler, un ufak olmuş vitrin, kapı önüne yığılı porselenler, çocukları hem şaşırtır hem korkutur. Buna rağmen kaynakçı gözlüğünü aramayı sürdürürler. Yusuf gözlüğü nihayet bulduğunda camlarının tuz buz olduğunu görür. O sırada gerçekleşen bir olaysa ona gözlüğü unutturur.

Kısacası, Göz Bağı öyküsü, ‘tarihi-aşarak’ tanıklık etmeyi sürdüren edebi metinlerin güzel bir örneği olarak, gözlerinin iltihabını kurutmak için bir kaynakçı gözlüğü edinmeyi çok isteyen çırak Yusuf’un, 6-7 Eylül kargaşasında gözlüğüne kavuşma umudunu anlatır. Umudunu aynı fabrikada çalışan bir başka çırağa, arkadaşı Mihal’e ‘gavuroğlu’ diyerek saldıran adama doğru bir levye kapıp seğirtirken ardında bırakır. Ne ki bu noktada, Yusuf’un kendisi umuttur. Çünkü hiç tereddüt etmeden, kaynakçı gözlüğünün mor camlarını da, vicdanları da tuz buz edenlerin üstüne koşmuştur.  

Yazar bize bu tarihsel arka planı bir vakanüvis olarak anlatmaz. Hele hele küçücük çocukların algısal boyunu asla aşmaz. Sürpriz dünya yaratma, kurgusal çok anlamlılık ve kendi tarihini üretme bağlamında Yusuf’un gerçekliğini, çocuk zihnindeki kurtarılmış geleceğin de tahribi olan bir toplumsal olayla kuşatmıştır. Olan bitenin özü, öyküye saçılan küçük detaylardadır. Aktunç, Kadıköy çarşısındaki yağmanın sokaklardaki görüntüsünden bir çocuk olarak bizzat geçip yıllar sonra bu öyküyle, zihnindeki imgeleri, Yusuf’un kızarmış, sulanmış, çapaklı gözlerinden anlatarak tanıklığını edebi kılmayı başarmıştır.

İşçi sağlığı, iş güvenliği, çocuk işçilik…  Bunlar kimin umurundadır? Sermayenin değil. Üstelik sermayedarın müslüman olması bir fark yaratmaz. O gün bu gündür değişen bir şey de yok aslında. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin "Çocuk işçilik yasaklansın!" başlıklı bir raporuna göre, bugün (2021) Türkiye'de çocuk işçi sayısı iki milyona varmış durumda. Son sekiz yılda iş cinayetlerinde ölen çocukların sayısı beş yüz on üç. Salgında çocuk işçiler, daha uzun saatler boyunca, daha ağır koşullarda çalışmaya zorlandılar. Kimbilir kaçının yarım yamalak yıkanmış yüzlerinde tülbentle bağlanan patates dilimlerinden süzülmüş nişasta akları var. Fakat öyküde, kendini sağaltarak geleceğini kurtarmaya çalışan işçilerin içinde filizlenen umut da, Yusuf. Çünkü ustasının olağan saydığı uygulamayı, kendi olanaklarıyla aşmak kararlılığına sahip. Dahası tornacı, kesimci, bireyizci, matkapçıların ‘demir çapağından, emay sıçrağı’ndan kendisinden bile çok çektiklerinin tamamen farkında.

Edebi eser, metnin içine serildiği tarihin tanıklığını iş edindiğinde, doğal olarak türü değişiyor. Artık bir edebi eser olmaktan çıkıp, adeta birincil veri niteliği alarak, kayıt ya da belge kimliği kazanıyor. Bu alanda kalem oynatan yazarların bıçak sırtında yürüdüğünü düşünmek güç olmasa gerek.  Hulki Aktunç, tüm yapıtlarında, o sırtta yürüyor.

Aktunç, Gidenler Dönmeyenler’de, özellikle de konu edindiğimiz Göz Bağı öyküsünde, tarihsel olanı güzel bir dille, ama olduğu şekliyle aktarmak hatasına hiç düşmüyor. Tekniğe, yapıya ve dile yaslanıyor. Ayrıntıları öyküye ustaca yediriyor. Birbiriyle bağlantılı iki yarayı, aynı öykünün evreninde ele alırken, toplumsal olanı bir çokluğun hikayesi olmaktan çıkarıp bireyle bağ kuruyor, somutlaştırıyor. Daha önemlisi, iç içe akan iki olayda da izini sürdüğü kötücüllerin aynı kaynağın farklı yüzleri olduğunu ustaca sezdiriyor. Duygularımızı ve aklımızı harekete geçiren güçlü bir üslubun terkisinde geçiyor, o bıçak sırtından.

Hulki Aktunç’u sadece Argo Sözlüğü yazarı olarak tanıyan bir nesil var. Onun çok değerli bir aydın, titiz bir edebiyat işçisi olduğunu; Bir Çağ Yangını romanını, Son İki Eylül’ü, Güz Her Şeyi Bilir’i, Erotologya’yı, Ten ve Gölge’yi… hatırlatmalıyız genç arkadaşlarımıza. Haziran 2011’de kaybettik, ama Aktunç, bugün içinde debelendiğimiz ahvali de anlatmayı sürdürüyor hâlâ.

4 Eylül 2021

 


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli