Bugün 3 Aralık 20 22
CHPP Genel Başkanı Sayım Kemel Kılıçdaroğlju’nun ortaya koyduğu
“ Cumhuriyetin 2. Yy. vizyomu”nu izledik.
Görkemli bir sunuştu. Umutlarımızı ivmelendirdi.
Umudumuz sendedir iki gözüm Bay Kemal
Bu ülkeyi bir kurtar kanımız sana helal
*
Kanımız helal ise söyleyecek birkaç sözümüz olmalı, değil mi?
Saygıdeğer konuşmacılar bilimsel gerçekleri bir bir sergilediler
Örneğin, bir Avrupa ülkesinde yöneticiye danışmanlık yapmış
olan bilge kişimiz, ne güzel örnekler verdi.
Dinlerken ben kendime sordum:
*
Anlatılanlar ve örnekler ağırlıkla ekonomi üzerineydi.
O zaman ekonomiye bir bakalım.
Kuşkusuz kalkınmanın ana ekseni ekonomidir.
Ancak ekonomi bir bileşendir. Görelim nelerden oluşuyor:
Üretim gücü insandır.
Kullanılan araçlar ve uygulanan teknoloji, üretim gücünü daha
başarılı kılmaya yarayan yardımcılardir.
Üretime elverişli demokratik alanın yaratılabilmesi de insan
faktörünün gelişkinliğiyle doğru orantılıdır.
O zaman ekonomiye ve demokrasiye:
“ Siz durun, bekleyin. Ben sizi yaratabilecek insanları, yani
üretim gücünü yetiştirip getireyim” demek olanaksız olduğuna
göre, ne yapmalı?
Eğitimden başka bir yol bilen varsa söylesin.
Kurtluş savaşının ortasında “ Eğitim Şurası” toplayan Mustafa
Kemal Atatürk’ün en kısa sürede sonuç verecek eğitim sistemi
arayışını, anlamamış olanlar da bir düşünsün.
Oysa, bu konuda şanslı bir ülkeyiz biz.
Yeni mi keşfedeceğiz, Allah’tan korkun be?
42 yıl önce dünyaya parmak ısırttık o deneyimle biz.
Neydi o Tonguç mucizesinin formülü?:
“ İş İçin, İş İçinde, İş Aracılığıyla Eğitim ve Üretim”
Yani “ Yaparak- Yaşayarak Eğitim”
*
Adı bile anılmaktan kaçılan o Köy Enstitülerinde 9- 10 yılda
yetişen öğretmenler, toprak ağalarının, mütegallibenin ve tüm
gericiliğin uykularını kaçırmış, Demokrat Parti ile oy pazarlığı
yapmak zorunda bırakmıştı.
Giderek 27 Mayıs 1960 Darbesine neden olan o gerici güruh,
Köy Enstitüleri kötü olduğu için mi karşı çıkıyorlardı?
Ürerim içinde eğitilerek yetiştirilmiş olan öğretmenler, kısa
sürede köylünün üretim bilincinde yarattı gelişimle, ağaların ve
dincilerin “ Kader, Kısmet, Alınyazısı” gibi yaftalara kanmamaya
başladılar.
Bu öğretmenler ABC öğretmekle yetinmiyorlar, insanların
eşitliğinden, hak ve özgürlüklerinden dem vuruyorlardı.
Otorite yerle bir oluyor, köleler kurtuluyorlardı.
O Köy Enstitülerinde yalnızca öğretmen de yetiştirilmiyordu.
Belki sıtmanın kökünü kurutanlar orada yetişen sağlıkçılardı.
Bugünkü konuşmalarda yeteri kadar olmasa da birkaç yerde
eğitim konusuna dokunuldu. Ama yetersiz, yuvarlak söylemlerdi.
Yahu, yapmak istenilen böyle kapsamlı bir atılımın muhtaç
olduğu ana gücün, insan bilinci olduğu düşünülmemiş olamaz.
Atatürk’ün ortaya koyduğu “ Kısa sürede çağdaş uygarlık
düzeyinin üstüne çıkmak” hedefinin yolu Köy Enstitüleriydi.
Ön çalışmalar bilgisi içinde yapıldığı halde, ne yazık ki kuruluş
gününü görmeye ömrü yetmedi.
Üretim- Eğitim konusunda yaşanmış olan böylesine somut
bir deneyimi görmezden gelmek, iki ihtimali akla getirir:
1-Ya Köy Enstitüleri Eğitim Sistemi anlaşılabilmiş değil.
2-Ya da beyinler, gericiliğin attığı çamurlardan kurtulabilmiş
değiller.
Ha, adı beğenilmeyebilir.
İsterse adı Kent Enstitüsü olsun.
İsterse Ulus Enstitüsü olsun.
İstenirse Uzay Enstitüsü olsun.
Enstiitü olmazsa laboratuar ya da daha başka bir şey olsun.
Yeter ki “ YAPARAK- YAŞAYARAK EĞİTİM” olsun.
Bir konuşmacı “ Ülkemizde ancak Doktora aşamasından sonra
üretkenlik başlıyor” gibi bir yargıda bulundu.
İşte o farklılık, projeli eğitim aşamasına geçişin sonucudur.
O bilinci yaratıp örgütleyemedikçe, varılacak yeri düşünmek
bile tüylerimizi ürpertir.
Mutlaka başarmak zorunda olduğumuzu unutmayalım.
Haydi kolay gelsin.