Tarih: 09.02.2021 15:47

YAZARLARA VE ŞAİRLERE SORDUK: Şükrü ERBAŞ...

Facebook Twitter Linked-in


Türkiye'de, yazmak isteyenler nedense hep yabancı edebiyatçıları örnek alıyor, onların deneyimleri üzerinden bir fikir geliştirmeye çalışıyor. Bu anlamda “Yeni Adana’da Düşünce-Sanat ve Toplum”  olarak bir eksikliği giderme çabası içine girdik. Değerli edebiyatçılarımızın katılımıyla kapsamlı bir bellek oluşturmaya çalışacağız. Yazar adaylarına yol gösterici olacağına inanarak… Bu haftaki konuğumuz kıymetli şairimiz Şükrü ERBAŞ...

Sanırım sanatın alanında bir etkinlikte bulunan herkesin ilk harcını, hamurunu, kültürel ana rahmi karıyor. O büyük ana rahminin sesleri, renkleri, kokuları, tatları, acıları, umutları, rüyaları, öfkeleri... bizi kaderimize götürüyor. Başka da olamaz. Bende bu süreç masallar, halk hikayeleri, türkülerle başladı. Okulla bir başka boyut kazandı. Kitaplar kitaplar kitaplar... Bir yazgıdan söz edeceksek, liseye geldiğim yıl (1968), ’68 kuşağı aklımı ve kalbimi yeniden biçimlendirdi. Ve usul usul şiir yazarken buldum kendimi. Heves vardı, özenme vardı, öykünme vardı. Devrim düşüncesi, aşk heyecanı, mazlumların kaderleri... hepsi birbirinin içinde eriye eriye beni var ettiler. Şiirimin ilk dizelerini oluşturdular.

Şiir için, daha doğrusu ilk dizeler için özel bir ortam gerekmiyor. Her durumda, günün her saatinde birkaç dize yazmak mümkün. İster aklınızda tutun, ister bir kağıda geçirin. Bir tuhaf içe doğuş anıdır. Biriken neyse o söze dönüşüverir. Sese dönüşüverir. Dilinize düğümlenir. Başlarsınız kendi kendinize tekrar etmeye. Bir süre öylece dolaşır durursunuz. Bir noktaya gelirsiniz ki, mutlak bir sessizlik olmadan, mutlak bir yalnızlık olmadan, o dizeler bir başka derinliğe ulaşamıyor. Hatta anlamsız olmaya başlıyor. Unutulmaya başlıyor. Ya bir yalnızlık yaratırsınız, ya bir kenarda duran yalnızlığınıza koşarsınız. Bütün dünyayı dışarda bırakırsınız, bırakmalısınız. Kağıt, kalem ve sizden başka tanrısı olmayan bir zaman başlar. Çırpına çırpına kendi gerçekliğinizi kurarsınız. Başkalarının kalbi ve dili olursunuz. Ta ki, gövdeniz ve kalbiniz derin bir soluk alana kadar.

(Bu başlığın oluşturulmasında F. Hüsnü Dağlarca’nın “Yapıtlarımla Konuşmalarım”ı etkili olmuştur.)

Kitaplarımızla konuşmalar, o kitabın yazılma süreci boyunca hiç durmadan yaptığınız bir iş. İki yıl, üç yıl, dört yıl... ne kadar sürmüşse kalbinizin kağıda geçmesi. Bittikten sonra, ya da bittikten uzun bir süre sonra elinize alıp bir hatıraya bakar gibi baktığınız olur ama konuşmak nasıl olur bilmiyorum. İnsanlara o kitaptan şiirler okumak söz konusu olduğunda yeniden bir ilişki başlar belki. Başka da ne yapılır bilmiyorum.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —