Öykü: İlknur Güneylioğlu
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 30.06.2021 15:22:00 1669 0

Öykü: İlknur Güneylioğlu

GECEYİ GEÇERKEN

Tekerlekli, iki büyük çöp tenekesinin dibinde oturuyordu genç bir çift. Nisan ayının sıcağında, başlarına kadar kirli örtülerle sarılıydılar. Biri, arada mırıldanır gibi dudaklarını oynatıyor, hiçbir ses çıkarmıyordu. Diğeri de duyulmayanı onaylıyordu başıyla. Garipsenen tablonun aksine, karanlık bir gece değildi. Üstelik perişan giyimli bu varlıkların yüzlerinden sağlık akıyordu. Durum böyleyken gecenin simsiyah olmaması genel görünüşe uygun düşüyordu.

Sağdakine bir ad verilse, Ziganka olurdu. Soldaki ise Zingara. Adsız insanlar pek umursanmaz. Bu, sevimli ve ilgi çekici gösterecek onları. Saygı duyulacak, inkâr edilemeyecekler. İyi ki doğacak, uyumlu olmalarını sağlayacak çıkış noktasını bulacaklar.

Ziganka, küçücük bir ateş yaktı, zarif parmaklarıyla. Büyümeye kalkışsa önlerinden geçen arabaların rüzgârı yeterdi söndürmeye. Gelen geçenin anlam veremediği diğer olay da bu oldu. Hava sıcak, gece karanlık değil…

Ateş mi var?

Zeytin ağaçlı, bol güllü, geniş kapılı, büyük bahçelerden sokaklara arabaları ile dağılıyordu insanlar. Hafta sonunun gündüz gezisi, yürüyüşleri yapılmış, gece belki bir tanıdığa, belki yeni çıkan dondurmaları tatmaya, belki de havaalanına gidiliyordu. Her geçenin gözleri, aracının camından, saniyelik bir baş dönmesiyle körleşerek, yolun kıyısındaki, yerden bitme alevlerle yüzleşiyordu.

Niçin ateş var?

Otomobiller, toplu taşıma araçları, taksiler, motosikletler ve bisikletler, süpermarketleri, kolejleri, belediye binasını, tekel bayileri, siteleri geçti. Ziganka ve Zingara ise hep aynı yerde duruyordu. Orada karınları doyuyor, orada birbirlerini istiyor, orada uyukluyorlardı. Birkaç kapıcı, ellerindeki çöpleri yığdığında tenekelere, kediler oraya buraya sıçrayıp kaçışıyordu. Kapaklar çarpınca kayan tekerlekler, ikisinin de kuyruksokumunda ileri geri yapıyordu.

Kapıcılar gidince, Zingara, mavi poşetleri yere indirdi. İçine gömüldüler birlikte. Paramparça, delik deşik, kaskatı ekmekleri çıkardılar. Sonra, onların üstüne sürmek için kazınacak, bitmiş salça kavanozlarını. Ziganka, kapağı yarım açık, konserve balık buldu. Zingara’ya armağan etti.

— Ey dipsiz dünyam, buyur!

Fedakârlık, bir maske değildi onların riskli birlikteliğinde. Gecelerce açılıp kapanan çöp tenekelerine karşı ölümcül isyanın başlangıcıydı. Ödüller, övgüler yoktu. İte kaka, sözde insaniyetlilik sistemi oluşturulmamıştı aralarında. Biçim biçim kurgulamıyorlardı tarihi. Başarılı rolleri üstlenmemişlerdi. Uyuşmazlıkları reddetmiyorlardı. Bu, duygudaşlık ve dayanışmanın bağıydı.

Evlere dönüş saatinin yaklaştığı anlaşılıyordu, gürültülerden. Küçük alevler hâlâ dalgalanıyordu yol kenarında.

Ateşe bak!

Tekerleklerin üstünde, bir bir geçti aileler, sevgililer, arkadaşlar, yalnızlar. Zingara ve Ziganka gibi kuyruksokumlarından sallanarak. Tıpatıp mı yoksa sadece benziyor mu çember dönerken oluşan kımıldanışlar? Zıt mı, aynı doğrultuda mı? Sorular da adsızlar gibi sevilmez. Adsızlıktan kurtulabilir insan, soru sormaya başladığında ise affedilmez suçlulara dönüştürülebilir, bedel ödemeden de selamete çıkamaz. Ömür yeterse…

Karınları doyduktan sonra sevişemediklerinden uyuklamaya geçti, anlaşılmaz ikili. Bir yol arkadaşı da yanaştı yanlarına mırlayarak. Adsız ve evsiz bir dost daha. Bembeyaz, yumuşacık, uzun tüylerinde sarı, iri daireler zıplıyordu yürürken. O da olsa olsa, Zizi olurdu. Üçünün de isim sorunu çözüldü, evsizlikleri içinse yapabilecek bir şey yoktu. Oysa kimlikler sahip olduklarının tümünden oluşur. Adıyla sanıyla. Bu eksik tanımlamalar, yarı yolda bırakabilirdi onları.

Ateşi söndür!

Altı kulağın altısı birden dikildi çöpün dibinde. Kedininkiler en önce. Dört atik bacağıyla fırladı, gitti Zizi. Ziganka ve Zingara’nın göz kapakları bile açılmamıştı. Körüklü koca bir otobüs, savrula savrula ikisini de altına aldı, çöp tenekesini caddeye fırlattı ve arkadaki mağazanın vitrinine dalıp, oturma grubunun ortasında durdu. Şangırtılar, alarmlar, tangırtılar, bağırışlar.

En çarpıcı yeri bitince, bu öyküden çok sıkıldım! Sonrasını anlatmaya gerek yok. Yazar, kim bilir daha neler uydurtabilir bana? Açıkça söylemek gerekirse, yazarımın bazı huylarını pek sevmiyorum. Onun yüzünden tanık olduğum olayları farklı anlatmak zorunda kalıyorum. Evet, o gece balkonda otururken bir kaza gördüm. Yer doğru, olay doğru. Ateş bile doğru. Örtülere sarılmış iki mezar kaçkınının adları ise Ahmet, Mehmet veya Ayşe, Fatma’dan başka olamazdı. Kara yüzleri pis ve mide bulandırıcıydı. İkisinin de burunları şekilsiz ve kocaman, kaşları olağandışı kalın, dudakları birer çizgiydi. Çöpten buldukları bir konserve balık için yarım saat güreştiler, küfürleştiler, birbirlerinin gırtlaklarına yapıştılar. Erkek olduğunu düşündüğüm, güreşi kazandı. Sonra da otobüsün altında kalarak geberdiler.

Bana kalırsa, gebermeleri çok iyi oldu. Yazar, bu konuda ne düşünür bilemem, toplumsal sorumluluktan dolayı, “Tüm insanlar değerlidir,” diyebilir. Bence, bu koca bir yalan! Kıymet vermek için, çaresizlik, sefillik içinde olduklarında bile, insanlardan soylu ve nazik davranmalarını bekleriz. Öyle değil mi? Güzel görünmelerini, hoş giyinmelerini, mis kokmalarını isteriz. Yazarımın da yaptığı bir bakıma buna benziyor aslında. Evsizleri süsleyip püsleyip sunmakta diretiyor. Çünkü bildiğimiz evsizler ilgi çekmezmiş. Aksine, ben bütün gece, bildiğimiz evsizleri dikkatle izledim. Bir fare gibi ezilip yok olmaları da iyi bir finaldi. Burada barınmaları çocukları korkutuyordu. Nereden geldiler, yapıştılar o çöpün kenarına birkaç gündür, kimse bilmiyordu. Yalnızca canlı olmaları, istedikleri yerde yaşamaya hakları olduğu anlamına gelmez. O kavruk, boz kedi de kapıdan gizlice girerek, apartmanda kalınca, merdivenlerimize sıçıp sıçıp, elimizden kaçmayı başardı. Çok kurnaz, her tehlikeden kurtuluyor. Temiz ve sağlıklı bir dünya yaratmak istiyoruz. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız böyle olursa, geleceğimize nasıl güvenebiliriz?

Yazarım, ayrıntılı düşününce dediklerimi doğru bulacaktır. Bunları söylememe izin vermesi, şimdiden bu anlama gelebilir. Kendisine, edebi kaygılarından kurtulup, bana fırsat tanıdığı için çok teşekkür ederim. Bu adımımızı, “Cazibesiz Gerçekçilik”in önsözü sayıyorum. Beraber nice öykülere!

 

 

 


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,16
  • EURO

    35,17% -0,02
  • GRAM ALTIN

    2243,92% 0,03
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00
  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu