KUTSAL İMECE - KÖY ENSTİTÜLERİ
GÜNDEM 15.04.2022 10:41:00 1809 1

KUTSAL İMECE - KÖY ENSTİTÜLERİ

Yazı;Emekli Öğretmen Mahmut YAĞMUR’un “Kutsal İmece” kitabından alınmıştır.

Atatürk’ün en yüce yapıtı, Türkiye Cumhuriyeti­’dir. Hiç kuşkusuz ki, cumhuriyet yönetiminin en ya­rarlı yapıtlanndan birisi de “Köy Enstitüleri”ydi. Eğer Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, eğitim ve öğretim davamız amacına ulaşacaktı. Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler, topraklarımıza derinlemesine kök salacaktı. Üretimimiz düzenli ve hızlı şekilde artacaktı. Köylülerimizin tümü, kara bilgisizliğin pençesinden kurtulacaktı. Cumhuriyetin getirdiği ilkeler, sağlıklı şekilde işleyecek ve boy atacaktı. Köylülerimizin sırtı pek ve karrnı tok olacaktı. Gelişmiş ülkelere, en olgun beyinlerimizi ve en yetenekli işçilerimizi satac.ak duruma düşmeyecektik. Gel gör ki, köylülerimizin uyanmasını istemeyenler ve halkımızın yararına yapıIan her girişimden ürkenler, köy enstitülerini kapat­tırdılar. Böylece halkımıza ve ülkemize en büyük kö­tülüğü yaptılar.

Yukardaki yargıların doğru olduğunu ve köy enstitüleri’nin kuruluş amacını iyice kavramak için, göz1erimizi 1935 yılına çevirmemiz gereklidir. Gözlerimizi 1935 yılına çevirdiğimiz zaman, şu acı gerçeklerle yüz yüze geliriz:

1935 yılında, 40 bin köyümüz vardı.Halkımızın % 80’ni köylerde yaşıyordu. Köylerimizin hepsi yol­ suz, susuz ve ışıksızdı. Konutlar sağlık koşullarına elverişli değildi. Hayvanlarıyla birlikte aynı çatı altın­ da yaşayan köylülerimiz çoğunluktaydı. Bu yüzden salgın hastalıklar köylerimizde kol geziyordu. Köyle­ rimizin kullandıkları üretim araçları da alabildiğine ilkeldi. İnsan ve hayvan gücüyle işleyen bu araçlar­ la, topraklarımız gereği gibi işlenemiyordu. İyi işlen­ meyen topaklar ise bol ürün vermiyordu. Hepsinden beteri, Devlet’in eli köylerimize dek uzanmıyordu. Çünkü Devlet’in bütçesi ve yönetici kadrosu cılızdı. Köylerimize sadece vergi toplamak için tahsildarlar ve yasa dışı olayları bastırmak için de jandarmalar uğruyordu. Köylülerimiz “Devlet” sözcüğünü duydukları zaman ya tahsildarları, ya da jandarmaları ansıyorlardı. Devleti, sadece vergi toplayan ve buyruğuna uymayanlara dayak atan bir güç kaynağı sanıyor­ lardı.... 1935 yılında, köylülerimizin eğitim ve öğretim so­runlarına da henüz el sürülmemişti. 40 bin köyümüz­ den, ancak 5 bininde ilkokul vardı. Okullarda hemen hemen hiç araç ve gereç yoktu. Bu okullara atanan öğretmenler ise, köylerde görev yapmayı angarya sa­yıyorlardı. Ders yılının sona ermesini dört gözle bek­ liyorlardı. Ders yılı sona erince, okulların kapısını kilitleyip kentlere dönüyorlardı. Aslında, öğretmenler köylerde oturmak zorunluluğunda olsalardı bile, köy­ lülerimizin yaşantılarını değiştiremezlerdi. Çünkü bu öğretmenlerin tek becerileri, “A, B, C” yi belletmekti. Salt b’u görevi yapacak şekilde eğitilmişlerdi.. Hiçbi­ risinin kafası elleriyle birleşmiyordu. Hiçbirisi topra­ ğın, suyun, havanın, hayvanların ve bitkilerin dilinden anlamıyordu. Bundan ötürü bu öğretmenlerden, köy­ Iülerimize el becerileri kazandırmaları ve üretimi artıracak,bilgiler vermeleri beklenemezdi. Köylülerimizi kaba taslak okur-yazar hale getiren bu eğitim dizge­ siyle de, köylerimizdeki ilkel yaşantıya son verile­ mezdi...

Atatürk, köylülerimizin yazgısının değişmesini ve yüzlerinin gülmesini istiyordu. Bu yüzden, Ulusal Eği­tim Bakanı Saffet Arıkan’a köylülerimize yararlı ola­ cak bir eğitim ve öğretim dizgesini arayıp bulması için buyruk verdi. Elbette ki Saffet Arıkan, bu buyruğu tek başına yerine getiremezdi. Kendisine çalışkan, dü­ rüst ve bilgili bir ilköğretim genel müdürü gerekliydi. Bakan, kısa bir soruşturmadan sonra aradığı kişiyi buldu. Bu,İsmail Hakkı Tonguç’tu. İsmail Hakkı Tonguç, koltuk hastası olmayan ve onuruna düşkün olan bir aydındı. Bundan ötürü, öne­ rilen genel müdürlüğü koşullu olarak kabul etti. Daha koltuğuna oturmadan da yollara düştü. Anadolu’yu bölge bölge ve köy köy gezdi. Köylülerimizin sorunlarını bilinçli şekilde inceledi. Gördüklerini ve duyduklarını usunun süzgecinden geçirdi. Kafasının içi. yüzlerce yıldan beri ezilen ve sömürülen köylülerimizin yazgısını değiştirecek tasarılarla dolu olarak Ankara’ya döndü. Gözlemlerini ve düşüncelerini inandırıcı sesiyle, Ulusal Eğitim Bakanına anlattı. Bu görüşmeden sonra, ulusal eğitim bakanlığı bir “Savaş Karargahı” gibi işlemeye başladı: İlk önce 1937 tarihli ve “3238 Sayılı Yasa” uyarınca, iki tane “Köy Öğretmen Okulu” ve “Eğitmen Kursları” açıldı. Eğitmen kurslanna, askerliğini erbaş olarak tamamlamış ye­ tenekli köylü gençler alındı. Bu gençler, düzenlenen kurslarda 6 ay eğitim gördüler. Kafaları özlü ve en geçerli bilgilerle, elleri ise en yararlı becerilerle do­ natıldı. Kursları başarıyla bitirenler, “Eğitmen” olarak köylerine döndüler. Yüklendikleri görevleri “Eğitmen Kılavuzu” adlı yapıtta saptanan ilkelere göre eksiksiz şekilde yerine getirdiler. Çünkü söz konusu yapıtta, köylülerimize yol gösterecek ve yararlı olacak bilgi­ lerin tümü yer almıştı. Her konu yalın bir dille ve özet olarak işlenmişti. Bu yüzden eğitmenler, öğrencileri ne okumayı yazmayı kolayca öğrettiler. Köylülerine her alanda yardımcı oldular. Bundan ötürü eğitmen­ lerin, eğitim tarihimizde seçkin bir yerleri olacaktır.
Yüce Atatürk, söylevlerinin çoğunda şu gerçeği dile getirmiş ve şu istekte bulunmuştur: Türkiye Cum­ huriyeti’nin temel taşlarını köylülerimiz taşımıştır. Bu kutsal taşları birbirine kaynatan hare, köylülerimizin kanlarıyla ıslanmıştır. Yöneticiler bu gerçeği göz önünde tutarak, ilk önce köylülerimizin sorunlarını çözmelidirler. Köylülerimizi, en kısa zamanda ülke­ mizin gerçek efendisi olacak düzeye yükseltmelidir­ler...

Saffet Arıkan ve İsmail Hakkı Tonguç, Atatürk’ün isteğini gerçekleştirmek için, alınlarının terine, da­ marlarının kanını katarak çalıştılar. 3238 Sayılı Yasa uyarınca açılan köy öğretmen okullarının sayısını 14’e ulaştırdılar. Fakat bu okullarda, köylerimize özgü öğretmen yetiştirmenin olanağı yoktu: Çünkü söz­ konusu okullarda öğrencilere salt kuramsal bilgiler öğretiliyordu. Bu yüzden Saffet Arıkan’la İsmail Hakkı Tonguç’un içleri pek rahat değildi. Onlar, iş eğiti­mine ağırlık veren ve binlerce köy çocuğunu bağrın­ da barındıracak eğitim kurumlananın özlemini çeki­ yorlardı.. Ama ellerinde özlemini çektikleri işi gerçek­ leştirecek yetki ve olanak yoktu.
Kısa bir süre sonra, iki büyük eğitimciye özlem­ lerini gerçekleştirebilmeleri için gerekli yetki sağlan­dı. Türkiye Büyük Millet Meclisi. 17 Nisan 1940 tari­hinde “3003 Sayılı Köy Enstitüleri Yasası”nı yürürlüğe koydu. Bu yasa, iş eğitimi içinde köylerimize özgü öğretmenler yetiştirilmesini öngörüyordu. Kuşkusuz ki. bu öğretmenler dört duvar arasında yetiştirilemezdi. Bu gerçeğe inanan, Koca Tonguç, yeniden yollara düştü. Ülkemizin ot bitmeyen bozkırlarını, ıssız yaylalarını ve insanların ayağı değmemiş dağlarını dolaştı. Yeni açılacak köy enstitülerinin yerlerini saptadı. Saffet Arıkan’da, valilere telgraflar çekti: Telgrafla­rında, ilkokulu bitirmiş köy çocuklarının tez elden sap­ tanmasını istedi.
1940 yılında, dünyanın genel görünümü özet ola­ rak şöyleydi: İkinci Dünya Savaşı tüm sertliğiyle sürüp gidiyordu. Birbiri ardından binlerce insan ölüyor ve uygarlık yapıtları yıkılıyordu. Fabrikaların çarkları, ölüm kusan silahlar yaprnak için dönüyordu. Gerçi. ülkerniz bu savaşın dışında kalmıştı. Arna savaşın ateş kasırgası doludizgin sınırlarımıza doğru yaklaşıyordu. Önlem olarak gençlerimizin tümü silah altına alınmıştı. Devlet bütçesinin tamamına yakın bölümü ordumuzun buyruğuna verilrnişti. Üretimimiz iyice azaldığı ve diğer alanlara para ayıracak gücümüz olmadığı için, sözcüklerle anlatılmayacak denli bir yoksulluğun içindeydik. Sözgelimi, kandillerirmize koyacak gaz, bebelerimizin sütüne katacak şeker, hasta­ larımıza içirilecek ilaç, ölülerimize saracak keten ve karnımızı doyuracak bir dilim boz ekmek bulamıyor­ duk. Her şeyi, katı yürekli karaborsacılar saklamıştı. Ulusça, bu yaşantıya katlanmak zorundaydık. Çünkü, “Dünyada Savaş vardı.”

İşte, Saffet Arıkan ve İsmail Hakkı Tonguç, köy enstitülerinin temellerini yukardaki koşullar içinde attılar. Köylülerimizi yoksulluğun pençesinden kurta­ racak “Kutsal İmece”yi bu koşullar içinde başlattılar. ilk iş olarak ot bitmeyen bozkırlara, ıssız yayla lara ve insan ayağı değmemiş dağ başlarına ak ça­ dırlar kurdular. Bu çadırlara, derileri kemiklerine yapışmış eşeklerin, katırların ve atların sırtında köylü çocuğu taşıdılar.
Köy Enstitüleri’ne öğrenci olarak getirilen çocuk­ların, ilk bakışta tensel yapıları ve davranışları pek umut verici görünmüyordu: Çünkü çocuklanın yüzle­ ri sapsarydı. Karınları şiş, boyunları ise çöp gibi in­ ceydi. Giysileri, renk renk yamalarla bezenmişti. Ayaklarına, yer yer delinmiş çarıklar geçirmişlerdi. Bellerine, içinde ekmek ve soğan bulunan azık çıkın­ ları bağlamışlardı. Hepsi de ürkek ve sessizdi. So­ rulan sorulara, başlarını ya aşağıya indirerek, ya da yukarıya kaldırarak karşılık veriyorlardı. Bundan ötürü çocuklarla konuşarak anlaşmanın olanağı yoktu. Onların neler düşündüklerini anlamak için, gözbebeklerinin içine bakmak gerekirdi. Çünkü, çocukların gözbebeklerinde öğrenme ve yoksulluktan kurtulma özlemlerini dile getiren bir ışık yansıyordu. Eşsiz eğitimci Tonguç, bu ışığın karanlık köylerimizi aydınlatacağına yürekten inanıyordu. İşte bu inançtan aldığı güçle, Köy Enstitülerinin temeline iri elleriyle ilk taşı koydu.

Köy çocukları, Koca Tonguç’un yüzünü kara çıkarmadılar. Kısa zamanda, ak çadırların yerlerine, kırmızı kiremitli ve ak badanalı konutlar diktiler. Toprağın derinliğinde uyuyan suları yeryüzüne çıkardılar. Daha önceleri ot bitmeyen toprakların üzerinde seb­ ze ve tahıI ürettiler. Kova kova süt veren ve kovan kovan bal yapan arılar yetiştirdiler. Kurduklan işlik­ lerde ağaca, taşa ve demire ‘istenilen şekli verdiler. Sözün kısası, ürettikleri ürünleri yediler, işlerinde kullandıkları araç ve gereçleri yaptılar. Çorak toprak ların üstünde modern “Köykentler” kurdular.
Artık, kaygı dolu günler geride kalmıştı: Çünkü İsmail Hakkı Tonguç’un girişimi olumlu şekilde so­ nuçlanmıştı. iş eğitimi dizgesini hor gören söz ebele­ rinin kandillerindeki yağ tükenmişti. Üstelik Hasan Ali Yücel de, Ulusal Eğitim Bakanı olmuştu. Yücel’de, Saffet Arıkan gibi yiğit ve inançlı bir kişiydi. Gören gözlere, duyarlı bir yüreğe ve düşünen bir kafaya sahipti. Tonguç’u, tüm gücüyle destekliyordu. Daha güzeli, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’de, onlar gibi düşünüyordu. Yetkili ve, etkili sesiyle, köy enstitülerini savunuyordu. Köy Enstitülerinin sayılarının artırılma­ sını istiyordu.
İnönü’nün isteği uyarınca, Yücel ve Tonguç ça­lışma hızlarını artırdılar. Binlercekazma, kara top­ rağın bağrına yeniden saplandı. Binlerce kürek, top­ rakla dolu olarak yeniden havaya kalktı.
Bir solukta, köy enstitülerinin sayısı 21 ‘e ulaştı. Bu kurumlara alınan öğrencilerin sayısı ise 15 binin üstüne tırmandı.
Köy Enstitülerinde, sosyo ekonomik yapımıza uyan bir eğitim dizgesi uygulandı. Bu eğitim ve öğre­ tim dizgesinin değişmez ilkeleri şunlardı: “Üret­ tiğin ürünlerle beslen, elinle yaptığın araç-gereç­ leri kullan. Temelini attığın konutlarda barın. iyi­ce düşünmeden, araştırmadan ve deneyin süzgecin­ den geçirmeden hiç bir şeye inanma.” Bu ilkeler uyarınca, öğrencilere üretimi artıracak bilgiler ve ham maddelere şekil verecek beceriler kazandırıldı. Yü­ reklerine halk, ülke ve doğa sevgisinin tohumları ekildi.
Koca Tonguç, çok mutluydu. Kalın ve çatallı se­ siyle türküler söylüyordu. Toprak kokan eliyle aydın­ lık ve özgürlük do lu yarınları gösteriyordu. Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi, sosyo-ekonomik yapımıza uygun olan bir adım daha atmıştı. 19 Temmuz 1942 tarihinde, “4274 Sayılı Köy Enstitüleri Örgüt Ya sası” nı yürürlüğe koymuştu.
Gerçi 4274 Sayılı Yasa, yüzlerce yıldan beri ezil­ miş, hor görülmüş ve sorunlarına el sürülmemiş köy­ lülerimizin sırtına ağır bir sorumluluk yüklüyordu. On­lardan, okullarını kendi elleriyle yapmalarını istiyor­ du. Oysa ki, o dönemde de kentlerdeki.okulların tü­ mu Devlet parasıyla yapılıyordu. Bu yüzden 4274 Sa­ yılı Yasa’nın kentlilerle, köylüler arasında ayrıcalık yaptığı apaçık ortadaydı. Buna karşın köylülerimiz söz konusu yasanın buyruğuna “Gık” demeden uy­ dular. Araçtan, gereçten yoksun olmak ve cılız ola­ naklarını birleştirerek işe koyuldular. Karanlık ve unutulmuş köylerini ışığa kavuşturacak Kutsal ime­ ce’ye coşku duyarak katıldılar.
Kutsal İmece başlayınca, köylerimizdeki korkunç susku sona erdi. Çelik mavisi gökyüzünü kağnı gıcır­tıları ve tekerlek tıkırtıları doldurdu. Dinamit patlama­ları dağdan dağa yankı yaptı. Çorak toprakların bağ­rına binlerce kazma saplandı, binlerce kürek toprakla dolu olarak havaya kalktı. Ankara’dan “Daha hızlı ça­ lışınız!” diye gönderilen buyruklar, bozkır güneşinin altında uzayıp giden telgraf tellerini titretti. Bu buy­ruklar, “Beyaz Yakalılar”a uykuyu haram etti. Cipler, tozlu ve bozuk köy yollarında mekik gibi işledi. Kamyonlar köy enstitülerinden öğrencilerden oluşan ekip­ leri köylere taşıdı. Bu ekipler, köylülerle el ele vere­ rek ak badanalı derslikler ve işlikler yaptılar. Uygu­ lama bahçesi yapılacak tarlaların kıyısına duvar ördüler. Kısacası, Kutsal İmece’nin ürünü,olan yapıt­ larla köylerini süslediler.
Zaman su gibi akıp gitti. Köy Enstitülerinde öğ­ renimlerini tamamlayan köy çocuklan, öğretmen ola­ rak köylerine döndüler. Destanlık acılara bilinçli şekilde katlanarak görev yapmaya başladılar. Atatürk’ün devrim ve ilkelerini, en zor koşullar altında savun­ dular. Aktöre dışı zorbalıklarla sindirilmiş ve emekleri sömürülmüş yoksul köylülerine, hak aramanın yollarını gösterdiler. Yoksul ve bilgisiz kalmanın yazgı olmadığını, kanıtlar göstererek çürüttüler. İşlerini salt sözle yürütme yolunu seçmediler. Dillerinin söylediğini, elleriyle yaptılar. Yoksul köylüleri geçerli bilgilere ve ekonomik özgürlüğe kavuşturmak için cömertçe ter döktüler.
Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin çalışmaları ; tembel bürokratların rahatını kaçırdı. Tefecileri, ara­ cıları ürküttü. Ağaların yüzlerce yıldan beri süren sal­ tanatlarını yıktı. “Din, iman, vatan ve millet” edebiya­ tıyla politika yapmayı zorlaştırdı. Çünkü, usul usul uyanan köylüler’ “Niçin yoksuluz?”, “Niçin bilgisiziz?” diye mırıldanmaya başladılar. Eski uysallıklarının ye­ rini, henüz güçsüz de olsa bir direnme ve başkaldırma almaya başladı.
Yukarıda kısaca değindiğimiz nedenlerden ötü­ rü bürokratlar. ağalar ve politikacılar “Kin cephesi”n­de birleştiler.ilk önce köy öğretmenlerinin temiz alın­larına “komünist” damgasını bastılar. Tüm güçleriyle saldırıya geçtiler. Öğretmenlerin yollarının üzerine tuzaklar kurdular. Kopardıkları yaygarayla “Köy Enstitülerini, Cumhuriyetin en büyük yapıtlarından birisi sayıyorum” diyen İnönü’yü bile yıldırdılar. Ama köy öğretmenlerini, yürüdükleri doğru yoldan döndüre­ mediler. “Çağdaş; insan ve ulus olmamızı” gerçekleştirecek savaşın hızını kesemediler.
Ülkemiz çok partili döneme girince, “Kin cephe­si”nin üyeleri saldırılarının dozunu artırdılar. “Din ve iman elden gidiyor” diye tozu-dumana kattılar. En so­nunda 27 ocak 1954 tarihinde “6234 Sayılı Yasa”ya dayanarak köy enstitülerini kapattırdılar. Köylerimize özgü aydınlar yetiştiren kaynağı kuruttular.
Sonuç olarak bir gerçeği belirtmek istiyoruz: Bu­ gün Anadolu’nun ıssız köylerinde yeşeren her ağaç. yurt sevgisiyle çarpan her yürek, ham maddelere şekil veren her el ve düşünen her kafa köy enstitüleri, olgusunu yaşatmaktadır. Köy Enstitülerini. kapattıran­ ların adlarını ise, çocuklan bile eziklik içinde anmak­ tadırlar.
“17 Nisan. Köylü Bayramı”, tüm köylülerimize ve namuslu aydınlarımıza kutlu olsun!..

MAHMUT YAĞMUR KİMDİR
Mahmut Yağmur, 1927 yılında, Amasya’nın Doğantepe köyünde doğdu. Öğrenimini Akpınar Köy Enstitüsü’nde tamamladı. Anadolu’nun yoksul ve unutulmuş köylerinde öğretmenlik yaptı.Ülkemizin çok seçkin gazete ve dergilerinde yazılar yazdı. Dili akıcı, yalın ve ÖZ TÜRKÇEDİR. Kısa,açık ve çarpıcı bir biçemi vardır. Mahmut Yağmur, Adana’da yaşamaktadır.
“Dertler Pazarı, Ekmek ve Özgürlük, Kutsal İmece, Sancılı Çağ, Ateş Ali” yayınlanan başlıca yapıtlarıdır.


Haber Kaynak : ÖZEL HABER
Mehmet Ziya Yergök
15.04.2022 14:25:09
Mahmut Hocamı kutluyor,esenlikler diliyorum.Son derece arı ve duru bir dille Köy Enstitüleri’ni en güzel anlatan bir yazı yazmış.Enstitüler eğer kapatılmasaydı bugün gerçekten çağ atlamış ve Atatürk’ün bize hedef gösterdiği “Çağdaş uygarlık düzeyine” çoktan ulaşmış olurduk.Köy Enstitüleri’nin 82.Kuruluş yılı kutlu olsun.

Gaziantep'te Gezilmesi Gereken Tarihi Mekanlar

30 Ağustos coşkusu Çukurova’da yaşandı

TMMOB İKK,‘Ülkede, Bölgede, Dünyada Barış’ Her Zaman Şiarımız Olacaktır"

ÇGC,‘Bağımsızlık tutkumuz hiç bitmeyecek’

Prof. Dr. Süleyman İrvan:“Basılı gazeteciliğin bittiğini ilan etmek durumundayız”

“30 AĞUSTOS; DÜŞMAN DEVLETLERE ŞAPKA ÇIKARTTIRAN BÜYÜK ZAFER”

TGF "30 Ağustos, Türk Milleti için varlık nedenidir"

ÇGC,“Hür doğup hür yaşamak çok önemli”

30 AĞUSTOS ZAFERİNİ KAZANAN BAŞKOMUTAN DEMOKRATTIR; O'NUN CUMHURİYETİNİ YIKMAK İSTEYENLERİN DEMOKRATİK MEŞRUİYETİ YOKTUR

ÇYDD Türkiye Cumhuriyeti'nin 100., Büyük Taarruz'un 101. yılını Afyonkarahisar'da Kutladı

ULUSAL VE YEREL MEDYADA ZAFER BAYRAMI SERGİSİ DÜZENLENİYOR

26-30 AĞUSTOS 1922 BAŞKOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESİ:KUTSAL SAVAŞ

Ankara'dan Uçakla Günübirlik Ziyaret Edebileceğiniz Şehirler

KAYMAKAM ATAMALARI GERÇEKLEŞTİ

ÇYDD'DEN AFYON BULUŞMASI

Jeoloji Mühendisleri Odası'ndan deprem açıklaması

JMO’dan “17 Ağustos 1999 Depremi” Açıklaması

ÇGC’de kaynaşma yemeği

TGC: "Gazetecilik tutukluluk nedeni olmaktan çıkarılmalıdır"

ADANA BAROSU’NDAN ‘HAK İHLALİ’ İDDİASI

Enerjisa Enerji ve TEMSA’nın Oyungezer Otobüsü Deprem Bölgesinde

  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05
  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı