ÖYKÜ: Tuncay Dağlı
7.07.2021 15:40:00 706 0

ÖYKÜ: Tuncay Dağlı

ANNEMİN GÖZÜ SEĞİRİNCE

Annemin sol gözü seğirdikçe ya başına kötü bir olay gelir ya da aileden biri mutlaka kötü bir şey yaşardı. Sağ gözü seğirince de, bunu güzel bir şeyin işareti olarak görür sevinirdi. Bunu yıllar içinde deneyerek öğrenmişti.

Sanırım bu özelliği genetik olarak bana da geçmiş. Bu yüzden sol gözüm seğirmeye başladığında evden dışarıya adım atmaya korkarım. Çünkü eminim ki başıma mutlaka kötü bir olay gelecek. Ya bir kaza ya bir kavga ya da bir tartışmaya karışacağım.

Hem de öyle bir şey ki, gözümün alt kapağı seğirse farklı bir olay, üst kapağı seğirse farklı bir şey yaşıyorum. Göz ucum seğirse daha önce başıma gelen benzer bir olay oluyor. Ve bu defalarca başıma geldiği için, evde bir tartışma yaşayacaksam eğer daha önce göz kapağımın neresi seğirdiyse orası seğiriyor.

Hatta trafikte giderken eğer hız sınırını aşmışsam ve trafik polisi de beni yakalayacaksa, gözüm bunun sinyalini çok önceden veriyor ve ben ne yaparsam yapayım, o gün trafik polisine yakalanıyorum.

Bu yüzden sol gözüme “paratoner” adını taktım. Çünkü tüm kötü şeyleri yıldırım gibi çekip, başıma getiriyor.

Annem gibi benim de sol gözüme kızdığım anlar oluyor. Çünkü bazen seğirmesi günlerce durmuyor. Tabii ki bu çok daha büyük olayların habercisi oluyor. Sinirimi bozduğu için de kendi gözümü yumruklayasım geliyor.

“Böyle şey mi olur?” diyebilir, ama oluyor işte. Yaşanmış ve denenmiş olaylar bunun en güzel kanıtıdır.

                                                ***

İlkokul son sınıfta okuyordum. Annem zaman zaman yaptığı gibi o gün de devamlı sol gözünün seğirdiğini söyleyip, başına bir şey geleceğinin tedirginliğini duyuyordu. Çünkü içinde bulunduğu yaşam koşulları, genç erkek ve kız çocuklarının olması, babamın sorumsuz hareket etmesi, onu her şeye karşı dikkatli olmaya zorluyordu. Her an çocuklarının başına bir şey gelecekmiş gibi korku duyuyordu.

O günlerde üç ağabeyim paralarını birleştirmiş, güzel bir lokanta açmışlardı. Üçü de bekardı. Hayatlarının baharındaydılar. Önlerinde yaşayacakları çok şey vardı.

Evlatlarını kem gözlerden sakınarak, ayaklarına taş değirmeden yetiştirip, büyüten annem, devamlı olarak, “Aman oğlum, kendinize dikkat edin. Herkesin gözü üzerinizde. Göz eden olur, söz eden olur. Kötü kimselerden uzak durun” diye uyarılarda bulunuyordu. Hatta onlara yakın olmak için lokantanın kirli masa örtülerini yıkamak dahil birçok işini de kendi yapıyordu.

Ben de okuldan kalan zamanlarımda lokantada komilik yapıp, harçlığımı çıkarıyordum.

Bir süredir ağabeylerim arasında, lokantaya alınan kasiyer kız nedeniyle sürtüşme yaşanıyordu. Bu en büyük ağabeyim İnayet’in tercihiydi bu. Kasaya otursun, müşteri hesaplarını alsın, müzik çalardaki plakları değiştirsin istiyordu.

Kızın İstanbullu olduğu söyleniyordu. Sarı saçlı, alımlı bir şeydi. 

İnayet ağabeyimim aynı zamanda iş ortağı olan İlhan ve Ramiz ağabeylerim ise içkili lokantada kasiyerlik bile olsa bir kadın çalıştırılmasına karşıydılar. Çünkü o yıllarda, bulunduğumuz ortam ve kültür bunu kaldırmıyordu. Bu yüzden de “olmaz” dediler.

Bir şey daha vardı ki, o da İnayet ağabeyim çapkın biriydi. Geleni boş göndermezdi. Bu yüzden işyerinde bu tür şeylerin yaşanmasını istemeyen İlhan ve Ramiz ağabeyim, sürekli olarak anneme gelip, “söyle oğluna, bu kızı göndersin, yoksa fena olacak” diyorlardı.

İşte annemim tedirginliği ve sol gözü seğirince yaşadığı korku bundandı. Sonunda da korktuğu başına geldi.

O gün lokantada yine tartışma vardı. Ramiz ağabeyimle İnayet ağabeyim, sarışın kasiyer yüzünden karşılıklı olarak birbirleriyle sözlü atışıyorlardı. İlhan ağabeyim lokantada değildi.

İnayet ağabeyim lokantanın orta yerindeki masada bulunan yeni yıkanmış su bardaklarını bir bezle silerken, öfkeli öfkeli bir şeyler söylüyordu. Arka taraftaki kebap tezgahında satırla etleri kıyma yapan Ramiz ağabeyim de aynı şekilde karşılığını veriyordu. Ortam giderek geriliyordu.

Ben de bir köşeden onları izliyordum. Onarın sesi yükselip, içerideki elektriklenme arttıkça, benim de kalbimin atışı hızlanıyordu. Her an birbirlerine girebileceklerini düşünüp, korkuyordum.

Bir an içimden acaba eve gidip annemi mi çağırsam mı diye geçirdim. Ama ev yakında değildi. En azından yanlarında olup, olan biteni göreyim diye gitmedim.

Ramiz ağabeyim, iki eliyle kavradığı satırı, tezgahtaki etlere sert hareketlerle vururken,

-O kız, bu lokantadan gidecek, dedi, öfkeyle.

İnayet ağabeyim ise kendisinin iki küçüğü olan Ramiz ağabeyimin tavır koymasını kabul edemiyor ve bağırarak konuşuyordu. Sonunda olan oldu ve öfkesine hakim olamayan İnayet ağabeyim, silmekte olduğu bardaklardan birini Ramiz ağabeyime doğru fırlattı.

Aslında isabet ettirme maksadı ile değil, gözdağı vermek için kebap tezgahına doğru atmıştı. Ancak bardak gitti, Ramiz ağabeyimin satırın sapını tutan sağ elinin bileğine isabet etti.

Öyle hızlı fırlatmıştı ki, bardak Ramiz ağabeyimin koluna çarpar çarpmaz parçalandı ve bir parçası bileğinin üst kısmını kesti.

Böyle bir şeyi Ramiz ağabeyim beklemediği gibi, İnayet ağabeyim de hareketinin bu şekilde sonuçlanacağını herhalde düşünmemişti. Çünkü sonraki davranışlarından yaptığından pişman olduğunu çıkarmıştım.

Ramiz ağabeyim kan fışkıran bileğini, sol eliyle sıkıca kavradı. Bu sırada İnayet ağabeyime ağız dolusu küfür etti.

Ramiz ağabeyim kan akan bileğini masa silmek için kullandığımız bezlerden biri ile sararken, İnayet ağabeyim olduğu yerde donup kalmıştı. Bense korkudan titriyordum. Ya Ramiz ağabeyim elindeki satırla İnayet ağabeyime saldırırsa diye düşünüp, bir şeyler yapmak istiyordum ama ne yapabilirdim ki?

Yaptığının farkına varan İnayet ağabeyim, umursamazmış gibi görünüp, bana döndü ve,

-Git bir taksi çağır, şunu hastaneye götür, dedi.

Lokantanın karşısındaki Kervan Sineması’nın yanında bir taksi durağı vardı. Uzun Amerikan arabalarının çalıştığı durağa doğru koşarken, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Ağabeyimin elinden akan kan beni ürkütmüştü.

Ön koltuğuna oturduğum taksiyle birlikte lokantanın önüne geldim, Ramiz ağabeyim kaldırıma çıkmıştı. Arabanın arka koltuğuna binmesine yardım ettim. Sonra tekrar ön koltuğa geçtim.

Şoför bizi tanıyordu, ağabeyime ne olduğunu sordu,

-Bardak kesti, diye cevap verdi, Ramiz ağabeyim. İnayet ağabeyimle kavga yaptığını söylemedi.

Ön tarafta oturuyordum ama arada bir de arkaya dönüp, Ramiz ağabeyimi kontrol ediyordum. Yüzünden ter boşanmıştı. Birkaç dakikada Devlet Hastanesi’nin acil servisine geldik. Ağabeyimin koluna girip, hastaneye geçirirken, korkudan ve heyecandan başım döndü, az daha düşüyordum.

Acil serviste müdahale edilen ağabeyimin yarası derindi. Bu yüzden kesilen yeri dikmek yerine, demir penslerle tutturdular. Bileğini sardıktan ve ağrı kesici ilaç verdikten sonra içerideki bir yatağa yatırdılar. Durumunun iyi olduğunu görünce iki kilometre kadar uzaktaki lokantaya koşarak geldim ve İnayet ağabeyime bilgi

verdim. Kasada oturmuş, hala söyleniyordu. Beni görünce;

-Ne oldu? diye sordu, durumu anlattım.

-Git anneni çağır, gelsin. Ne olduğunu anlatma ama. Gelince ben söylerim, dedi.

Annemin hışmından da korkuyordu. Çok iyi biliyordu ki annem çocuklarının ayağına taş değsin istemezdi.

Koşarak eve gittim. Ter içinde kalmıştım. Annem her zamanki gibi sokakta ateş yakmış, ablamla birlikte lokantanın beyaz renkli masa örtülerini kaynatıyordu. Kocaman bir kazanda kaynayan suyun içindeki örtüleri, uzunca bir sopa ile teker teker alıp, geniş çamaşır leğeninde çitiliyorlardı.

Yanına yaklaştım, beni fark edince irkildi, sanki içine doğmuş gibi,

-Ne oldu, niye geldin. Nedir bu halin, senin? dedi.

Kolumla terimi silerken,

-Abim, seni çağırıyor anne, dedim.

Ablam da çamaşır yıkamayı bırakmış bize bakıyordu. Annemi her zamanki gibi hemen bir korku ve telaş almıştı. İçine bir şüphe düşmüştü herhalde. Çamaşır leğeninin başından kalkıp, üstünü başını düzeltirken, tekrar sordu,

-Ne oldu oğlum, söylesene. Abin niye çağırıyor beni?

-Bilmiyorum, ‘hemen gelsin’, dedi.

Gözüme tedirgin bir şekilde baktı. Başımı öne eğdim. Kolumdan tuttu,

-Lokantada bir şey mi oldu yoksa? Söyle bana, dedi bir kez daha.

Söylesem biliyordum ki ağlayıp, sızlamaya başlayacak, korkudan kendini yerden yere atacaktı.

Çamaşır leğeninin başında kalkıp, aceleyle üzerini değiştirdi. Evin önünde bekliyordum. Yanıma gelip, kolumdan kavradı, “düş önüme” dedi.

Sokaktan ana caddeye çıktık, oradan itfaiyenin bulunduğu büyük caddeye kadar hızlı adımlarla yürüdük. Annem hem yürüyor hem söyleniyordu.

Bu arada babama da kızıyordu. Sorumsuzluğundan, vurdumduymazlığından,

ilgisizliğinden yakınıyordu.

-Nedir benim, bu adamın çocuklarından çektiğim. Derdin biri bitse, öteki başlıyor. Adam gibi durmuyor çocuklarının başında. Ancak dağ bayır gezmesini biliyor. Olmaz olsun böyle hayat, diyordu.

E- 5 karayolunun ortasındaki meydana geldiğimizde kolumdan tutup, bir daha sordu. Bu defa sesi daha sert çıktı.

-Bana bak, ne olduysa söyle. Niye çağırdı abin? Birbirlerine bir şey mi yaptılar yoksa? Biliyor da söylemiyorsan parçalarım seni, dedi.

İki arada bir derede kalmıştım. Söylesem İnayet ağabeyimden, söylemesem annemden dayak yiyecektim. İnayet ağabeyimin bardak fırlatıp, Ramiz ağabeyimi

yaralamasına ben de çok kızmıştım. İçimden ona karşı duyduğum öfkeyi, olayı anneme anlatarak bastırmak istedim. Belki de annemin, ona bağırıp çağırmasını istiyor, bu şekilde intikam almayı düşünüyordum.

-İnayet abim, Ramiz abime bardak fırlattı, eli kesildi, deyiverdim.

Annem yıldırım çarpmış gibi zınk diye durdu. Tuttuğu kolumu biraz daha kuvvetlice sıkıp,

- Söyle bana, bir şey oldu mu? diyerek, sarstı. Sanki hazır bekliyormuş gibi gözlerinden yaşlar sicim gibi akıyordu.

- Sadece bileğinde kesik vardı, hastaneye götürdüm, sardılar, dedim.

Kolumu bıraktı. Artık koşar adım yürüyordu. Arkasından yetişmekte zorlanıyordum. Hem yürüyor hem söyleniyordu;

-Biliyordum böyle bir şey olacağını. Kaç günden beri sol gözüm seğiriyordu. Oldu işte sonunda. Biliyordum ben…

Birkaç dakika sonra lokantadaydık. Lokantanın kapısından öyle bir girdi ki, dosdoğru İnayet ağabeyimin yanına gidip, karşısına dikildi.

Annem bir şey söylemeden, ağabeyim suç bastırır gibi konuştu;

-O da bana karşı gelmeseydi!

Annemin hışımla içeriye girişinden, olayı benden öğrendiğini anlamıştı.

Annem öfkeyle İnayet ağabeyimin üzerine yürürken,

-Ahlaksız, terbiyesiz, söyle ne yaptın çocuğa? Ben, o çocukları senin elinin altına dövüp, sövesin diye mi verdim? diye bağırdı.

Ağabeyim, annemin bir şey yapmasından korkup, lokantanın iç kısmına doğru çaktırmadan yürürken,

-Söyle oğluna, üstüne vazife olmayan şeylere karışmasın, acımam vallahi, diyerek, gözdağı verdi.

Annemin öfkesi daha da kabarmıştı,

-Acımazsın öyle mi? Ben, o çocuklara engel olmasam şimdiye kadar senin etini, kemiğini bırakmaz, parçalarlardı. Şükret ki ben durduruyorum. Bir de utanmadan tehdit ediyorsun. Görürsün sen bundan sonra, dedi ve bana dönüp,

-Hadi oğlum, beni, abinin yanına götür, diyerek bir taksi çağırmamı istedi.

Ben lokantanın kapısından koşar adım çıkarken, annem hala İnayet ağabeyime bağırıyordu;

-Eğer o çocuğa bir şey olduysa, senin ağzının orta yerine ederim.

Aynı duraktan hemen bir taksi çağırdım ve annemle birlikte hastaneye gittik. Annem yol boyu gözyaşı döktü. Hem İnayet ağabeyime hem de babama beddua ediyordu.

Babamın suçu, evlatlarına sahip çıkmaması, başlarında durup, otorite kuramamasıydı. Bu yüzden annem, bizlere hem annelik hem de babalık yapmaya çalışıyordu. Öfkesi bundandı. Yükü ağır geliyor, kaldıramıyordu.

Hastaneye gittik, Ramiz ağabeyim acil servisteki bir yatakta yatıyordu. Taksiyi göndermemiştik. Doktor “daha fazla burada kalmasına gerek” deyince, taburcu işlemini yaptırdık ve aynı taksiyle eve döndük.

Annem bir daha lokantaya uğramak istememişti. Hem Ramiz ağabeyimin, İnayet ağabeyimle yeniden kavgaya tutuşmasından korkuyor hem de kan kaybettiği için evde dinlenmesini istiyordu. Zaten acil servisteki doktor da ‘biraz yatıp dinlensin’ demişti.

O olaydan sonra sarışın kasiyeri bir daha lokantada görmedik. İlhan ağabeyimin tepkisi de fazla olmuştu. Ve İnayet ağabeyime kızarak,

-O kadını buradan göndermezsen, sen de birlikte gidersin demişti.

Ancak ailemizin üzerindeki kara bulutlar giderek çoğalıyordu. Şimşeklerin çakmasına, Yarıkkaya Fırtınası’nın çıkmasına az kalmıştı. Annem olacakları seziyor, sol gözü seğirdikçe,

-Kör olasıca hiç durmuyor, diyordu.


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

YÜREĞİR BELEDİYESİ OKULLARI YENİ DÖNEME HAZIRLIYOR

ÇOCUĞUNUZU 8 ADIMDA OKULA HAZIRLAYIN!

Birinci Sınıfa Başlayan Çocukların Okula Uyum Sürecinde Neler Yapılmalı?

BİLGİ EVLERİNE DEVAM EDEN 266 ÖĞRENCİ ÜNİVERSİTEYE YERLEŞTİ

Sınavlara Hazırlıkta Kayıt Dışı Kurumlara Dikkat!

ÇGC'DEN İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜNE ZİYARET

TEV'İN 2023-24 EĞİTİM YILI BURSLARI İÇİN BAŞVURU TARİHLERİ BELLİ OLDU!

SANKO Holding’den afete dirençli şehirler için tasarım kültürüne destek

LABEB, LAİK VE BİLİMSEL EĞİTİMİ SAVUNMAK İÇİN BİR ARAYA GELİYOR

CEGEM’den büyük başarı

SANKO ÜNİVERSİTESİNDE YÜZDE 100 DOLULUK ORANI SAĞLANDI

EĞİTİM-SEN'DEN BAKAN TEKİN'E ELEŞTİRİ

Yakın Doğu Üniversitesi Yapay Zeka geliştirdi

Uzm.Eğitim Danışmanı Gülbenk: “Depremzede Çocuklarla İletişim Özveri Gerektiriyor”

Adana Gençlik Merkezi’nde Permakültür Tarım etkinliği

Prof. Dr. Arıboğan:“Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler en parlak döneminde”

BİRİZ DAYANIŞMA DERNEĞİ,DEPREMZEDELERE YÖNELİK YAZ OKULLARI VE ATÖLYE ETKİNLİKLERİ BAŞLATTI

Tercihlerini ‘son dakikaya’ bırakan üniversite adaylarına öneriler

Antakyalı çocuklara bisiklet hediye edildi

"Yeni dünya, ‘çevreye duyarlı mühendis’ler istiyor!"

Prof. Dr. Süleyman İrvan:“İletişimin popüler meslekleri etkileyicilik ve deneyimleyicilik”

  • BIST 100

    10276,88%0,67
  • DOLAR

    32,34% -0,07
  • EURO

    34,74% 0,06
  • GRAM ALTIN

    2390,37% -0,26
  • Ç. ALTIN

    3880,65% 0,07
  • Pazar 21.7 ° / 13.4 ° Şiddetli yağmurlu
  • Pazartesi 24 ° / 12.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Salı 24.4 ° / 12.1 ° Güneşli