Öykü: ŞERİFE GENÇER KAZAN
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 27.01.2022 14:24:00 1929 1

Öykü: ŞERİFE GENÇER KAZAN

GÖKKUŞAĞI UYKUSU

 

Yere serili sünger döşeğin içinden çıkmak istemiyordu. Yorganı kafasına kadar iyice çekmiş, etrafa bakıyordu. Sabah olmuştu. Yattığı yerden, babaannesinin pirinç işlemeli karyolasının başlığı görünüyordu. Başlık işlemesinde avcı tavşanı kovalıyor, bir melek kadına su veriyordu. Mavi, meleğe bakarak gülümsüyordu. Odanın bembeyaz duvarlarından, çamur sıvanın ve taze kireç badanasının kokusu burnuna geliyordu. Odada hasır yastıklar, kilimler ile döşeli bir makat ve soba vardı. Makatın boyu yüksek olduğu için yataklarını yere seriyorlardı, bu daha kolaydı.

Babaannesi hâlâ uyuyordu. Üstünde yün yorgan, yün yorganın üstüne de dokuma battaniye serilmişti. Bürgüsünü başına iyice sarmış, nefes alacak tek bir delik bırakmamıştı. Romatizmasından kaynaklı üşüyor, yatağın içinde sarındıkça sarınıyordu. Kadın nefes aldıkça yün yorgan bir inip bir kalkıyor, yerden baktığında Mavi’nin gözüne kocaman bir dev gibi görünüyordu. Mutsuz koca bir dev. Mavi, koca devi uyandırmak istemeyen bir masal kahramanı gibi devin nefes alıp verişini izliyordu.

Mavi yaşlı kızları pek sevmezdi. Annesi de bir kızdı, ama yaşlı değildi. Onu çok seviyor ve özlüyordu. Aklında, yüzü gün geçtikçe solan bir anne resmi vardı. Özlem, küçük kalbini yokladığında o resmi zihnine çağırıyordu. Anne babası, büyük abisini ve ablalarını da alarak şehre taşınmışlardı. Mavi’yi küçük abisi Sarı ile birlikte işe güce koşsunlar diye köyde bırakmışlardı. İlkokul çağındaki kardeşler bir yere ait olabilmek için durmadan çalışıyorlardı. Birbirlerinin kardeşi olmaktan başka, kimsenin çocuğu ve torunu değillerdi.

Mavi yatakta sessizce, ayaklarını abisi Sarı’nın, ayakucundaki yerine doğru uzattı. Halen ılıktı. Odanın kapısı açıldı, duvarda asılı saatli maarif takviminin sayfaları uçuştu. Kapıdan gelen esintiye kafasını çevirerek baktı. Dedesini görünce hızlıca yorganı üstünden atıp ayağa kalktı. Yastık, yanağında iz bırakmıştı. Yanağı beyaz bir pamuk gibi içine çökmüş, yüzünde o canım şaşkın çocuk uykusu ile bakındı. Yanı başında uyuyan devi rahatsız etmeden çabucak giyindi. İşi bitince usulca yattıkları odadan çıktı. Dedesi, kahvaltı hazırlama işine koyulmak için evin kiler kısmına çoktan geçmişti. Toprak testiden çıkardığı göğermiş çökeleği, bakır tavaya koyuyordu. Taze çayın kokusu tüm evi sarmıştı.

Evleri köy merkezinin dışında, iki katlı tek başına bir bağ eviydi. Evin alt katını ahır ve ekmek damı yapmışlar, üst katında da kendileri yaşıyorlardı. Mavi, yüzünü yıkamak için ahşap merdivenden bahçedeki tulumbaya indi. Tulumbanın içine, kenarda duran tenekedeki suyu döktü. İki eliyle tulumbanın sapından tutup asılmaya başladı. Şakır şakır su yerden yukarı çıktı ve çağıldamaya başladı. Mavi, küçük avuçları ile suyu tek eliyle yakalamaya çalışarak yüzüne su vurmayı başardı. Yıkadıkça yüzündeki çökük pamuk izleri yok oldu. Kara gözleri ışıldadı, yüzü aydınlandı…

Sabah açlığı evin tüm hayvanlarını sarmıştı. Evin avlusundaki tavuklar ve köpekler paçalarına dolanmaya başlamıştı. Ahırdan ses geliyordu, abisi sabah işlerine koyulmuştu. Ekmek damındaki kıl çuvalın içinden bir halbur kepek alarak köpeklerin yal kabının içine boşalttı. Tulumbadan çektiği suyu kepeğe kattı, bir bağ çubuğu yardımı ile karıştırıp köpeklere yal yaptı. Sonra tavukları yemledi. İşi bitince, abisinin yanına ahıra gitti. Ahır, akşamdan kalma inek nefesi ile sıcacıktı. Mavi, bu sıcaklığı çok seviyordu. Abisi ahırı bir güzel sulamıştı. Toprak suyu çektikten sonra, çalı bir süpürge ile yerleri süpürüyordu. Mavi abisine yardım etmeye koyuldu. İşleri bitmek üzereyken dedeleri geldi, onlara seslenerek, “Daha bitmedi mi?” Sarı, “Az kaldı dede.” Dedesi,“Azığınız burada, malları yoncalıkta güdün gelin,” dedi ve azık bohçasını Mavi’nin kucağına bırakıp ahırdan çıktı. Mavi tamam niyetine başını salladı, Sarı çabucak işleri toparladı.

Ahırda inek, buzağı ve bir de düve vardı. İnek dereden geçerken suda ayağı kaymış bacağı kırılmıştı. Bu yüzden aksıyordu. Adını Topal İnek koymuşlardı. Sarı, hayvanları ahırdan çıkardı. Yanlarına öğlen gölgelik yapmak için naylon torba, bez örtü ve su aldılar. Hayvanları gütmek için yoncalığa doğru yola koyuldular. Ellerinde pelit sopaları, önlerinde hayvanlar konuşa oynaya yoncalığa doğru yürüdüler.

Bahar gelmiş çiçekler boy boy olmuşlardı. Karıncalar, evlerinin kapısını çoktan açmışlar neşe içinde koşuşturuyorlardı. Tarlalarda yemlik otu olmaya başlamış, toprak köküne sütünü salmıştı.

Yoncalığa varınca, hayvanları otlağın içine bıraktılar. Onlar otlarken çökelek ile yufkadan yapılmış dürmeçlerinin birazını yediler. Karınları doyunca, kendileri de oyuna koyuldular. Mavi’nin en sevdiği oyun tepeli tarla kuşu kovalamaktı. Tarla kuşları toprak tezeklerin üstüne tünüyor, tepelerindeki saçlarını bir o yana bir bu yana sallıyor, Mavi’ye göz kırpıyorlardı. Mavi ve Sarı onları yakalamak için koşuşturuyor, terden sırılsıklam oluyorlardı. Kuşları yakalamak için bir üstlerine atlıyor, bir sopa ile önlerini kesiyorlardı. Büyüklerin telaşı olan zaman ve işler oyunun içinde yoktu. İnekler otlarken bu oyunlar öğlene kadar devam etmişti.

Güneş bir görünüyor bir kayboluyordu. İyiden iyiye yorulmuşlardı. İnekleri eğlek olsun diye ormanlığa sürdüler. Ufak bir çalılığın dibini elleriyle taştan temizleyip onardılar, kendilerine dinlenecek yer yaptılar. Oturdukları yerdeki çayırın, ezilmiş çimen kokusu etrafa yayılıyordu. Naylon torbayı, serinliği kessin diye üstlerine çadır niyetine serdiler. Kalan azıklarını da afiyetle yediler. Dinlenmeye çekilen ineklere baktılar, inekler çoktan uyumuşlardı. Onlara bakarken kendilerinin de içi geçivermişti…

Yağmur yağıyordu, naylonun altında nefeslerinin sıcağı ile iki çocuk koyun koyuna uyuyakalmışlardı. Bir anne kucağı gibi, kendilerini toprağa bırakmış, çayırların üstünde üstlerine yağan yağmurdan habersizdiler. Yağmur bitimine yakın, tatlı bir güneş üstlerine düşmeye başlamıştı. Naylonun altında nefeslerinden düş ılıklığı vuruyordu. Çayırların üstünde menevişler oluşmuş, gökkuşağı üstlerini bir yorgan gibi çoktan sarmıştı. Tüm hayatlarına yetecek, bütün uykular uyunmuştu. Gökkuşağının altında, tüm kapılardan geçmiştiler. Öyle doymuş, öyle mutlu uyandılar. Ama düşler uzun sürmezdi…

Köyün bekçisi Kambur Hüseyin, Topal İneği önüne katmış, elindeki sopa ile dürte dürte, bağıra çağıra geliyordu. Topal İnek, devlete ait olan ekili fiğ tarlasına girmiş, Kambur Hüseyin’in önünde henüz olmamış fiğlerin mor çiçeklerini semizleniyordu. Mavi heyecanla yutkundu. Topal İneğin ağzındaki kekremsi tadı dilinin üstünde kendi yemiş gibi duymuştu.

Kambur Hüseyin Sarı’ya dönerek, “Dedene söyle, Topal İneği tevkif ettim! Fiğ tarlasına girmiş, canım fiğleri yemiş de yemiş namussuz. Üç urupla buğday alıp gelsin, cezası bu kadar.” dedi. Sarı, telaşla yalvarmaya başladı. Mavi ne olup bittiğini pek anlamıyordu. Bir gökkuşağına bir kambur Hüseyin’in yüzüne bakıyordu. Kambur Hüseyin konuştukça, renkler yüzünde durmuyor adeta kırılarak parça parça düşüyorlardı. Sarı’nın ise gökkuşağının renkleri yüzüne vuruyor, yüzü fiğ tarlasının mor çiçekleri gibi açtıkça açıyordu. Sarı, “Dedemler, ‘Topal İnek nerede?’ diye sorunca, kim götürdü diyeceğim? Bize kızarlar, ne olur affetsen. Altı üstü tarlaya girip biraz otlanmış” diyerek yalvarıyordu. Ama ne çare… Kambur Hüseyin üstündeki delik deşik olmuş ceketini toparladı, sırtını dikleştirmeye çalıştı, göğsünü bir yelkenli gibi şişirip tek nefes ile “Ne demek kim götürdü! Devlet! Devlet!” diye böbürlenerek bağırdı.

Mavi, abisine döndü. Şaşkındı. Devlet de neyin nesiydi? Uykusu iyice açılmıştı abisine sokuldu, “Abi, devlet kim? Kambur Hüseyin’in neyi oluyor ki? Babası mı?” Sarı,

“Ne babası Mavi!” diye kızdı. Kambur Hüseyin söylene söylene Topal İneği önüne katarak alıp gitti. Köyün içindeki hayvanların tevkif için konulduğu ahıra doğru yola koyuldu.

Bu iki çocuk, hem sırdaş, hem yoldaş, hem kardeştiler. Tüm belaları başlarından savmayı çok küçük yaşta öğrenmişlerdi. Sarı hemen bir plan yaptı. Yüzlerindeki renkleri döke döke evin yoluna düştüler. Ellerinden kaçan tarla kuşları, oynaşmak için yolda önlerini kestiler. Gözleri hiçbir şeyi görmüyordu. Artık çocukların oyunu bitmiş, büyüklerinki başlamıştı…

Eve vardıklarında dedesi Topal İneği göremedi. “Topal İnek nerede?” diye sordu. Sarı, heyecanlı heyecanlı anlatmaya başladı.

“Dede vallahi biz de anlamadık, büvelek tutmuş gibi bir o yana bir bu yana koşturup durdu. O topal bacağı ile nasıl koşarak kaçtı hayret ettik. Vallahi peşinden koştum ama yetişmek ne mümkün. Tam kovalarken gökkuşağı çıkmasın mı? Sanki altından geçti de kayboldu öyle valla” dedi ve onay bekler gibi Mavi’ye döndü. Küçük kız heyecanla onaylayarak,

“Evet, abimin dediği gibi oldu. Gökkuşağı, tam üstümüzdeyken hem de!” Dedesi kaygılı ofladı pufladı.

“Demeyin ya! İnşallah ormana kadar gitmedi, Kurt kapmasa bari...” Sarı’nın gözler ışıldadı kurt hiç aklına gelmemişti doğru yoldayım diye düşündü. Dedesi inanmıştı.

“Yok dede, ne ormanı! Harmanlığa zor varır o bacakla” Dedesi anlamaya çalışarak,

“Yok, koştu yakalayamadım, dedin ya. Sen, hayvanları ahıra koy, bıçkıyı al gel. Hoca Mahmut’a gidelim de kurt ağzını kapattıralım.” dedi. Aslında, köy merkezine gitmek onlar için çok güzeldi. Şimdi ise köyde Kambur Hüseyin önlerine çıkacak diye korkuyorlardı.

Kör Mahmut lakaplı hocanın evine varınca kapıyı vurdular, hoca kapıyı açtı.

“Hayırdır, Rıfat ağa!” dedi. Dede üzgün,

“Sorma hocam, bizim Topal İnek kayıp da gece ormanda başına iş gelmesin diye kurt ağzını kapattırmaya geldik,” dedi.

Hoca ibadet ettiği köşede, yerde duran kuran rahlesinin önüne oturdu. İşaret etmesi ile onlar da oturdular. Mavi abisinin arkasına doğru geçti, korkuyordu. Bu arada Kör Mahmut, Rıfat ağadan bıçkıyı aldı.

“Şimdi ben bu bıçkıyı açıkken dua ile okuyup kapatacağım. Evvel Allah bu bıçkının kapanması gibi, kurdun ağzı da kapanacak. Topal İneği gördüğünde, ağzı taş gibi olup açılmayacak.”

O sırada Kambur Hüseyin, tevkif ahırına koyduğu Topal İneğe, idare lambası ışığında bakıyordu. Ceketini, ahırdaki çiviye pislenmesin diye takmış, duvarda asılı pis aynada kamburunun düzelmiş halini hayal ediyordu.

Hava kararmıştı, ay ışığı bağ yoluna düşerken dedeleri önde, iki kardeş arkada yürüyorlardı. Terliğinin arasından eşek dikeni arada bir ayaklarını dalıyordu. Mavi, abisinin elinden sıkıca tuttu hiç bırakmayacaktı. Kafasındaki soruları sessizce sordu:

“Abi, Topal İneği kim aldı? Devlet kim…”

 

   O bağ yolunda, yürüdükleri zamanın üstünden, bir çocukluk ve ilk gençlik yılları saman esintisi gibi geçip gitmişti. Ay ışığında sordukları sorular şehirde de hiç değişmemişti. Devlet kim?  Soran akıl yeni cevaplar buluyor, yeni cevaplar yeni sorular getiriyordu. Akıllarına yatmayan işlere hayır demeyi küçük yaşta öğrenmişlerdi.

 Mavi ile Sarı, üniversitedeki bir okul boykotunda gözaltına alınmışlar Mavi, ilk duruşmada tahliye edilmişti. O,  özgürlük denilen bir boşluğa atılmışken, tüm sevdikleri cezaevinde kalmışlardı. Özgürlükle beraber, gözlerini her açtığında gördüğü, paslı ranza altından sarkan sünger döşek yok olmuştu. Tavandaki boşluğa bir süre baktı. Mavi, özgür kaldığı için mutlu olmak, yeniden umut dolmak istiyordu. Ama çok zordu.

Anneli eve uyanmayalı, epey zaman olmuştu. Bir süre tadını çıkarmak istedi. Taze limon ve nane kaynıyordu belli ki mutfakta. Aynı düşe gitmeliydi başka türlü olamazdı. İnsan düşlerinde nereye gitmezdi ki? Beraber oldukları günlere…

 

 Aynı alışkanlıkla, abisi Sarı’nın, ayakucundaki yerini yokladı. Yeri buz gibiydi, yoktu. Ayaklarını çekmek istedi, çekemedi. Kemikleri, sanki kurumuş, içinin suyu çekilmiş bir ağaç gibi, tüf tüf dökülüyordu. Yaşlı bir meşe gibi kabuk bağlamış, iyiden iyiye içine dönmüştü.

Her yanı uyuşmuş gibiydi. Gece yanığına benzer bir yangılı ağrı, her yanını sarıyordu. Kalbinin tam ucundan, ılık ılık vücudunu saran korku, her yeri ele geçiriyordu. İçindeki sorular giderek büyüyordu, ya ceza alırsa, ya bir şey olursa… Düşündükçe, iyice içi çekiliyor bedeni yandıkça yanıyordu. Bugün abisinin görüş günüydü. Zihnini, acı bir teslimiyet içinde yüzdürürken görüşe gitmek için hazırlığını yaparak evden çıktı. Hava kapalıydı. En sevmediği zamanlardı. Yine de ısrarla umut doldurmaya çalışıyordu içini… Cezaevine gidecek dolmuş çok beklemeden geldi. Camın kenarına büzülüp kafasını cama dayadı. Nefesi ile cama iki soluk verdi, bu camlar nasıl da sınır koyuyordu insanlar arasına. Şimdi görüşte, abisini de bir camın ardından görecekti. Yüzü parmaklıklara bölünmüş, kalın kirli camlar ardında bir çift ela göz. Nefesini delikli mazgala vererek, sesini duyurmaya çalışacaktı.

Görüşe gelen insanlar bir yığın oluşturmuş, aralarında konuşuyorlardı. Kalabalığın içine girdiğinde Hayriye Ana Mavi’yi tanıdı. Bu Yörük kadınının, çekik gözlerini, her zaman ışıl ışıl ve gülerken gördüğünü fark etti. Yüzünde, yılgınlık yorgunluk belirtisi aradı ama yoktu. Mavi’ye geçmiş olsun dileğinde bulundu, içeride yatan kızına niyet sımsıkı sıcacık sarıldı. Akşam, cezaevinde olaylar olduğu için görüş yapılıp yapılmayacağı belli değildi. Olayları Hayriye Ana‘dan dinledikten sonra beraberce parkta görüş bekleyen ailelere doğru yürüdüler.

Park, ıslak atkestanesi ve sararmış yapraklar ile dolmuştu. Mavi, yaprakların ıslaklığının kokusunu alabiliyordu. Kendi zamanında kaybolmuş gibiydi, içi bomboştu. Sanki saklambaç oyununda onu ebe seçmişler, tüm sevdikleri büyük taş duvarın içine saklanmış, onun bulması için bekliyorlardı. Faili belli, bu karanlık zamanda kimse kaybolduklarının farkında değildi.

Yere serdikleri naylon torba, battaniye ve kartonların üzerine oturan aileleri görünce Mavi’nin düş yorgunu kalbi sızladı. Onlar da kendilerine uygun bir yer bulup oturdular. Uzun, ağır, sessiz bir bekleyiş devam ederken, cezaevinin yanındaki plastik toptancısında naylon bidonlar, iple asıldıkları askılardan, ucu çengelli demir bir çubukla alınıp, nakliye arabalarına yükleniyorlardı. Parkın belediye işçisi, süpürge ile topladığı yaprakları çuvallara dolduruyordu. Mavi bunları izlerken, cezaevinden hep bir ağızdan, içerdekilerin sesleri yükseldi. Düşlerden uyanmışlar, dilini bilmedikleri bir zamana haykırıyorlardı. Sağır, kör ve dilsiz olmuştu dünya, duymuyordu... Mavi, artık büyümek denilen şeyin kanamak olduğunu biliyordu.

Hayriye Ana’ya baktı, saçlarındaki gri beyaz melek kanatları ışıldıyordu. Elindeki suyu gördü, gülümsedi. Göz göze geldiler. Bakışlarını kaçırıp, yerdeki ezilmiş çimlere dokundu. Elini kokladı, toprağın ve çimin kokusunu iyice içine çekmeye çalıştı. Anımsamak istiyordu, tekrar gökkuşağı uykusuna dalmak. Bunu söylerken, gökkuşağının altında düşe daldıkları gibi bir tat oluştu dilinde. Hayriye Ana’nın üstüne yavaş yavaş bir güneş açıyordu. Güneş vurdukça, esmer çekik gözleri iyice parıldadı.

“Kızım ne yapsınlar tabi dayanamazlar. Sen de gördün, insan yaşar mı burada? Hem biliyor musun daha önce burası at ahırıymış, bakma şimdi insan koyduklarına”. Sözcükler dökülüyordu içine, kaybolan renkleri bulmaya çalışıyordu.

Mavi… Okunmuş mühürlü tek bir cümle kalbinde,

“Kurt kapmasa bari…”

ANKARA 2021

(Bu öykü Ankara 78’liler Girişimi Sanat Edebiyat Birimi çatısı altında gerçekleştirilen “Kolektif Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” kapsamında yazılmış ve yayımlanmaya değer görülmüştür.)

 


Haber Kaynak : ÖZEL HABER
isimsiz
27.01.2022 19:18:08
Çok fazla söylenecek bir söz bulamıyorum duygularımı açıklayabileceğim sözlerim boğazımda kalmış bir türlü yutkunamıyorum gibi hissediyorum, gerçekten mükemmel yazan kişinin emeğine sağlık. :)

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9915,62%2,05
  • DOLAR

    32,42% -0,15
  • EURO

    34,65% -0,66
  • GRAM ALTIN

    2439,28% 0,14
  • Ç. ALTIN

    3999,24% 0,19
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Salı 27.1 ° / 18.7 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 30.1 ° / 19.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı