Öykü: ARZU DEMİREL  
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 3.02.2022 17:04:00 1109 1

Öykü: ARZU DEMİREL  

KIRGINLIK

Apartman gerilerde kaldı. Kasvetli, gri, çökük. Soluk sesleri yaygın. Vurucu, nefessiz. Arabaların frenleri sokağı kesiyordu. Otobüs durakları kömür tozu karanlığında. Kalbim ayaklarımdan da ağırdı. Önü açık paltom içime kar yağdırıyordu. Şekilsiz kaldırım bitkileri silik, dilsizdi. Sokak ana rahminde, uykudaydı. Sokak lambaları gün ışığına kurban verilmişti. Üstleri egzoz kokusu, yanık ot isi ile  toprak toprak gömülmüştü. Evler yaşamsızlık küfü kokuyordur. Ekşi, tıknaz. Dudaklarının kenarında beyaz, kuru tükürükler birikmiştir.

Parmaklarım kilitli. bacaklarım titrekti. Durak düşman pususu katılığındaydı. Tabelanın üzerinde buz çatırtısı görünüyordu. Parmaksız eldivenimde mor parmaklarım unutulmuş. Sokağı silmiş, yoklukla sınamıştım. Marketin önünden geçmiştik. Beş yıl oldu. Babamla kollarımız dolu, nefes eksik yürümüştük. Annem evden çıkmamıştı. Küs çığlıkları gözlerinde asılı. Annem hiç istemedi. Eksiğim yokmuş, bir yumurta kıramazmışım.  Beklemeliymişim. İçimde tomur tomur kırgınlık filizlenmişti. Bildiğim güvensizlik çukuru kelimelerini duydukça, kulaklarım ona sağır bir kalkandı. Aynı, aynı, birbirinin aynı lafları söyleye söyleye onu dinlememeyi öğretmişti.

Dışarıda sırtım dik, oysa içim kambur. Ona bende de pek olmayan bir ruh serpmek için dudaklarımdan cümleler dökülmüştü. Evden gideceğimi duyunca, hiç ağlamadı. Gözleri damlaları buz sarkıtı yapacak kadar katıydı. Bir defa bağırdı. Bir defa da başını duvara vurdu. Babamla kavga ettiğinde, hırsını alamadığında da yaptığı için aşinaydım. Sokak, market, dispanser kaymıştı babamla önümüzden. Taksiyi çevirip bindiğimizde de sokak silinip gitti. İkimizde dışarıya yok bakarak sus oturduk.

Yıllar geçtikten sonra dönüyordum. Anneme kendimi ispat için yaptığım her şey, yere kapaklanmamla son buluyordu şimdi gibi. Olacağına inandığım ne varsa elimde paralanmasının laneti belki beni sessiz, öfkeli yaptı ona karşı. Önceleri elimi değdiğim ne varsa bıraktığımı, yeni evime girince anlamıştım. Bugün karşılamaya kimse gelmedi. Babam eli elimde kenetli kalmıştı ayrıldığımızda. Beş yıl içinde azala azala sesi annemin yanında mahsur kalmıştı. Annem babam duvarın bir yanında, ben diğer yanında. Duvardan hızla koşup havalanıp zıplamak için istek duymayan üç kişi.

Küçükken babam dağın doruğunı andırırdı. Kısacık boyumla yanında yürürken uzadığımı hissederdim. Aynaya bakardım ilk fırsatta. Gizli gizli ağladığımda, annem vurduğunda gelmezdi. Aralarında yazılı olmayan bir anlaşma. Küçükler bilemez. Sonra da bilemedim. Kendimden çok annemi suçlamamın nedeni yanımda olamayışıydı. Kendini aşıp bana “Hayır” demek dışında bir adım bekledim. Gelmedi. Biz birbirimize adımları kurumuş iki kadındık. Belki de ilk para kazanmamda pişemeyecek yemekleri göze alıp o sokağa sığınışımın tek nedeni budur. Avcumda dağıtmaktan ayı getiremeyecek üç beş ilaç olamayacak kağıt.

Babam şakakları dökük, beyazları çok saçlı babam. Aramızdaki duvarı daha da sertleştirmem benimle ilgiliydi, onlarla değil. Annem ve babam ile uyuşamama, kanın değişmesini gerektirecek kadar zıtlık hissi ile evden kaçmam. Tek çocuk. Başka yok. Bu daha da ağır bir pranga. Koparmam zor oldu. Bir yerde bir karışıklık!

Otobüs uzak bir mahallede indirdi. Üç araç ile ancak ulaşabileceğim taşınmayı isteme nedenim? Şimdi geri dönüş. Diğer otobüs için piknik yaptığım parkın yanından yokuş aşağı inip paralel caddeye çıkıyordum. Avuç içlerim, ense köküm, saç diplerim terli, yapışık, soğumuş, sırtım buz gibi. Ak tellerim alnıma yapışmış. Elimle dökülen saçlarımı başımın üstünde sürüyorum. Boya için koltuğa oturup beklemek düşüncesi gergin, koptu kopacak sinirlerimi bileyliyor. Harabiyet yalnızlıktan boynuma asılı kaldı. Beyaz telleri, gereğinden önce çökkünlüğü baş köşeye oturttum. Eskiden de böyle miydi? Yüzleşmen gerekli diyorlar. Konuşmadığım beş kelime, sarılmadığım bir boyun, ağlamadığım bir kızgınlık, üzüntü mü olmuştu annem. Babamla da arama mı girmişti?

Üçüncü otobüsün içinde unutulmuş, küf tutmuş peynir kokulu bir şöför var. Bileti okuturken burnum kokuyu tanıdı. Durağın karşısındaki berber hala açılmamış. Bir tarafı kopuk "Kapalı" tabelası öksüzlüğün nüfus kağıdı. Kendimi okuyorum onda. Beş yaşımdayken sokaktaki ablalar kardeşlerinin elinden tutup sündüre sündüre çekiştirirken o küçücük elin, sıkmaktan kızaran, beyazlaşan elin kendi elim olmasını isterdim. Ağır bir taş gibi durur bakardım. Şişmiş küçük gözler, kızgın büyük bakışların attığı "Biz kardeşiz" çığlıklarını duyar. İçime hançer saplı eve girer, odama çekilirdim. Annem sormazdı. Elinde kahve, isimlerinin dimağımda yer etmediği değişken teyzeler…

Otobüsten indim. Annemlerin evi ara sokakların birine sığınmış malzemesizlikten çatılmış bir garip virane. Yol geçmiyor yakınından. Mahallenin üç köpeği vardı. Uyanmamışlar. Otobüs sesini yanına alıp gitti. Başıboş ara sokaklardan bu saatte geçmek ürkütücü. Beş yıl yabancılaştırır. Durağın yanındaki site büyük büyük reklam yapan, kentsel dönüşümün madalyaları. Her yere asılılar. Sitenin siyah ferforje demirlerini basmakalp desenli duvarın üzerine zevksiz dikmişler. Soluma alıp aradan geçiyorum. Ellerim boş, evin eşyalarını bıraktım. Eskiyi taşımayı sevmiyorum. Kolumda sallanıyor siyah eski çantam. Çok katlı blokların arasında dizlerinin üzerine çöktürülmüş bir tutsak gibi güçsüz, boynu incelmiş baba evi.

Kapıdan bacaklarımın dolaşıp çıkışım vardı ki çocuk topluluğunun ortasına düşerdim. Bazen gerçekten de yerde bulurdum kendimi. Bahçenin boyası dökülmüş demirlerinin içinden elimi uzatıp kilidin dilini çektim. Beyaz evin önünde eski yayı çıkmış yeşil üçlü koltuk, önündeki ahşap sehpa duruyordu. Gözüm bir boşluğu doldurmaya çalışır gibi arıyordu. Tenekeler yoktu. Babamın sokak sokak bahçelerin demirlerine gelin süsü gibi taktıkları saksılardan dökülen tohumlarından serpilip genç kız olan bahçesi. “Neden?” sorusu kafamda dolanırken zile bastım.

Kuş cıvıltıları evin diğer ucunda elinde toz bezi dolanan annemin kulaklarında. Terliğinin tıkırtısı yaklaştı. Yağlanmamış menteşe gıcırtısı kulaklarımı kirletiyordu. Annem kapıyı açtı. Yüzünde belirti yoktu. Beş yıl her an kapıdan girebilirmişim gibi tereddütsüz bakıyordu. Kenara çekildi. "Çantan yok mu?" dedi. Başımı iki yana salladım. Hepi topu iki oda bir ara evin cıvıltılı koridoru siyah beyaz fotoğraflar ile doluydu. Küçükken canlanıp elini uzatıp kulağımı buracakmış gibi bakan dedemin çukur gözleri asılı duvarın yanından aynı huzursuzlukla geçtim.

Boğazını temizlemek için sert sert öksüren babamın yanına yürüyorduk. Gözlüğünü burnuna düşürmüş gazete okuyordu. Ortadan diklemesine katladığı gazetenin bir kelimesini bile kaçırmamaya imtina ederdi. Eli beyaz ağızlı altın yaldızlı fincanına gitti. Annem ile ben kapının eşiğinden geçmemiştik. Bir perde iki dünyayı ayırır gibiydi. Babam gözlerini gazeteden ayırıp bizle karşılaştığında hafif kımıldayarak oturuşunu düzeltti. Saatin tiktakları duvardan eşiğe ulaşmıştı. Beş yıl öncesinden kalmış bir davet gibiydi. Babamın yanına oturdum. Koltuktaki kalemi, bulmaca eki, sadece arayıp aranacağın eski tip telefonunu  kahve fincanını kaydırıp sehpaya koydum.

Buz tutmuş zamanları eritmeye niyet etmiştim. Sıkıca sarılıp yanağını öptüm. Çocukluğumda, gençliğimde bile hatırlamadığım bir duygu bedenimi titretiyordu. Kolları bitik ve iki yanındaydı hala. Güvensiz bir tereddütle bekliyordu. Henüz bu pütürlü soğukluk yokken geçmişin sıcaklığı yüzümü ısıtıyordu. Gözlüklü, beyaz saçlı, kısaca bir yazarın bodrum katındaki imza gününde kalemini elime tutuştururken ki heyecanı, sıcaklığı kafamda kıvılcımlanmıştı. Annem yanımızdaki tekli koltuğa oturdu.

Annem okulun bahçesine elinde şişkince fileyle gelğinde arkadaşlarımın gözü çıkacak şeye takılı, evlerine gitmeyi unutmuş olurlardı. Üzerinde rengi solmuş eski bir yelek vardı. İki eliyle düğmeleri olmayan yeleği bitiştirdi. Aradan onca zaman geçmemiş gibi bir rahatlama vardı annemin yüzünde. Ellerinde yaşlılık benekleri vardı. Kremi alıp eline sürüşüm geldi aklıma kuruluğunu görünce.

"Birkaç gün sonra başka şehire gidiyorum. Arkadaş çiftlik kurdu. Beni de istedi.”

Yeniden bir kabukla sıvadılar kendilerini. Onlardan bana yadigar kalan nesilden nesile emanet, kıymetli birşey gibi. Parmak uçlarım buz tuttu. Bütün bedenime sirayet etmesinden ürküp çantamdan çıkardığım paketi tutuşturdum babamın eline. Babam kırmızı yıldızlı kağıdı parçalayarak pakete ulaştı. Dar bir kutudan çerçeveyi çıkardı. Fotoğrafı gözlerini kısarak inceledi. Pencerenin kenarına ilerledim.

Üçümüzün parmakla sayılır gezilerinden birinden bir kare. Seksenlerden kalma iri güllü sütlü krem perdeleri okşadım. Gözümün içinde bir ateş közlenmişti. Arkama dönüp göstermek istemiyordum. Ömrümü bu evde gömmüş son kürek toprağı da kendim atmış olduğumu düşünmek istemiyordum ama törensel bir bitiş ile devam etmezsem kırgınlığımız karşılıklı bizi boğacaktı.

"Yarın gidiyorum" dedim.

"Bunun için mi geldin" dedi babam şeffaflaşmış bakışlarıyla.

 

(Bu öykü Ankara 78’liler Girişimi Sanat Edebiyat Birimi çatısı altında gerçekleştirilen “Kolektif Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” kapsamında yazılmış ve yayımlanmaya değer görülmüştür.)

 


Haber Kaynak : ÖZEL HABER
HİKMET DÖNMEZ
4.02.2022 13:53:55
Kalemine, yüreğine ve bilincine sağlık. Zevkle okudum. Tebrikler...

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    10225,15%0,16
  • DOLAR

    32,34% -0,05
  • EURO

    34,86% 0,28
  • GRAM ALTIN

    2375,65% -0,87
  • Ç. ALTIN

    3873,06% -0,12
  • Cumartesi 24.1 ° / 16.4 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Pazar 21.7 ° / 13.4 ° Şiddetli yağmurlu
  • Pazartesi 24 ° / 12.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı