Aşk Diye Bir Şey Var
Hekimlerin*
Çağdaş zarif terimlerle bezediği
Bütün nevrozlar kabulüm
Anladım
Sayrılı ruh halleriyle yaşadığım
Aşk diye bir şey var.
A. Galip
"Aşk nedir?" sorusu genellikle ne'dirli sorularda başımıza gelen, L. Witgeinstein'ın vurguladığı gibi, bir zihin kasılmasına neden oluyor. Bu soruya yanıt olarak ne diyeceğimizi, neyi karşılık olarak göstereceğimizi bilemiyoruz. Burada bir anlam problemiyle yüz yüzeyiz ki felsefe yönüne dalacak olursak aşk gibi çekici (mi?) bir konuyu fazlasıyla çekilmez bir hale getirebiliriz. Bu aşamada böylesi bir riski yüklenmenin hiçbir anlamı yok. Öyleyse sık kullanılan bir cümleyle konuya girelim. Aşk, hayatta insanın başına gelebilecek en tatlı beladır. Nereden çıktı bu oxmoron, belanın da tatlısı olur mu? Aşk kimsenin kaçmak istemediği, kurtulmak istemediği ancak yine de bir bela olarak nitelendirdikleri yaşantı durumudur. Aşk denilen yaşantı durumu boyunca kişinin hayat seyri normal akışından çıkıyor. Aşk hali, kendine has mantık dilini ve irrasyonalitesini dayatıyor. Kişinin algılayış ve kavrayış düzeneği tamamen değişiyor. Sanki kişi dünyayı ve nesneleri yeniden anlamlandırıyor. Aşkın seyrine ve şiddetine bağlı olarak dayanıklılık ve tahammül gücü bir uçtan bir uca ama hep uçlarda dolaşıyor. Kişinin olağan yaşam akışı içerisinde aşk bir dönüm noktasına denk düşer. O noktadan sonra kişi belli kritik dönemleri yaşayarak yeniden olağan dönemine geri döner. Bu kritik dönemleri de başlangıç, doruk ve bitiş anı diye periyotlara bölebiliriz.
Başlangıç döneminde kişi aşkının nesnesine doğru, onunla bütünleşmek için tam bir aşık rolü oynar. Kulağın sağır, gözün kör olduğu dönemdir. Bir kaleyi fethetmek için akın düzenleyen bir ordu komutanı edasındadır aşık. Araçların hızla gözden geçirildiği ve can alıcı hamlelerin gerçekleştirildiği dönemdir. Yapılan ince hesaplar ve taktikler olağan olmayan bir ruh halinin motivasyonuna dayandığı için olabildiğince naif ve olabildiğince duygusal ağırlıktadır. Bu dönemi şöyle de özetleyebiliriz:
Beyin durur kalp atar, göz konuşur dil susar
Ruhların kontağıdır, trans budur vecd budur.
Bilinmeyene doğru, onu keşfetmek amacıyla yapılan bir yolculuktur. Keşfetme süreciyle birlikte aşkın ikinci periyoduna da, doruk noktasına da, ulaşmış oluruz. Bir masal ülkesine atılan ilk adımın şaşkınlığı uzun bir süre sürer. Sanki masmavi bulutların arasında pembe bir aleve doğru yapılan bir gezintidir. Aleve olan mesafe değişmez. Ona doğru yürünür ama ulaşılamaz. Çoğu zaman da ulaşılmak istenmez. Çünkü alev yakabilir. Ya da tılsımı bozulur. Kestirme yollardan özenle uzak durulur. El ele tutuşan iki kişinin hoplaya zıplaya yol alması gibidir. Ama bu yolculuk ne kadar sürebilir ki! Güneş batar. Bir zaman mehtap yardımına koşar kişilerin. Ay ışığı sonatı başlar. Gökyüzünde silme yıldızlar. Gittikçe yavaşlayan fısıldaşmalar. Yemin billah terk etmem sözleri. Aradığımı buldum yanılsamaları. Senden sonrası yok halleri. Zamanı durdurmak, zamana bağlı olarak tükenen rezervleri yenilemek mümkün mü? Ağır ağır şafak sökmektedir.
Ve elbette üçüncü periyot. Bitiş. Final sahnesi zengin seçenekler sunmaz. Ya onarılmaz yaralar ve kırgınlıklar ya da hafif kederli bir pozla elveda öpücüğü. Çünkü kale fethedilmiş, büyü bozulmuştur. Sayrılı ruh halleriyle yaşanan aşk diye bir şey kalır geride. Bir yaşantı durumu olarak tanımladığımız aşka ilişkin yukarıdaki kurgumuzu, kimilerinin romantik aşk kompleksi dedikleri duygusal iniş-çıkışları daha da geliştirebiliriz. Özellikle bitiş periyodunu sorgulayıcı bir yaklaşıma tabi tutabiliriz. Aşk mı bitmiştir, kişiler mi birbirlerini tüketmiştir? Yanıtı Max Frisch'den alalım: Aşkımız sona erdiği için, gücünü tükettiği için, o kişi bizim açımızdan biter... Yeni gösterilere katılma isteğimiz azalır... Düş kırıklığına uğrayan şöyle der: "Sen artık benim tanıdığım kişi değilsin.” Peki bu nedir? İnsan bir gizem için -sonuçta insan varlık bir gizemdir- heyecanlı bir bulmaca için yorulmuştur. Ve böylelikle insan kendisi için bir imza yaratır. Bu sevgisiz bir edimdir, ihanettir. (aktaran Bauman 1998:120)
Bilinmeze doğru bir keşif yolculuğu olan aşk sonunda gizeme ulaşmış ve onu derhal terk etmiştir. İki kişiyle başlayan aşk birinin "terk etmesiyle" dağılmıştır. Belki de ta başından gizem sanılan şey çakışmayan, uyuşmayan bir imzaydı. Böyle de olsa, bunu anlamak için yürünmesi gereken bir yoldur aşk. Hem varılacak yeri kim umursamıştır ki? Aslolan partnerdir ve mutlaka yola çıkılacaktır.
Aşk
Ölüme varan bir yolculukta
Hatırada kalan tek manzaradır.
Birer birer yaşanan ve birer birer tükenen aşklar aslında büyük harfle başlayan Aşk'ın paydasına yazılırlar fakat bu bölme işlemi asla sonuçlanmaz. Matematiğin asla çözemeyeceği bir problem, mantığın simgeleştiremediği bir dildir. Aşk yalnızca sanatın atardamarıdır ki henüz yazılmamış bir roman, şiir, öykü, bestelenmemiş bir müzik parçası ve yapılmamış bir tablodur. Hiçbir heykeltıraşın yontamadığı mermer belki krom belki quarts. Aşk Ferhat'ın delemediği dağ, Mecnun'un aşamadığı çöldür. Aşk her ölümlünün yürekte buhar, gözde buğuyla yad ettiği tek manzaradır ki yaşanmamış kaç hayat, kaç bahar tılsımı gizler, bilinmez. Aşk nasıl özetlenebilir? Değil mi ki "Güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez" demiştir. P. Valery. Benim hatırladığım aşk manzarası ise hayatıma giren ve hepsini sağanak halinde sevmiş, tepeden tırnağa yağmurlarıyla ıslanmış olduğum kadınların, adlarını unutmuş olsam bile (mümkün mü?), kalbimde sızılarını en parlak tonlarıyla hatırladığım bitmemiş bir tuvaldir...
Aşk
Başlamadan bitecek korkusuyla
Hep ertelenen bir yolculuktur.
Bindiğiniz bir arabanın hiç istemediğiniz bir yola sapması, trenin aniden makas değiştirmesi gibidir aşk. Yaşadığınız dünya sanki o eski, tanıdık dünya değildir. Ya da görünmez bir el sizi hiç tanımadığınız bir gezegenin ortasına bırakıvermiş gibidir. Bütün tecrübeniz sıfırlanmış en yalın masumiyetinizle ordasınızdır. Aşk belki de bir kez daha yeniden kirlenmektir. Sürekli ertelediğimiz bir yolculuğa, hiç hazırlıklı olmadığınız bir anda kılavuzsuz olarak çıkmaktır. Ne gariptir ki aşk, gideceğiniz yeri bilmediğiniz halde, geri dönüşünün olmadığını bile bile mütemadiyen uzatmak istediğiniz bir yolculuktur.
Aşk
Bir nevi ilmi simya ki alimi yoktur.
Tecrübe edildikçe biriken cahilliktir.
Aşk, çileye ve hüzne yolculuktur. Çünkü, "mutlu aşk yoktur." Çünkü mutlu aşkların tarihi tutulmaz, kayıtlara geçirilmez. Mutlu aşklar trajedisi olmayan aşklardır. Şarkılara, destanlara giremezler. Bu yüzden "okuduğumuz kitaplar ve dinlediğimiz şarkılarla" mahvederiz kendimizi. Her aşk, kendine biriken acıdır ve acı tarihi olmayandır. Tarihi olmayanın pedagojisi de olmaz. Bu yüzden aşk, mutlak acemiliktir.
Aşkta ustalaşmak yaşamdan uzaklaşmaktır.
Aşk
A priori bir ağrıdır
Acısı tecrübeyle kavi kılınır
Tinsel aşk yani tasavvuftaki tanrıya olan aşk dünyevi olandan uzak durmayı, ondan arınmayı ve tensel hazları hor görmeyi telkin eder. Aşk ulvidir, yücedir ve tanrıya yönelmelidir. Ne var ki aşk şaşırtıcıdır. Tanrıya da yönelse dönemin din otoriteleriyle yollarını ayırır. Ancak acıya açılan kapı çoğu zaman aralıklıdır ve aşk oradan geçer. Kana bulanır aşkın destanı. Kulaktan kulağa günah ve cürümden söz edilir. Kalp kanar. Ayrılık ve hicran şarkıları söyler dil. Yeni bir efsanenin ışığı parlar gözlerde.
Yaşananı reddeder ve bir çağrı bırakır geleceğe aşk.
Aşk
Ne çok efsaneye bulanmış ne mistik bir inanış
Arayan çok, bulan yok apaçık bir yalan
Ki ancak kaf dağında dolaşan
Zümrüdü Anka'nın kanadındaki tüydür.
Tinsel olanla tensel olan arasındaki sürekli bir salınıştır aşk. Dünyevileştikçe keşfedilir. Yaşandıkça esrarına erişilir. Engellendikçe efsaneye bulanır, devleşir. Mecnun'u çöle Yusuf'u zindana düşürür.
Aşk
Melekleri çıldırtan, insana has kutsallıktır
İştiraki mutlak suç, cezası cazip bir tutsaklıktır.
Sayısız efkârın, türlü türlü cezanın adı; sefa diye yaşanılan bin bir ezanın buruk tadıdır aşk. Bitmez bir sabırla yüreğin atışı, damardaki kanın onunla akışıdır. Hüznü mutluluk diye sunan bir hile, her gönlün yazgısı, belki de bitmez bir çiledir aşk. Her şeye rağmen yine de sığınak bulduğu her kim ise yeni bir tanrı, yeni bir tanrıçadır aşk. Dokunur, ruh ve beden verir, sabit olan her şey harekete geçer, çöller birden yeşerir, tül tül ışıklar savrulur gece boyunca, Apollon konuşur, Diana raks eder, akla ziyan bir mucizedir.
Tinsel aşk teni reddedip, uhrevi olanın peşinden gitmeye çalışırken tensel aşk dünyevi olanı yüceltir. Mecnun'un "aradığım bu değil" deyip Leyla’yı tanımaması bu yüzdendir. Öte yandan tensel aşkın bir sınır durumu daha vardır ki bu da insan sıcağını aşk oyuncağına dönüştürme bataklığına sürüklenmektir. Her aşkla yeniden kendine dönen, kendi ıssızlığını yeniden keşfeden insan işleyeceği günahı ve yükleneceği vebali bilir. Çiğnenecek kural, verilecek ceza yeni baştan biçilir.
Aşk
Öncesiz, sonrasız yaşanan bir sorgulamadır
Her celsesi bin infaz tek yargılamadır.
Umudun ve yenilenişin adıdır aşk. Dünyayı anlamlandırmanın yoludur. Tek uçlu iki zıt kutup olan ölüm ve var-olma kavgasında bir'leşen iki yüreğin ölüme tersinden yürüyüşüdür. Sırf bu yüzdendir bütün zıtlıkların aşkta birleşmesi ve her birleşmenin aşkta çözülmesi… Aşk için söylenmiş bütün sözler eksik, ona yakıştırılan bütün sıfatlar çirkindir.
Aşk
Hayatı katlanılır kılan ne garip eğlencedir
Gözlerdeki nem, yürekteki titreyiş
Dönmeyecek biri için onca bekleyiş
Tahammül öte, beyhude bir işkencedir.
İnsana sunulmuş en büyük armağan olan aşk; gitmek, dönmemek ve yitirmek fiillerinin yaşattığı tedirginliği durmadan yeniden üretir. Çünkü aşk abartır, abartılır. Ya kıymeti ölçülemez ya da hepten terazi şaşırır. Giden dönmez, gelen gitmez sanılır. Uyum sağlamakta zorlanılan bir serüvendir aşk. Ya hep geç kalınır ya da bir başka zamana ertelenir. Oysa ertelenmiş her aşk taammüden işlenmiş bir cinayettir. Aşk acı olmayandır. Ne var ki acı aşkta gizlidir.
*Şair, eleştirmen A. Galip’in Mevlana. Mevlevilik, Tasavvuf ve Aşk kitabından.
10225,15%0,16
32,34% -0,05
34,86% 0,28
2375,65% -0,87
3873,06% -0,12