Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


YALANSER

YALANSER


    “ Yalanser” insanlığın ilk tanıdığı ya da ürettiği salgın hastalığın adıdır. 

     Yalanın kanserleşmiş, iflah olmaz aşamasıdır.

     Gerçi Yalanser başladığında Kanser hayal bile edilmiyormuş.

     Daha doğrusu, insanoğlu doğanın ilkelerinden kaytarabilmek için üretmiş olmalı yalanı. 

     Bu lanet olası buluş insanla öyle bütünleşmiş ki, “ Çocuk, yalanı ailede öğrenir, hem yürümeden 

önce” demişlerse de, daha sonra anne karnında öğrenmeye başladığı anlaşılmış.  

     Giderek, acaba bebeğimizin ağıdında ne kadarı yalan var, kuşkusuna kapılır olmuşuz? 

     Söyleyin bana, bu beceri genlerimize geçmiş olamaz mı?

     Öyleyse bu beceriyi nasıl kazandık?

     Bişeyler öğrenmek için can attığımız o çocukluk sürecinde, nelere ne Kadar el attığımız

 belirsizdi. Haddini aştığımız bazı noktalarda yanlışımızı anlatmak yerine, yanlışı, kusuru 

yüzümüze şamar gibi vuruşlar bizi savunmaya itmiş olamaz mı? 

     Bir yalanı gizleyebilmek için, yeni bir yalan üretmeye çaba harcamadık mı? 

     Onu da beceremediğimizde dayağı yemedik mi? 

     Dayaktan kurtulsak bile utancından kurtulamadığımız yalan mı?

     Bu süreç, yalan üretme hızımızı ve üretkenliğimizi hep arttırmış olmalı.

      Bireysel deneyimler yaşanırken, bir de ailede ve yakın çevrede canlı örnekler yaşandıysa 

eğitsel etkisi tartışmasız olmuştur. 

     Büyük Ailede yalancılık daha mı az idi? 

     Yüz yüze ilişkilerin yoğun olduğu toplum düzenlerinde, yalancının bir hayli sıkıntı çekmiş olacağını düşünüyorum. Yüz yüze olmak utanmayı getiriyordu. 

     Sahi eskiden utanma diye renkli bir kavram vardı dğil mi? 

     Hatta o kırmızının pembeye doğru sergilenen tonları utanmanın kalitesini belirtiyordu.

     Örneğin: 

     Beyaz yalan ( Güya iyilik adına söylenen yalanlarmış) “ Yüze bakamamak”,  “ İnsan içine 

 çıkamamak” gibi yardımcı öğelerde kullanırmış.

     Kırmızı yalan ( Ahlak değerleriyle düpedüz çatışan yalanlarmış)

     Kıpkırmızı yalan ( Tüm insanı değerleri tahrip eden davranışları koruyan yalanlarmış)

     Bundan daha ötesi Mosmor yalanmış ki onu bir tanım kalıbına sokmak bile olanaksızmış. 

     Bu dönemden kalan bir anı sık sık düşer aklıma.

     *

     5- 6 yaşlarındaydım. Köyümüzün davar çobanı Çavuş Kocagille komşuyduk. Çoban Emmi 

baba bir insandı. Adı Koca Hüseyin’di. Herkes onu sever, dinlerdi. İşini çok iyi yapan bir 

çobanmış. Gece karanlığında hangi keçinin melediğini seçebilecek kadar işinin ehliymiş yani.

 “ Bu gece ala keçi meleyip durdu. Bir rahatsızlığı mı var bakayım?” diyebilen bir çoban.

     Karısı Ayşe teyze de inadına geçimsiz bir kadındı. Komşularıyla kavgası hiç bitmezdi. 

     Çoban akşam gelince, komşular şikâyet kuyruğuma dizilirlerdi. 

     Çoban Emmi de karısını bir güzel döverek, komşuları yatıştırırdı.

     Bir gün akşam öşü çökmek üzereyken, Annem Ayşe teyzeye gönderdi beni. Bişey istiyordu. 

O sırada Çoban Emmi geldi ve komşular şikâyete başladılar. Keçe çadırın önünü kapatmışlardı. 

Ortam birden bire karışmıştı. Kaçamadım, Ayşe Teyzegilin yatak yığının arkasına saklanıverdim.

Evin içindeydim yani. Tartışma bitince çıkacaktım. 

     Çoban Emmi bağırarak karısını içeri soktu. Çadırın her yanını iyice kapattı ve sopayı eline aldı. O yataklara vurdukça Ayşe teyze: 

     _  Vurma a gâvurun dölü, vurma! diye bağırıyordu. Öyle çok dövdü ki, dışarıdan komşular:

     _  Yeter Emmi, öldüreceksin. Biz vazgeçtik, diye yalvarmaya başladılar. 

     Çoban Emmi kapıya çıktı:

     _ Gonşular, sizlerin gül hatırına sabır eddim. Bigün beni gaatıl ececek ya nazaman bilemeyom.

 O zaman Allah sizceğizleri de gurtarır, beni de gurtarır.

     Komşular dağıldı, çoban davarla ilgilenirken, çıktım ben. Teyze beni görünce:

     _  Ülen köpoğlu köpek, sen orda mıydın? Ülen kimseye bişey demeyeceğen ha! Sonra ağzını

yırtarım. Ses çıkaramadım. Kapıyı çıkarken geri çağırdı, bol yağlı bir çomaç verdi elime. Aldığım ilk

rüşvetti bu. Sonraki zamanlarda canım istediğinde varıyordum, savsaklamaya kalkarsa:

     -- Söylerim ha! dediğimde yağlı çomaç ( Dürüm) hemen sunuluyordu.

     Çoban Emminin yalanı yalanın hangi türüne girdiğini bilmem. 

     Beli de “ Çoban Yalanı” diye de bir tür vardır, kimbilir?

     Mekânları cennet olsun.

     Neyleyim ki rüşvetten kısmetim iki yoldan kesilmiş benim. 

     Birincisi Köy Enstitülü oluşum, ikincisi ise siyasetçi olamayışım.

 

    *

     Yalan hastalığını ve ilacını gerçek anlamıyla Köy Enstitüleri anlattı bana. 

     Bu ilaç “ İnsan Hak ve Özgürlükleri” kavramı idi. İnsanlık bunu çoktan keşfetmiş de insan

aklının yapabileceği işleri hep tanrıya havale eden dinsel bağnazlık yüzünden, doğu toplumları

bu ilaçtan yeterince yararlanamamışlardı.

     Çünkü bu ilacın, önce insan beyni ile bütünleşip, insan davranışına yansıması gerekmektedir.

Yararların somutça ortaya çıkması zaman istemektedir. 

     Yani dil üstünden kayıveren bir yalan gibi ya da cebe akıveren bir rüşvet gibi kolay olmamak

gibi bir kusuru vardır.

     Tüm bu gerçeklere karşın, ülkenin yönetimi anlamına gelen siyasal yaşam yalan hastalığının

en çok at oynattığı alan olmaktadır.

     Unutulmamalı ki her yalanın acı bir bedeli vardır. O bedeli yalanı engelleyemeyen yalansızlar

ödemektedirler.

 

     Yılları devirmiş garip bireyim

     İnsan olanlara canım vereyim

     Ülkemde hilesiz bir iş bul bana

     Ağzımda tek kalmış dişi kırayım.

     

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00