Ahmet ERDOĞDU


TÜRK’ÜN CUMHURİYET MUCİZESİ 99.YILDAN 100.YILA GİDERKEN RÖPORTAJLAR-YAZILAR (14)

Değerli okurlar,


 

Cumhuriyetin ilanından bugüne 99 yıl geçti. Biz de Yeni Adana gazetesi olarak, bu süre içerisinde Cumhuriyetin ülkemize ve ülkemiz insanına ne gibi yararlar sağladığının anlaşılması açısından, Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete, Cumhuriyetten bugüne gelen süreci inceliyoruz. Bu uzun yazı dizisinde bugün emekli öğretmen ve araştırmacı yazar, Sayın Zeki Sarıhan’ın “CUMHURİYET’İN EĞİTİM POLİTİKASI” üzerine yazdığı yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.

“Cumhuriyet Dönemi” kavramı, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923’le rejimin iktidar partisi olan CHP’nin iktidarı Demokrat Parti’ye devrettiği 1950 arasındaki 27 yıllık bir tarih aralığı için kullanılıyor. Bu dönemin özelliği, CHP’nin iktidar yılları olmasıdır. CHP’nin başında Mustafa Kemal Atatürk, 1928’de O’nun ölümünden sonra İsmet İnönü’nün bulunmasıdır. Bu dönemde Osmanlı’dan devralınan kurumlara yeni bir biçim verilerek yeni Türkiye kurulmuş, toplum yaşamında radikal değişikliklerin temelleri atılmıştır. Cumhuriyet yönetimi devam etmekle birlikte 1945’te çok partili hayata geçtikten sonra, Cumhuriyet’in özgün uygulamaları değişmeye başlamış, Demokrat Partinin eleştirileri, CHP’de de Kuruluş Dönemi uygulamalarından ödünler vermesine sebep olmuş, DP’nin 1950’de iktidar olmasıyla Türkiye bir eşiği atlayarak yeni bir döneme girmiştir. Kuruluş Dönemi’nde iktidarın sahibi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. 1950’de iktidarı devran kadroların önde gelenleri de geçmişte CHP’de görev almış Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü gibi politikacılardır.

1950 yılında iktidarın el değiştirmesiyle Kuruluş Dönemi uygulamalarının bir kısmından vazgeçilmesi, CHP’li aydınlar ve bazı sosyalistler tarafından Türkiye’de karşı devrimin başladığı yıl olarak değerlendirilmektedir. Oysa rejim Tek Parti döneminde de tıkanmış ve ilk yıllardaki heyecanını kaybederek mevcudun korunması hâlini almış bulunuyordu. Sırf eğitim üzerinde iz sürerek de, Cumhuriyet dönemine halkçılık açısından yöneltilecek eleştiriler vardır.  

1950’de devlet yönetimdeki kadro değişikliğinin nedeni, siyasi kadroların değişmesinden çok, İkinci Dünya Savaşı sonunda eski tek parti uygulamalarının devam edemeyeceğinin anlaşılmasıdır. Nitekim çok partili hayata geçiş kararından sonra (1946-1950) CHP’nin eğitim ve kültür politikalarında değişiklikler başlamıştı. Bunun anlamlı örneklerinden biri Köy Enstitülerinin başına gelenlerdir. Bilindiği gibi Enstitülerin yöneticileri ve programları CHP iktidarı tarafından yapılmış, Demokrat Parti’ye 1950’de bu okulun adlarını değiştirmek kalmıştı.

Neden böyle oldu? 

Cumhuriyetin kurucu kadrolarının tam bir yetkiyle iktidarda bulunduğu yıllar, çeşitli sınıflar iktidarda temsil edilemiyordu. Çok partili hayata geçme kararı alındıktan sonra iktidar içinde farklı politikaları içlerinde barındıran kişiler ve politikaya ilk kez girmiş olanlar eski politikaların bir kısmını reddederek yeni politikaları dinlendirmeye başladılar. İkinci Dünya Savaşı’nı “Demokrasi Cephesi” kazanınca Türkiye bu cephenin Batı paydaşını oluşturan Amerika ve Avrupa’daki çok partili rejime girmekten başka bir yol deneyemezdi. Bazı aydınlar İsmet Paşa’nın çok partiliğe geçmesini ve 1950’de iktidarı Demokrat Partiye vermesini eleştirmektedirler. Aslında İnönü, bunu yapmak zorundaydı. Aksi halde Türkiye faşistlikle suçlanacak, kim bilir ülke nasıl bir kargaşanın içine yuvarlanacaktı.

1950 yılında mademki ülke çok partili hayata geçmek zorunda kaldı, iktidar neden örgütlenmiş halk güçlerinin eline geçmedi de CHP’den kopma bir grubun eline geçti. Çünkü halk sınıflarının siyasi mücadelesi şiddetli yasaklar altındaydı. 1945 sonrasında kurulan sosyalist partiler CHP yönetimi tarafından kapatıldı. Sol’un ezilmesi, baskı altında tutulması gerektiğinde her iki parti de aynı görüşteydi. Demokrat Parti de CHP’den devraldığı bu politikayı sürdürdü. Gerçekte siyasi mücadele emekçilere kapalı, burjuva ve toprak ağalarının bir av alanı olarak kaldı.

Cumhuriyet Dönemi Eğitiminin Temel Özellikleri

Tek Parti dönemi de denen Cumhuriyet Döneminin eğitim görüşü aslında kendi içinde denemeler ve gelişmeleri de barındırır. Bu nedenle 27 yıllık süre içinde eğitim sisteminde bazı değişiklikler yapılmıştır.

Gene de 27 yıl boyunca uygulanan bu eğitimde ortak ilke, genç kuşaklara verilen görevde anlamını bulmaktadır. Bu görev rejimin korunup kollanmasıdır. Bunu Mustafa Kemal Paşa’nın 1927’de CHP Kurultayında söylediği uzun Nutuk’un sonunda gençliğe verdiği görevden de anlıyoruz. “Birinci görevin Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir! Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde de….” diye devam eden Nutuk’a göre, Cumhuriyet’in önder kadroları kurdukları rejimin sürekli olmasını düşünmekte ve bunu gençlerden istemektedirler. Gençliğe bu görev verilmekle birlikte rejimin asıl dayanakları ordu ve bürokrasidir. Nitekim bu üç kesim (Ordu, bürokrasi ve gençlik) 27 Mayıs 1960 Devrimini birlikte yapmışlardır. 

Cumhuriyet devriminin esası, Osmanlıların Tanzimat döneminde başladığı Batılılaşma çabasının devlet ve toplum yapısında gözle görülür sonuçlar almasıdır. Cumhuriyete gelinceye kadar Genç Osmanlılar, İttihat Terakki kadroları bu konuda önemli bir mesafe almış bulunuyordu. Osmanlı rejimindeki kurumları yenileri ile değiştirmediği sürece devletin yaşayamayacağı fark edilmiş, daha 19. yüzyılda ordunun, tıp hizmetlerinin, eğitim kurumlarının Batı teknikleriyle değiştirilmesine başlanmıştı. Ancak mektep ve medrese ikileminde görüldüğü gibi, iki sistem de yürürlükteydi. Cumhuriyet döneminin, önceki dönemlerden farklı olarak yaptığı, eski ve Doğulu olan usullerin radikal bir biçimde değiştirilerek yenilerini egemen kılması, yaygınlaştırmaya çalışmasıdır.

Temel ideoloji Türk Milliyetçiliği 

Rejimin ideolojisi, 1789 Fransız İhtilali’nin hayata geçirdiği milliyetçiliktir. Türk milliyetçiliğine göre millî bir ekonomi kurulabilmesi için önde gelen koşul bağımsızlıktır. Aksi halde Türkiye bir yarı sömürge olarak kalmaya mahkûm kalacaktır. Devletin borçsuz olması esastır. Bu nedenle Cumhuriyet Osmanlı’dan kalan borçları ödemeyi yükümlenmiş ve bu ödemeler uzun yıllara yayılmıştır.

Cumhuriyet’e göre, ülkeden yaşayan herkes Türk’tür. Resmî dil Türkçedir. Milliyetçilik ülküsünün en yoğun olduğu bir dönemde, 1933 yılında Eğitim Bakanının ilkokullar için yazdığı Andımız “Türküm” diye başlamaktadır. Yalnız iki bakanlık adının önünde “Millî” ibaresi bulunmaktadır. Millî Savunma ve Millî Eğitim. Bu tutum, eğitimin savunma kadar hayatî bir önem taşımasına işaret eder. Öğretmenlere de bu görev Önder tarafından çeşitli konuşmalarında açıkça verilmiştir.

Cumhuriyet eğitimiyle yaratılacak yeni insan tipi, pozitif bilimlere inanmış olmalıdır. Bu “Hayatta en hakiki, mürşit ilimdir” sözüyle anlatılmıştır.

Tanzimat Dönemi’nden beri, ülkede zihniyet ve kurumlar olarak iki akım vardı. Devletin hâkim kurumları Batıcı pozitivistlerin elindeydi. Eski tip zihniyetler de medreselerde, Medrese zihniyeti Şer’iye Vekâletine bağlı vakıflarda devam ediyordu. Bunlardan birincisinin bütün sisteme hâkim olabilmesi için 1924’te Tevhidi Tedrisat yasası çıkarılarak bütün eğitim kurumları Maarif Vekâletine bağlandı. Halifelik ve Şer’iye Vekâleti de aynı gün başka iki kanunla kaldırıldı. Böylece pozitivist eğitimin önünde direnebilecek kurumların varlığına son verildi.

Eğitimde arayışlar

Cumhuriyet’in savunduğu eğitim, klasik modern (asri) insanı yetiştirme anlayışına dayanır. Ancak ülkenin devasa köy sorunu vardı. Ülkenin yüzde sekseninden fazlası köylerde kapalı bir ekonomi içinde bulunuyordu. Köye hâkim olan toprak ağalığı, tefecilik ve onların ideolojilerini yansıtan cahilliğe bürünmüş bir dindarlıktı. Bu yapıyı sanayileşme ve kentleşme değiştirebilirdi.  Cumhuriyet’in elinde bu atılımı yapacak maddi ve teknik güç çok kısıtlıydı.  Cumhuriyet kadroları köyü değiştirmek için eğitimi etkili bir araç olarak gördüler. Ancak köye eğitim götürmede bazı bocalamalar yaşandı. İlk yıllarda köyü ve köylüyü kapsayacak bir eğitim uygulamasından uzak kalındı. Devletin yeteri kadar parası da yoktu.  Harcamaların büyük kısmı demiryolu yatırımlarına gidiyordu. İkinci Meşrutiyet’ten beri bazı eğitimci aydınlar, klasik eğitim politikasıyla aydınlanmanın ve ekonomik kalkınmanın sağlanamayacağını farkındaydılar. 1914’te Meclisi Mebusanda Kastamonu Mebusu İsmail Mahir Efendi adeta Köy Enstitüleri düşüncesini ortaya attı. 1921’de Kurtuluş Savaşının ortasında toplanan Maarif Kongresi’nde de eğitimin pratikleştirilmesi için öneriler yapıldı ve kararlar alındı. Türkiye’ye çok şey bilen değil, elinden iş gelen insan gerekiyordu. Batı’daki eğitim sistemlerini araştırmaları için yurt dışına eğitimciler gönderildi. 1924’te ABD’den çağrılan John Dewey de köylük bir ülke olan ülkenin eğitim sistemini de buna göre düzenlenmesini önerdi. Ancak bu önerilerin hayata geçirilmesi gecikti. 1926’da açılan Köy Öğretmen Okullarının ömrü kısa oldu. Ancak 1936 yılına gelindiğinde bunun bir zorunluluk olduğu anlaşıldı ve köylüyü bir an önce eğitime kavuşturmak ve Cumhuriyet’in yurttaşları haline getirmek için eğitmen kursları açılmasına başlandı. 1940’te bu uygulama Köy Enstitülerine dönüştü. Böylece, 1924’te son verilen eğitimde ikilik başka bir anlamda yürürlüğe konuldu. Bir yanda kent yurttaşları için bilgili insan yetiştirmeyi öngören klasik eğitim, diğer yanda köye gerekli elemanları yetiştirecek Köy Enstitüleri. Bu iki eğitim, Bakan Hasan Ali Yücel’in Köy Enstitüleri Yasası’nın Mecliste görüşüldüğü gün kürsüden ifade ettiği gibi ideolojik bir farklılığa dayanmıyordu. Kentteki çocuk hangi ideoloji ile yetiştiriliyorsa köydeki de aynı ideoloji ile yetiştirilecekti. 

Köy Enstitüleri, Kurtuluş Savaşı halkçılığına sahip çıkan İsmail Hakkı Tonguç gibi önderlerin çabasıyla özgün bir hal aldı. İlk başlarda herkes bu uygulamadan hoşnuttu. Enstitülere övgüler eksik olmadı. Ancak İkinci Dünya Savaşı yıllarında ülkeyi etkileyen ideolojik etkiler enstitülerin sonunu getirdi. O yıllarda daha çok üniversite öğrencileri arasında ırkçılık gelişirken, köy enstitülerinde halkçılık filizlenmeye başladı. Antikomünizm üzerine bina edilmiş olan rejim bundan ürktü ve enstitüleri 1945’ten itibaren çok örseledi. Bakan Hasan Ali Yücel, İlköğretim Genel Müdürü Tonguç ve Enstitü müdürleri görevlerinden uzaklaştırıldı. Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı, enstitü mezunları izlenmeye alındı. CHP’nin başlattığı bu tasfiye hareketine Demokrat Parti de devam etti. Gene de Enstitüler, köy eğitim davasının hafifletilmesinde önemli bir rol oynadılar. Enstitüler İlköğretmen Okulu olduktan sonra da buralardan mezun olanlar içinde, özellikle 1960’tan sonra gelişen halkçılık hareketi içinde yer alan bir hayli öğretmen yetişti.

Cehaletle Savaş

Cumhuriyetin başlıca projelerinden biri de herkesin bir an önce okuryazar hale getirilmesiydi. Bunun adı Batılılaşma çabaları döneminde “Cehaletle savaş”  olarak konulmuştu. 1928’de harf devrimi yapılmasının iki amacı vardı: Arap-Fars kültüründen koparak Batı kültürüne dâhil olmak ve okuryazarlığı yaygınlaştırmak. Okuma yazma öğretmek için 1929’da Millet Mektepleri açıldı ve Atatürk’e bu nedenle Başöğretmen unvanı verildi.  Gene de bu sorunun çözülmesi çok zaman almıştır. Çünkü Millet Mekteplerinde okuma yazmayı öğrenenler, günlük hayatlarında bunu kullanacak bir durum olmadığı için öğrendiklerini unutuyorlardı. 1960’tan sonra Okuma yazma bilmeyen askerler için “Ali Mektepleri” adı verilen kurslar açıldı, 1980 Darbesinden sonra da okuma yazma seferberliği başlatılarak öğretmenler bu kurslarda görevlendirildi. 

Cumhuriyet, kız çocuklarının okullaşması için de çaba göstermiştir. 1926’dan başlayarak orta öğretimde de karma eğitime geçildi. Fakat köylerde kız çocuklarının okuması için uzun zaman geçmesi gerekti. Örneğin benim köyümde ilkokul 1954’te açılabilmiş, o zamana kadar erkek çocuklardan bazıları kasabalarda akraba yanında okuma imkânı bulurken, köyün kızları ilk kez okula kavuştu. İlkokul sonrasında kızların okuması için daha yaklaşık on yıl geçmesi gerekmiştir.  Kapitalizmin gelişmesi sonucu nüfusun kentlere akışı, iş alanlarının çoğalması, okul eğitimi alan kızların tarım dışındaki alanlarda üretime katkı yapabileceğinin ve devlet memuru olabileceğinin görülmesi üzerine kız çocuklarının okullaşması artmıştır.

Dil ve Tarih Tezleri

Cumhuriyet eğitiminin ümmet toplumunu millet toplumu yapmak için başvurduğu iki önemli araç dil ve tarihtir. 1920’li yılların sonuna doğru beliren bu ihtiyaç 1930’ların ilk yarısında Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu ile hayata geçirildi. Dil Devrimi, Türkçede başka dillerden gelmiş bütün sözcükleri atarak yerine Türkçe kaynaklarda bulunan veya Türkçe sözcüklerden türetilmiş sözcükler konulmasıdır. Soyadı yasasında tam olarak uygulanan bu anlayış bir ara nutuklar, demeçler ve gazete yazılarında da denendi. Ancak bu durum anlaşmayı zorlaştırdığından bu kez dilde kullanılan bütün sözcüklerin aslında Türkçe olduğu anlayışına geçildi. Güneş Dil Teorisi’ne göre yeryüzünde ilk kullanılan dil Türkçe idi. Orta Asya’da kuraklık nedeniyle dünyanın her yerine (Bu arada Amerika kıtasına) göçmüşler ve öteki diller Türkçeden türemiştir. Cumhuriyet tarih anlayışında da büyük bir değişime gitti. Türk Tarih Tezi hazırlandı. Buna göre bütün uygarlıkların anası Türk uygarlığın idi ve göçlerle Orta Asya’dan yayılmıştı. Hasan Ali Yücel’in 1939’da Millî Eğitim Bakanı olmasından sonra bu tezden vazgeçildi. Bununla birlikte Anadolu’daki bütün uygarlıklara sahip çıkılmaya çalışıldı. Okullara Latince dersleri konuldu. Dünya klasikleri Türkçe’ye çevrilerek Türk okurunun dünya kültürüyle tanışması sağlandı.

Cumhuriyet’in eğitim kurumlarından biri de Halkevleri ve halkodaları idi. Buralarda kurulan kollar, dil ve tarih araştırmaları yaptılar, piyesler hazırladılar, konferanslar verdirdiler, kitaplıklar kurdular. Halkevleri CHP’ye bağlıydı ve başkanları da bulundukları yerin idare âmiri idi. Bu nedenle Demokrat Parti Hükümeti tarafından kapatılacak ve mallarına da el konacaktı.

Öğretmenlerin Durumu

Cumhuriyet’ten önce, özellikle Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında öğretmenlerin durumu çok perişandı. Düşük olan maaşlarını zamanında alamıyorlardı. Birçok öğretmen meslekten ayrılıyordu. Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul ve Anadolu’da hareketli bir öğretmen örgütlenmesi yaşandı ve grevler yapıldı. Cumhuriyet döneminde öğretmenlerin geçim sıkıntısı sona ermemekle birlikte maaşlarını almaları düzene konuldu. Hükümetler, yeni, modern bir nüfus yaratılmasında öğretmenlere büyük misyonlar yüklediler. “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak muallimler”di. Öğretmenler bu misyonu benimsediler. Ancak, önce Öğretmen Birliği Millî Eğitim Bakanlığı’nın taşradaki bürosu gibi çalıştırılmaya başladı ve ardından örgütlenme tamamen yasaklandı. Ancak çok partili hayata geçtikten sonra örgütlenmelerine izin verildi. Bu nedenle örgütlenme geleneğinde kesinti yaşandı. 

Cumhuriyet eğitiminin sonu

Çeşitli aşamalardan geçerken üzerinde bazı oynamalar yapılsa da Türkiye’de az çok sürekliliği olan kurumların başında gene de eğitim gelir. Okul yapılarından, eğitim yöntemlerine, öğretmen yetiştirmeye, öğrenci kıyafetlerinden eğitimin ideolojisine kadar eğitim 2000’li yıllara kadar temel özelliklerini korudur. 1950’lerde ilkokul programlarına konulan din dersleri, önce seçmeli, sonra zorunlu olarak ilkokullara, ardından orta öğretime de konuldu. Din hizmetlerini görmek için İmam Hatip okullarının da açılmasına rağmen din eğitimi eğitimde ikincil bir program olarak kalmıştı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002’den beri eğitimde dinin payı gitgide arttı ve esas haline gelmeye başladı. Din derslerinin saatleri artırıldığı gibi seçmeli ders adı altında da din eğitimi yaygınlaştırıldı. Çocuklar eski mahalle mekteplerinin yerini alan Kur’an kurslarına gitmeye özendirildi. Hafız kursları yaygınlaştırıldı. Gençler sayıları çok artırılan İmam Hatip Okullarına gitmeye özendirildi. Bazı dinci vakıflara da bütçe verilerek bu kampanyada yer almaları sağlandı.

Her dönemde devletin öncelik verdiği neyse eğitime de o rol verilir. Cumhuriyet’in kuruluş döneminde eğitime verilen rol, pozitivizme inanmış milliyetçi, Atatürkçü gençler yetiştirmekti. (Köy Enstitüleri bir parantez olarak kalmıştır.) 1950’den sonra eğitimin temel hedefi, “Hür Dünya” denilen Batı ile uyumlu insanlar yetiştirmek oldu. 1960’larda Türkiye’nin temel sorunu kalkınma olarak görüldü. Teknik eleman yetiştirilmesine çaba gösterildi. Okullarda köycülük akımı canlandırıldı. 1970’lerde kurulan iktidarlar kendi programlarına göre bunların içinde bazı unsurları öne çıkardılar. 1980 darbesinden sonra askerî diktatörlüğe biat eden ve inisiyatif kullanamayan gençlik yetiştirmeye yönelindi. “Atatürkçülük” bu diktatörlük rejimin örtüsü haline getirildi. 1990’larda düzenlenen eğitim şûraları, Avrupa Birliği’ne girme hedeflerine koşuldu ve eğitimden beklenenin uluslararası sermaye için ucuz ve üretici insan yetiştirilemeye odaklanıldı. 

Günümüzde eğitimden beklenen ise, yetkililerin ağzından duyduğumuz gibi “dinci ve kinci” bir gençlik yetiştirmektir. Bu eğilimle Cumhuriyet eğitimi, şimdiye kadar yaşadıklarından çok farklı, hatta tam zıt bambaşka bir yöne sokulmuştur. İletişim çağında ve kentlileşmenin arttığı bir çağda bu politikanın başarıya ulaşması mümkün değildir.

Eğitimi ayağa kaldırmak için

Yapılacak işlerin başında eğitimi yeniden bilimsel rotasına sokmak geliyor. Din eğitimi vermek devletin görevi değildir ve eğitim sisteminde herhangi bir din veya mezhebin öğrencilere şırınga edilmesi laikliğe aykırıdır. Din bilgilerini edinme işi yurttaşların kendilerine bırakılmalıdır. 

Özel okulculuk eğitimde büyük bir eşitsizliğe işaret eder. Bu, parası olanın daha iyi bir eğitim alacağı anlamına gelmektedir.

Birçok üniversitede ve orta eğitim kurumunda öğretim dilinin İngilizce (veya başka bir yabancı dil) olması, millî bağımsızlığa aykırıdır. Yabancı dili bu biçimde öğretme politikasına son verilmelidir. Resmî dil eğitim dili olmalıdır. Türkçe zengin ve daha da zenginleşmeye elverişli bir dildir. Onun bilim dili olamayacağı yanlıştır. “Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma” programı içinde Türkçe ile kardeş sayılması gereken yerel dillere de öğretim hayatında yer vermek gerekir. Kanımca bu, dillerin yoğun olarak konuşulduğu yörede ilkokulda Türkçe’nin yanında o dilin de ders programına alınması ile olabilir. 

Eğitimin birincil amacı, kuru bir milliyetçilik yerine çocuk ve gençlere köklü bir yurt sevgisi ve halka hizmet ruhunun aşılanması olmalıdır. Demokrasinin öğrenileceği kurumların başında okul gelir. Yasa ve yönetmelikler, okul hayatını düzene koyarken bu kurumlarda öğrencilerin ve öğretmenlerin yönetime katılmasını, birlikte görüş üretme ve yönetme anlayışına dayanmalıdır. Üniversiteler ve kalabalık eğitim kurumlarında öğretmenlerin kendi yöneticilerini seçme hakkı tanınmalıdır. Üniversitelerde özerkliğe geri dönülmelidir. 

Eğitimde politik kayırmalara son verilerek işe almada, yönetici atamalarında liyakat gözetilmelidir. Bugünkü eğitim baştan sona partizanlığa batmıştır. Bu büyük bir ayrımcılıktır. 

Değerli okurlar,

Yazı dizimize gösterdiği ilgiden dolayı Sayın Zeki Sarıhan’a gazetem ve şahsım adına teşekkür ederim.

 Zeki Sarıhan Kimdir:

   

Araştırmacı yazar Zeki Sarıhan, 1944 Fatsa doğumludur. Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü bitirmiş, 1993’te öğretmenlikten emekli olmuştur.

Öğretmen Dünyası dergisinde uzun yıllar yazı işleri müdürlüğü ve sahiplik, Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanlığı yapan Sarıhan’ın tarih, deneme, anı türlerinden yayımlanmış 42 kitabı bulunmaktadır.

Gazi Eğitim Enstitüsünde okuduğu 1967-1970 yıllarında  Gençlik önderleri arasında yer alan Zeki Sarıhan, 1971’de tutuklanarak Mamak’ta yargılanmıştır, birçok kez sürülmüş, açığa alınmış, meslekten çıkarılmış, bütün davalarını kazanarak öğretmenliğe devam etmiştir.  

4 ciltlik Kurtuluş Savaşı Günlüğü kitabı Afet İnan Tarih Araştırmaları Ödülü’ne; Kurtuluş Savaşı Kadınları, Yunus Nadi Sosyal Bilimler Ödülü’ne, Millî Mücadelede Maarif Ordusu ise Nafi Atuf Kansu Eğitim Bilim ödülüne değer görülmüştür.

Evli ve iki çocuklu Sarıhan, Ankara’da oturmakta, yazı hayatına devam etmektedir.

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00