Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulusal toplumunun düşünce yaşamını bilim ve özgürlük çağının gereklerine göre düzenlemek gereğini görmüş ve öyle yapmıştır. Bu gereği kurumlara da dönüştürürken, düşüncelere nakış gibi işlenen anlatımlara da kavuşturmuştur. Devrimin önderi Atatürk, yaşama yön vermesi gereken bilimin sarsılmaz gücüne olan inancını aşağıdaki örneklerle çok sık, çok açık biçimde vurgulamıştır:
"Bugün eriştiğimiz nokta, gerçek kurtuluş noktası değildir. ... Kurtuluş, toplumdaki hastalığı ortaya çıkarmakla ve iyileştirmekle elde edilir.
Bir toplumun hastalığı ne olabilir? Ulusu ulus yapan, aydınlatıp ilerleten güçler vardır: Düşünce güçleri ve toplumsal güçler... Düşünceler anlamsız, mantıksız, uydurmalarla dolu olursa, o düşünceler hastalıklıdır. Bunun gibi toplumsal yaşam akıl ve mantıktan yoksun, yararsız ve zararlı bir takım inançlar ve geleneklerle dolu olursa, kötürüm olur."
"Ulusumuzun siyasal, toplumsal yaşamında, düşünsel eğitiminde kılavuzumuz bilim ve teknik olacaktır. Bilim ve teknik için hiçbir kısıtlama ve koşul-koyma yoktur. Hiçbir mantıksal kanıta dayanmayan bir takım geleneklerin, görüşlerin korunmasında direten ulusların ilerlemesi çok güç olur, belki de hiç olmaz."
“Yaşamda en doğru kılavuz bilimdir, teknolojidir. Bilimin ve teknolojinin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, sapkınlıktır.”
Bu düşünceler, Türk toplumuna yeni bir bilinci, “toplum yaşamının bilimsel yöntemle anlaşılabilir, açıklanabilir ve düzenlenebilir olduğu” bilincini kazandırma gereğinin anlatımıdır. Bunu sağlamanın da yolunu yine ancak her gerçeğin kaynağı olan bilimin gösterebileceği bilincini sergiler. Bunun en açık örneklerinden birisi, Atatürk’ün orta öğretim kurumlarında okutulmak üzere kendi eliyle yazdığı, ama öğretmeni ve öğrencisiyle herkesçe özgürce irdelenerek okunabilmesi için kendi adıyla değil, iznini aldığı Prof. Afet İnan’ın adıyla yayınlattığı "Yurttaş İçin Medeni Bilgiler” adlı demokrasi kültürü eğitimi amaçlı kitabıdır.
Türk bilim ve düşünce yaşamına toplumbilimi (sosyolojiyi) yerleştirmede Atatürk dönemi eğitim ve kültür uygulamaları en başarılı, çünkü en tutarlı olan uygulamalar olmuştur. Toplumbilimin en etkin kurucusu Emile Durkheim’ın baş yapıtları olan “Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri” (Dini Hayatın İptidai Eşkâli) ile “Toplumsal İşbölümü”(İçtimai Taksim-i Âmâl) kitaplarını daha Kurtuluş Savaşı sürerken dilimize çevirterek yayınlatmış, 1924 yılında da Çeviri Yarkurulu (Tercüme Komisyonu) kurdurmuştur.
Atatürk’ün dinsel duygu ve düşünce üzerine yaklaşımının da aynı nitelikte, demek ki Türk düşünce düzeninin akıl, mantık ve bilim yolunda oluşup gelişmesini sağlayacak yönde ve Einstein’ların, Durkheim’ların din anlayışıyla koşut olduğunu görüyoruz:
Bilindiği gibi Durkheim, dinin de bir toplumsal olgu olduğunu, tüm toplum gibi sürekli değişimden geçegeldiğini ve ancak toplumbilim ile açıklanabileceğini söyler ve Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri adlı yapıtında bunu kanıtlar.
Einstein da “Maddenin yapısındaki düzenliliği anlama yolunda ilerledikçe bu düzenliliğe derin bir saygı duymamak olanaksızdır. Ve bu saygı beni açgözlülükten, kendini beğenmişlikten, bencillikten alıkoyucu niteliğiyle sözcüğün gerçek anlamında bir dindir.” der.
Atatürk’ün din anlayışı da bu niteliktedir: “İnsanlıkta dine ilişkin duygular, bilimin ve teknolojinin ışıklarıyla dupduru olup yücelmelidir. Bu olmadıkça, din oyunu aktörlerine her yerde rastlanacaktır.”
Bu bilgiye Ruşen Eşref Ünaydın’ın yazdığı Atatürk’e ilişkin şu anısını da eklemeliyim: “Ruşen Eşref Bey, dün gece uyku tutmadı. Bahçeye çıktım. Gökyüzünü, yıldızları seyrettim. Azizim Ruşen Eşref Bey, evrenin şu sonsuzluğu karşısında insanoğlu bir hiçmiş; ama gerçekten bir hiçmiş.”
Bu engin evren ve dünya anlayışıyla Türk Devriminin önderi, Türk düşünce düzenine şu toplumbilimsel ilkeleri kazandırmaya çalışmıştır ve çalışagelmektedir:
a) Bireyler düzeyinde: “Bireyler düşünen varlıklar olmalıdırlar. Bireyler düşünen varlıklar olmazlarsa, bir toplumu iyiye de, kötüye de herkes yöneltebilir.”
b) Toplum düzeyinde: “"Bir ulusun içinde birlikte yaşamak insani ve doğal zorunluluğundan dolayı bir toplumsal duygu vardır. Bu manevi toplumsal duygu, toplumsal bir etki oluşturur. İşte bu ortaklaşa manevi erk, (egemenlik) erkiyle birliktedir.. Bu erk zamanla ve insanların uygarlıktaki ilerlemeleriyle süregider, güçlenir, yükselir ve ulusal istenç, ulusal egemenlik bu erkten ibarettir.. işte hükümet kavramı bu gücün belirme ölçüsünden çıkar.”
c) İnsanlık düzeyinde: "İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirinin boğazına saldırtmak, insanlık dışı ve son derece üzüntü verici bir sistemdir. İnsanları mutlu edecek tek araç, onları birbirine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi gereksinimlerini gidermeğe yarayan davranış ve güçtür. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ülkü yolcularının çoğalmasına ve başarılı olmasına bağlıdır.
(Ek not: Emile Durkheim’ın sözü geçen temel yapıtlarının Atatürk’ten sonra yeni basımlarının yapılmamış, Osmanlıcaları yerine Türkçelerinin hazırlanıp yayınlanmamış, Durkheim’ın öteki temel yapıtlarının da dilimize kazandırılmamış olması, Türk düşünce yaşamının özgürleşip çağdaşlaşma süreci açısından üzüntü verici olduğu gibi Türk Devriminin özgürleştirici işlevinin baltalanması olarak da açıklamasını bulur, kanısındayım. Aslında Durkheim’ın 100. Ölüm yıldönümünün (2017) kendi yurdu olan Fransa’da bile sessiz geçiştirilmiş olması, insanlığın en ilerlediği bölgelerde bile özgürlük ve bilim ülküsünü baltalayıcı bir tutucu/gerici/baskıcı yönetim uygulamasından kurtulunamamış olunduğunun göstergesi sayılabilir, kanısındayım. Yine de Durkheim’ın Din Yaşamının İlk Biçimleri, Toplumsal İşbölümü, İntihar, Toplumbilim ve Pragmacılık, Toplumbilimin Yöntem İlkeleri, Toplumbilim İncelemeleri, Toplumbilim ve Eğitim (basılıyor), Toplumbilim ve Eylem (çevriliyor) (hepsi CEM Yayınevi) adlı yapıtlarını Türkçemize çevirmiş ve yayınlamış olduğumu değerli okurlarımla paylaşmaktan mutluluk duyuyorum).