“İçimdeki Çığlık Dışımdaki Sessizlik”(2008) ve “Kırılgan Bakışlar” (2010) adlı şiir kitaplarının ardından “Sarı Sıcak Deli Mavi”yi çıkaran Demet Duyuler Doğan; şiirini yadsımadığı gelenek/folklor bağlamından çağdaş düzeye doğru taşıyor. Bireysellikten öte insan ve yaşamla ilgileniyor, o duyarlılığı işlevsel hale getirmeye çalışıyor.
“ömrünün di’li geçmiş yüzünde kaynağını ararken”(s.36) Bengisu’ya seslenen “Çocukluğumun Uygarlığı” (s.12-13) adlı şiirinde tekerlemeler, çocuk oyunları, düdüklü şeker ve susamlı akideler nostaljik bir özlemle halkbilim değinmeleri sıralayan dizelerde beton yığını olan kente de inceden eleştiri getirilir…” İmgesel bir yaklaşımla …/çocukluğumun uygarlığını/ezberimdeki gülüşümde gezdireyim” diyen Duyuler; “yağ satarım bal satarım”, “evli evine köylü köyüne tekerlemelerinden, ”çelik çomak-uzun eşek/topaç döndürme, dokuztaş çevirmece/bez bebekli kızlar/ip atlamalar/körebe, saklambaç”(s.12-13) gibi çocuk oyunlarını anlatır kendi çocukluğunun uygarlığı adına yeni kuşaklara.
Umut aşçısı anneyim/dudaklarım kıpır kıpır/ara öğünlerin ritmiyle/ziyafet veriyorum evrene
Gün bitişi/iyi geceler/ve beni savuran tümceler/günaydın/elimi tut/ey şiir/gün yeni başlayacak (s.53)
Doğan’ın, önceki kitabından da sarkan başat izleği folklor bu kitabında da yerini korumakta… Karacaoğlan, Dadaloğlu, Ferrahi gibi “memleketlilerim…”(s.1) dediği, Adana’nın/Çukurova’nın simgesi olmuş usta ozanların yaşamlarına ağıt yakacak derecede olan “bir ayrılık/bir yoksulluk/bir ölüm” (s.1) anımsatmasını da atlamayarak, bugüne de kalan varsıllıkların folklor vurgusuyla yöreye özgü simgeselliklerin toparlandığı bir çerçevede bütünleşir şiirinde (Her Yanım Memleket) girişi: “Ovasından ağıtını yakarken Ferrahi/…/Dadaloğlu gümbürder dağlardan/…”, Karacaoğlan vurur sazının teline aşk ile…
Her Elif’in saçı ipek ibrişim
her yiğidin yan bakışı turaç edalı
Her yüreğin bir yanı Karacaoğlan. (s.1)
“dili güllü”(s.38) anne-an/ne (s.42) “anason”-“ana son”(s.50) gibi, duman altı çağrışımlı kafa bulduran dizeler de var şiirinde. “…/kent bulaşığı gürültülerde/yalnızca kendini dinlemekten”(s.41) bıkıldığında da Seyhan dinlenir elbet Toroslar’ın yücesine oturup, “Ağıt gibi inerken akşam…”
Ağıt gibi inerken akşam
Seyhan’ı dinledin mi
yıldız sağanaklı bir gecede
geçtin mi hiç kendinden
can evinden salıverilmiş
Akdeniz’in khkasıyla (s.41)
Seyhan deyince de tabii ki ana yurdunda söz uzar gider… “Ne zaman seni çığlıklasam/kımıldanır gözlerimde iki kara bulut/bıraksam nasıl da çalışkan/yalnızlığıma dökülür/yakılmış ağıt tadında” diyen ozancıl söylem sonunda o itiraftan kendini alamaz:
İç çekişli bir tutkuyla
Toroslar’ın doruğundan
Evrile evrile düze inen
Seyhan gibi âşık
Akdenizlidir şiirim (s.44)
“…/bağlı olsa da ayaklarım/mavi badanalı evde” diyen “Parlattığı düşlerle özgür/…”, şiirinin o “…/söz dinlemez çocuğu” “sımsıkı tutup ellerinden gezinirken” (s.40) ”kime ne “savunmasını da yapar doğal olarak; “…/Akdenizli bir sahilden/bir şiire yüzüp” (s.40), “…/ağırladım kendimi/gidiyorum” demeden önce…
Akdeniz, Toroslar, “Çukurova’nın, Torosların, ak koynu” (s.2), “Al fistanlı Çukurova” ve “mavi köpüklü Seyhan’ın yıllarca demlenmiş suları” (s.2-4) önemlidir onun şiir poetikasında. “harman yüreklim/hasat gülüşlüm” gibi o bereketli ovalar imgesi yaşam sıcaklığını yansıtan vurgulardır.
Kitap adı çok da öylece bilmece değildir. Hatta ortada duran bir şeydir… Kitabın adındaki vurguya Çukurova ve Adana gerçeği açısından bakmak gerekir madem “Sarı Sıcak Deli Mavi…” “Sarı Sıcak” malum, Orhan Kemal’ın “Bereketli Topraklar…”ıyla Çukurova gerçeği adına bir bütünlük oluşturan Yaşar Kemal’ın önemli bir yapıtı… Mavinin deliliği/dellenmesi ise “öfkeli geceleri” ve “Aç uyanılan sabahları/…” olan “…/damı loğlu toprak evlerin umuda yürüyen horantalarına” ait olan bir şereftir!.
…
döşlerinde güneş gibi horanta
kulaklarında deli mavi çığlıklar/.. (s.4)
İşte ordan yürürler umuda… Sarı sıcaktan beyaz umuda… Aslında bir gizlilik yanılsaması da yansıtır gibi olan “Sarı Sıcak Deli Mavi”nin şifresi insan/toplum/yaşam üçgenindeki somut bir çoğulculuktur. İnsan varsıllığının başı çektiği bir yerde bu, kadını yerine iten memleket manzaralı bir toplumculuk girişi olarak da kabul edilebilir.
Dizilmişler bulvar boyu
ovanın sabah yıldız
gece yazgılı kadın ırgatlar (s.18)
İnsan, yaşam, emek bağlamında, “Kimi kınalı belik/yiğit yürek kimi/aşk içinde öyle güzel/alın terinde saygın her biri”; “Çalışkan nasırlı elleri/…/emekleri dillere destan/eleğim sağma renkleri/…” “…/şiir olur duldalarda/yüreğinin ovasını tutuşturur” ki, “Kadın Irgatlar”(s.18) portrelerine yer veren tablo bir kadın duyarlılığı olarak şiire yansırken, buruk bir güneşi karşısında bulur:
Hüzünlü bir merhaba gibi
çarparken şubat ayazı
güneşin fersiz gözleri
istemsiz baktı kente (s.18)
Yaşamın yoksulluğunu, emeğin sıcaklığını dizelerine taşımaya çalışan Duyuler, “…/yitik zamanların…”(s.2) albenisinin de umudunun ufkunda olduğunu düşündüğü Hande Naz göndermeli “Yasta İğde Ağacı” (s.31) adlı kısa şiirinde bir içerik kardeşliği olarak, Şenay’ın sevilen şarkısı ”Sev Kardeşim”den daha çok Dane Van Ronk’un yaşamından yansımalar yapan çağrışımlarla renklenir.
Göğün altında
gün ağır yaralı
sözlerin uğultusunda
zaman ateşte koşu
olsun
sen şarkını söyle
elbet çiçek ağacak iğde dalları.
“gönülçelen koku…”(s.20), ”zemberek ağıtlar”(s.22 ) örneği değinileri atlamayan, “Sabahın buğusu/demlenirken sarı sıcakla/avuçlarım çiçek tohumu/aşkla serptim dünyaya (s.7) gibi bir yaşam sevinci istenci ortaya koyup, renklerle oynayan Demet Duyuler; dize içi yinelemeleri ile dize sonundaki gizlenmesi gereken uyaksı müzikallikler aşıldığında dil sunumundaki lirizm biçeme daha güzel katkı koyacaktır. Kitabın sonlarına doğru indikçe de bunun olumlu örneklerini yansıtan şiirlerle karşılaşmak olasıdır…
Nazlı duruşunun gölgesinde
turuncu maviye keserken deniz
durularak dinsin özlemim
teninin buzlu serinliğinde (s.19)
“dilimde ya Semi ya selam”(s.24), “…ya fettan ya latif”, ”…/ya Hamid ya Vedud” (s.25),”Habil-Kabil” (s.26) gibi bazı değinileri aşıp şiir özgünlüğü aranan dizeler denildiğinde ise:“Sus kaldığım/amansız ölüm/göz kırparken acımasız/nasıl bakılır/son nefesinde bir insana/uzun tümcelerle”(s.48) görsel yer değişiminin şaşırtıcı değişikliğini sahiplenen dizelerinin hemen ucuna eklenebilecek dizelerle de karşılaşılabilir…
Eksildikçe ömrüm
öğrendim usul
aşk nakışlı dünyanın
eteğinde güpür
ayrılık da varmış ölüm kadar. (s.46)
Son birkaç şiirle birlikte “Ay Işığının Gölgesinde” adlı şiirin bir sevi aşamasından öte şiire özgü dolaylı bir anlatım olarak dikkat çektiği söylenebilir. Yumak, tırnak, yıldız ve yüzleşme güncesi gibi etkin izlek olgularının şiirsellik harmanında özümsenmesi şiir adına olumlu ve güzel bir sonuç olsa gerek.
Ay ışığı gölgesinde/yüzünü yıkayan kedim/kimseye söyleme sakın
Kalbimin yumağını çözüp/çekiyorum tırnaklarımı içeri/sen gibi başına buyruk
Mırıldayan sözcükler döküyorum/şansımın siyah yıldızlı/yüzleşme güncesine (s.49)
Birkaç tanımıyla yer gösterilen o şiirlerin doruk noktası olan “Dul Sızı”(s.54-55). “…/yüreğin en kuytu yerlerine/vuran yalnızlık şarkılarından”ın yansıttığı ezgisellikle ve ağrı ironisinin aksine algılayabiliriz bu sızıyı… Yazıya çok dize almayı hep düşünen biri olarak, bu güzel şiirin tamamını da alacak değilim her ne kadar “…/aşkın biz halinden” dem vuran bölümler yüz görümlülüğünü hak etse de…
Uzatmalı günlerden geçerek
kırık çıkık yazgımda duran
sen burada değilsin ki
göksel bir deniz kadar mavi
açamam yüzümün duvağını (s.55)
(Karahan Kitabevi/Şiir/64 sayfa/Kasım2013)