Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


PLAKÇILAR KRALI (1)


                Doğup büyüdüğü köyü, kasabayı, kenti sevmeyen bir insan olabilir mi?

                İster kurak ve çorak bir yer olsun orası, ister dağın taşın tepesi…  İsterse ot bile bitmeyen bir çölün ortası…

                Gözünü dünyaya nerde açtıysa insan, çocukluğunu nerde yaşamışsa ailesiyle birlikte, en güzel yer orasıdır gönlünde.

                Nerdeyse bir tek ağaç olmayan, ırmağı, çayı, dereyi bırakın çeşme bile bulunmayan köylerden gurbete gidenlerin sıla özlemiyle nasıl cayır cayır yanıp tutuştuklarını görmediniz mi hiç?

                Yeni tanıştığım bir arkadaş, Aksekili olduğumu öğrenince:

                “İşim dolayısıyla çok gezen birisiyim. Dolayısıyla birçok Aksekili tanıdım. Hepsi de Akseki’den çok uzaklarda ama çok başarılı insanlardı.

                Akseki’yi öyle bir övgü ve sevgiyle anlattılar ki, cennetten bir köşe gibi yer etti belleğimde.

                Bir gün Konya’dan Antalya’ya gitmem gerekti. Akseki’den geçiyordu en kısa yol. ‘Oh be, -sonunda Akseki’yi göreceğim ben de’ deyip sevindim.

                Yaklaştıkça merakım arttı iyice. Yemyeşil bir kasaba hayal ediyordum elbet. Yeşillikler arasında bahçeli evler, köşkler, apartmanlar…

                Derken, ‘İşte geldik. Akseki burası’ dediler ama inanmadım. Şaka yapıyorlar sandım. Bir dağ başıydı; orası çünkü. Kayaların üstüne oturmuş, ben diyeyim yüz, siz deyin üç yüz kadar eski ev…

                Onca tanıdığımın, ‘Akseki, Akseki, ah Akseki!..’ diye ölüp bayıldıkları memleketleri burası mıydı? Pekiyi, ilçe merkezleri böyle ise, ya köyleri nasıldı?”

                Diye bir anlatışı vardı ki!.. Haklıydı. Gözünü dünyaya orada açmış, çocukluğunu orada yaşamış, her taşın ve kayanın anısı olan bir Aksekili değildi; çünkü o.

                “Pekiyi ama böyle bir yerden çıkıp da başta İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa olmak üzere yurdun her yerinde rastladığım, özellikle de bürokrasi ve ticarette nasıl bu kadar çok başarılı oluyor bu insanlar?” diye sormuştu.

                O gün nasıl yanıtlamıştım; bu soruyu, kim bilir! Şu anda Meydan Larousse ansiklopedisinden daha büyük, 510 sayfalık çok hoş bir kitap duruyor önümde. Lüks ciltli, çok güzel bir kapak üzerinde, “Ticaretin Başkenti Akseki” yazıyor. Alt başlık da şu: “Akseki’nin ve Aksekililerin Ticaret Tarihi”

                 Çok gezen, dolayısıyla birçok başarılı Aksekili tanımış olan o arkadaşın sorusuna yanıt, bu eserde işte! (*) Gerçekten de baştan sona renkli olan bu eserde öyle ilginç yaşamöyküleri var ki, her biri bir roman… İşte onlardan biri:

PLAKÇILAR KRALI HİLMİ COŞKUN

                Övünmek gibi olmasın, “Plakçılar Kralı” adıyla ünlü Coşkun Plak’ın kurucusu Hilmi Coşkun, akrabam olur. Babamın “Eyüp Dayı” dediği Eyüp Hoca ve Hütâme Teyze’nin oğludur.

                Benden 20 yaş büyük olan Hilmi Âbi, 1922’de Akseki’nin Gödene (Menteşbey) köyünde doğar. Mehmet, Ayhan ve Muhsin Coşkun kardeşlerin en büyüğüdür.

                Askerlik dönüşü, Akseki Orman Müdürlüğü’nde Menergeli öz dayım Kemal Koca ile birlikte “Orman Bakım ve Koruma Memuru” olarak çalışır bir süre. Sonra ikisi de istifa ederler görevlerinden. Dayım, Manavgat’ta ticarete atılır, Hilmi Âbi de İstanbul’da… (1945)

                Ticaret yapmak isteyen her Aksekili gibi, Hilmi Coşkun da Kapalıçarşı civarında işportacılıkla başlar işe. Kolonya ve lüks hırdavat ürünleri sattığı bu dönem uzun sürmez.  Aklı fikri, Beyazıt çıkışındaki baraka dükkânlardadır. Bir fırsat kollar sürekli. Ve bir gün çıkıverir, o fırsat karşısına.

 Hiç düşünmeden birini kiralayıp oyuncak satmaya başlar.

                Elde ettiğiyle yetinen insanlardan değildir Hilmi Coşkun. Bu kez, Kapalıçarşı içinde bir dükkândır; O’nun hayali. Ne yapayım, nasıl yapayım; diye düşünür durur. Gece gündüz aklından çıkmayan bu düş, 1950’de gerçekleşir.

                Beyazıt kapısı ile Çarşıkapı’dan giren caddelerin birleştiği yerde bulunan mermer çeşmenin karşısındaki köşede küçük de olsa bir dükkânı vardır artık. Burada kolonya ve oyuncakla birlikte bijuteri ürünleri de satar.

1956’da “Coşkun Plak” adını koyduğu dükkânında plak da satmaya başlar. Ben 1959 Eylülünde yüksek öğrenim için geldiğim İstanbul’da, bu dükkânda buldum Hilmi Abi’yi.

Öyle bol müşterisi vardı ki, “Hoş geldin, nasılsın?” demeye bile zamanı yoktu. Kardeşi akranım Muhsin ve komşumuz Mehmet Amca’nın oğlu Necdet Koca da dükkân dışında sergilenen ürünlere üşüşen müşterilerin isteklerine yetişmek için koşuşturuyorlardı.

Okulum Çapa Eğitim Enstitüsü’nde dersler başladıktan sonra İstanbul’a alışmaya başladım ben de.

Kimi cumartesi öğleden sonraları, Çemberlitaş Sineması’nda bir film izledikten sonra Kapalıçarşı’yauğrar, çarşı kapanıncaya kadar kalırdım. Sonra hep birlikte Hilmi Âbi’nin, Lâleli’de Kimya Fakültesi karşısındaki apartman dairesi evlerine gider, eşi İhsaniye Abla’nın pişirdiği lezzetli Akseki yemekleriyle doyururduk karnımızı.  

Evlere televizyon girmemişti henüz. Yemekten sonra, geç saatlere kadar sohbet edip sıla özlemimizi dindirmeye çalışırdık.

Daha önce de dediğim gibi, bağlasanız da olduğu yerde duracak bir insan değildi, Hilmi Coşkun. Sen Akseki’nin kuş uçmaz, kervan geçmez bir köyünden çıkıp gel, ülkemizin gözbebeği bir kentinin dünyaca ünlü çarşısında bir dükkânın olsun; ne güzel, değil mi? Üstelik leblebi çekirdek gibi satılıyor; başkalarının yaptığı plaklar. Gelirin, kazancın da iyi… Dahası çok çok iyi!..

Bu duruma şükredip dursana durduğun yerde be adam!  

“Beyde paşada yok rahatım. Başka bir işe soyunarak rahatımı bozmaya ne gerek var” diyeceğine 1962’de Coşkun Plak şirketini kurarak yapımcı olmaya karar vermesin mi?

O günler 78 devirli taş plaklardan, gerek plakçı, gerekse dinleyicilerin tercih ettiği, daha ucuz ve kullanımı daha rahat olan 45’lik plaklara geçiş dönemidir. Ayrıca, yetenekli birçok genç sanatçı da bir arayış içinde dolaşıp durmaktadır piyasada.

Yenilikten korkmayan Hilmi Coşkun, taş plakla hiç ilgilenmeyip 45’lik plakla girer müzik dünyasına. İlk plağı, o dönemin ünlü sesi ve bestecisi Baki Çallıoğlu’na yapar.  Umulan başarıyı sağlamaz bu plak ama Hilmi Coşkun, coşkundur gerçekten soyadı gibi, yılmaz.

Aramaya, araştırmaya devam eder. Birkaç yıl sonra, henüz adını duyurmamış bir yetenek keşfeder. Şükran Ay’dır; o genç hanım. O’nun, bir yüzünde, “Hani Söz Vermiştin”, öteki yüzünde, “Bıçak Yarası” şarkıları olan “Ağlatan Plak” adıyla ünlü bu ilk plağı, satış rekorları kırar.

Bu plak yıllarca o kadar çok basılıp satılır ki, plak fabrikaları talebi karşılayamaz.

 Ve 1968’de kendi fabrikasını kurmaya karar verir; sevgili âbimiz. (Devam Edecek)

 

                                                                                                              Hüseyin Erkan

                                                                                              huseyinerkan.antalya@gmail.com                                               -------------------------------------------------------------------------------------------

(*) Ticaretin Başkenti Akseki: Bu eser, Aksekili ünlü işadamı Ömer Duruk’un oğlu Ali Metin Duruk’un destek ve katkılarıyla, Akseki Eğitim Hayratı Derneği’nce yayımlanmıştır. Hazırlayan: Murat Toklucu, Proje Müdürü: Attila Durak, Proje Koordinatör: Rasih Kaplan, Telefon: (0532) 282 99 10

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00