Mehmet Doğan Karakuş - Muhabbet Yelleri


OT


 

           Giriş kapısı merdiven oturanlar, elleri belinde bekleyenler, haziran sıcağında terleyenler... Bazıları, yer bulamayıp, duvar dibine çömelip, sıkılınca kalkıp geziniyordu. Birçoğu, çömelince önünde sofra bezince açılan şalvar peşlerinin üstünde tütün sarıyorlardı.

            Ahanda ot atıyo'm ulan! sesleri karışıyor;

            Beni de tutsun kolcular!

            Kaçak içiyo'm! diyorlardı. Cendermeler giriyor, cendermeler çıkıyordu hükümet kapıdan içeri, kapıdan dışarı. Cendermelerin gözlerine baka baka ot atıyorlardı dişleri, dudakları arasına;

            Cırt! diye tükürüyorlardı.

            Kinayeli bir tükürmeydi bu. Bazı asık suratlı memurlar, dava vekilleri, odacılar, çığırtkanlar da girip çıkıyordu konağa. Çok önemli işleri varmış maskesi asa asa suratlarına. Görmüyordu onları da, önemli değilmiş de, pek umurunda mumurunda olmama havasındaydı, hükümet konağına girip çıkıp duranlar. Burunlara havadaydı. Ekin itleri itlerine benzer halliydiler. Çatık kaşlarıyla alttan alta süzüp süzüp de sövercesine onlara;

            Cırt! diye tükürü tükürüveriyorlardı, Yozcu babayı bekleyenler.

            Üç davul üç zurna  çıkıverdi ortaya.

            Ortalığı davul sesi, zurnanın zurtlama sesi kapladı. Açıldılar. Orta yerde yuvarlak bir boşluk oldu. Mendiller çıktı beyaz beyaz. Halaya durdular. Halay havasına koştu kasabalı. Jandarmaların gücü yetmedi halaycıları dağıtmaya. Oynadılar da oynadılar.

            Biz! dedi, pala bıyıklı, boyluca biri;

            Gardaşımızı dama davulunan, zurnayınan götürürük ulan! dedi.

            Büyük bir alkışla birlik;

            Yaşşaaa! sesleri inletti hükümet konağının önünü. Öyle bir inletti ki Miskin ağanın kesme taştan yapılı konağına, oradan da hükümet konağının upuzun duvarına çarptı, kasaba üstünden, aktı gitti yazıya. Yazıdakiler duyunca, yeldir yepelek geldiler. Onlar da durdular halaya.

            Neydi, kasabalıyı önce kaygılı, sonrasında davullu zurnalı coşkuya iten? Hükümet konağının önündeki hapishaneden cendermeler arasında, kelepçeli halde, Müdde-i Umumiliğe, mahkemeye çıkarılacak olan ot kaçakçısı, Yozcu babanın duruşmasıydı.

            Ot, otun kaçakçılığı olur muydu? Olurdu. Bu ot, tarlada takımda, bahçede mahçede biten ot değildi. Kaçak tütüne, meşe külü, dövülerek yapılan, sigara kağıdının arasına konan, pamuğun üstüne o dövülüp de toz haline getirilen tozdan ekilip, dudakla dişlerin arasına özenle yerleştirilip, ikide bir;

            Cırt! diye tükürülmesi, tükürülmez de suyu yutulursa sabahtan akşama'ça fır fır dönen bir başa katlanmanın kaçınılmazlığına uğramamak için önlem almak demekti. Onun için halk;

            Sıçan eti yeyik!

            Cırtatan kavunu! der idi, ot atanlara. İşte bu ot, inhisar yasasına göre yasaktı, kolcular da bu yasağa uymayanları yakalar, dama tıkarlardı. Bilumum dağ, yazı köylükleri cuvara illetinden kurtulmak için ot atardı, dişleriyle alt dudaklarının iç kısımlarına. Sonra başlarlardı sağa sola;

            Cırt cırt! tükürmeye.

            Yozcu baba dokuz çocuk, bir karı, bir koca on bir horantaydı. Gevrekçilik yapardı.

            Kimseler yemezdi gevreği.

            Kimsede para mara yoktu o zamanlar.

            Ekmek elli kuruş, on bir baş horanta adam başı yarım ekmek yese, üç öğünden... Yetiremedi Yozcu baba, ekmek parasını. Ot kesesinin tanesi iki buçuk liraydı. Günde on kese ot satması işten değildi hani. Gelsindi ekmekler, tatlılar, etler, meyveler; yesindi on bir baş horanta, doysundu!

            Kolcular bu yüzden yakalamış, hükümet konağının önündeki mahpushaneye tıkmışlardı onu. Onca ot atanlar, sevenleri, gevrek fırınının işçileri, gevrek satanlar toplanmıştı.İçeri atılan Yozcu değil de bir eşkiyaydı. Hani ağanın kızını vermedi de başkasına veriyor diye dağa kaldırdığı kızının yüzünden dağa çıkan eşkiyaydı. Kasabalı, çalınan davul zurnaya, kalabalığa kulak kabartıp dinlerken kafasında sorularla birlikte onlar da karışıyordu. Doldukça doldu hükümet konağının önü. Davullar zombada zom zom, zombada zom zom vurdu, zurnalar ince kıyımdan öttü de öttü. Kalabalık birikti  de birikti. Hükümet konağının karşısında boş, öylecene bırakılmış kireç taşından yapılma duvarlarının pencerelerine üşüştü kasabalı. Hani tavuk tüner ya ağacın dalına; öylecene bir tünemeydi, salkım saçak. Biri duvarı silkelese, patır patır adam dökülmesi işten bile değildi...

            Yaptığın işin suç olduğunu biliyor musun? diyordu, yüksek mahkeme kürsüsünün üstünde bulunan kişi, elindeki torbayı yukarı kaldırıp, gözüne gözüne sokarcasına Yozcu babanın.

            Bilmiyo'm hakim bey!

            Bundaki tütün kaçak. Bu biir!

            Herkes kaçak içiyor hakim bey!

            Meşe külü, karıştırıp dövmüşsün havanda!

            Başka türlü yapılmıyor ki hakim bey!

            Sus!

            Sustum hakim bey!

            Yakası kırmızı, yukarı kalkık, sarı sırma işlenmiş, traşlı, saçları ıslak, tarak izlerinin bellice olduğu başını durmadan bir aşağı, bir yukarı sallayan Cumhuriyet Müdde-i Umumisi'ne bakıp sordu hakım.

            Talebiniz nedir sayın Müdde-i Umumi?

            TCK.nın ilgili maddesi muvacehesinde maznunun ceza ile tecziyesi talebimdir.

            Yozcu babaya döndü hakim;

            Müdde-i Umumi'nin söylediklerini duydun. Diyeceklerin var mı?!

            Ne dedi ki?

            Maznunun ceza ile tecziyesine! dediğini uygun bir dille anlatsa da; Yozcu baba tecziye ne, muvacehe ne, talep ne demekti, bilmediğini bir çiğin çekişle karşıladı;
            Anlamadım ki hakim bey! dedi.

            Onbir baş horanta ne yer, ne içerdi? Bir gevrek yirmi beş kuruştu, bir ot kesesi iki buçuk lira. Günde on kese  satıp, üstüne gevrekten ne kazandıysa koyup, ucu ucuna denk geldiğini, ot yapıp satmazsa aç kalınacağını, aç kalan insanın da...

            Aç it fırını yıkar hakim bey! dedi ansızın.

            Aç it fırını yıkar Müdde-i Umumim!

            Ortalıkta çıt yoktu.

            Bana paralı bir iş verin. Herkes birbirine baktı, nefeslerini tutup.

            Ya da azad edin ki çocuklarıma ekmek götüre'm!

            Gözüm görmesin ulan! diyerek, kürsüden yarı beline dek sarkıp Yozcu babanın üstüne;

            Yaz oğlum! diyerek mahkeme kâtibine döndüğünü;

            Beraat! dediğini, salondakilerin çığlık atıp dışarı uğradığını bütün kasaba izledi. Duruşma, ülke tarihine bir hakimin kürsüden;

            Ulan! bağırışlı duruşma olarak geçti mi, geçmedi mi bilemem amma Yozcu baba çıkar çıkmaz hükümet konağından, top gürlemesince bağırış, alkış koptuğunu bütün kasabalı bugün bile anımsar.

            Ot verin lan! diye bağırdı Yozcu baba.

            Verdiler. Sigara kağıdına bir parça ecza pamuğu koydu, üstüne de grimsi toz serpip, dudağı ile dişleri arasına özenle yerleştirip, cırt diye tükürdü.

            Bu dünyada hakimi kandırdık, öteki dünya mühim değil! dedi.

            Cırt! diye bir daha tükürdü.

MEHMET ZEKİ ALTIGÜL
24.05.2021 14:05:59
Üstad "OT" hikayenin konusu ama "CIRT" kahramanı olmuş. İkisi birden konu başlığı olsa daha anlamlı olmazmıydı.

Mustafa Erdem
24.05.2021 14:38:08
Mükemmel bir hikaye ve olanüstü bir anlatım gücü..

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00