Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Öğretmen Okulu – 50/AYKIRI KADİR’İ ÇOK SEVDİM BEN

Öğretmen Okulu – 50/AYKIRI KADİR’İ ÇOK SEVDİM BEN


Her millet bir uygarlığa sahip olmalıdır.                                                                                                          

Milletler geliştikçe uygarlıklarını da geliştirmeli,                                                                                                     

değiştirmeli. Milli kültürden kopulmadığı sürece                                                                              

  çağdaş uygarlığı benimsemenin hiçbir sakıncası    “ yoktur.                                                                                                                                                                                                          

ZİYA GÖKALP

1958 yazında Antalya/Aksu Öğretmen Okulu’nun son sınıfa geçmiş öğrencileri olarak yaz çalışmaları için okulda bulunduğumuz sıralarda okul kütüphanesinden alıp okuduğum Türkçülüğün Esasları kitabı, o güne dek şair olarak sevdiğim Ziya Gökalp’i daha çok sevmeme neden oldu.  Ahmet Haşim, aşkını anlatırken, “Âteş gibi bir nehr akıyordu /Rûhumla o rûhunarasndan” der ya bir şiirinde, onun gibi bir şey işte.                                                                                            Gördüm ki, iyi bir şair olduğundan daha çok iyi bir düşünür, seçkin bir fikir adamıydı Gökalp. 1923’te yayımlanan bu kitaba kadar hiç kimse benzer konuları böylesine derinlemesine inceleyen bir eser koyamamıştı ortaya.                                                                                               

Evet, kitaptaki kimi sözcükler ve terimler bana oldukça yabancıydı ama genel olarak ne demek istediğini çok iyi anlıyordum. Zaten o güne dek okuduğum şiirleriyle de dile getiriyordu; burada anlattığı düşünce ve önerilerinin çoğunu.                                                                  

Ne yazık ki o günlere dek devletimizi yönetenlerle devlet memurları gibi okuyup yazmışlarımız da halktan uzak, halktan kopuk yaşamışlar. Yozlaşmış dilleri, din, kültür, düşünce tarzı ve yaşayışlarıyla halktan uzak mı uzak! Halkın ürettiklerini yiyip içmişler, topladıkları vergileri har vurup harman savurmuşlar ama o halkı, “Bilgisiz, görgüsüz, cahil” diye horlamaktan da geri durmamışlar.“Aynı bugünkü gibi” desem, yanlış mı olur acaba?                

Yazarımız ilk bölümde ülke olarak çağdaş uygarlık düzeyinden çok gerilerde olmamızın nedenini araştırıyor; bir doktor gibi önce hastalığın ne olduğunu teşhis etmeye çalışıyordu. Sağlıkta nasıl ki “teşhis” çok önemliyse toplumsal sorunların çözümünde de yöntem bu olmalıydı. Hastalık doğru tanımlanırsa, tedavi ona göre yapılırdı.                                             

Bir ülkede halkla devleti yönetenler, halkla okumuşlar, aydınlar, şair ve yazarlar ayrı dilden konuşup yazarlarsa o ülkenin ilerlemesi mümkün değildir. Öyle ise ilk yapılacak iş, bu ikiliği ortadan kaldırmaktı. Ulusumuzun büyük çoğunluğunu oluşturan halkımızı, sarayda yaşayanların ve dahi yalnızca onların anladığı bir dille yazan şair ve yazarların kullandığı Osmanlıca denen bir dille konuşturmak mümkün olmadığına göre, o dili bırakıp halkın bilip konuştuğu Türkçe’ye dönmeliydi. Yani en önemli hastalığımızın tedavisi için ilk yapılacak şey, devletin ve ülkenin her kademesinde halkın dilini esas almaktı. Gökalp,“Dilde Türkçülük” diyordu buna. Tüm okullarda, kitaplarda, devlet dairelerinde halkın konuştuğu dil kullanılmalıydı sadece. Dahası ezan da Türkçe olmalı, tüm dualar ve Kur’an da… 1958’de 16/17 yaşlarında olan ben amasız ve fakatsız yüzde yüz haklı buluyordum Gökalp’i:                                                                                            

“Geri kalmış toplumların ilerleyip gelişebilmeleri için tarihlerinden uzaklaşmaları, köklerinden kopmaları gerekir. Oysa bizim gelişip ilerlememiz için, Anadolu’ya gelmeden önceki tarihimize bakmamız, köklerimize dönmemiz yeter” diyor ve düşüncesini tarihimizden verdiği örneklerle kanıtlıyordu:                                                                                        

Sözgelişi İngilizler, bir cihan devleti oldukları halde kendi benliklerini unutmadıkları için başka dillere, başka kültürlere egemen olmuşlardır. Asya Afrika, Amerika ve Avusturalya’ya gitmiş, gittiği her yerde kendi dilini öğretmiş. Oysa biz, kendi dilimizi küçümsemiş, yüzyıllardır topraklarında egemen olduğumuz Arap’ın,Acem’in dilini üstün saymışız.                                                                                                                                                        

  İngilizlerde tek vatan haini çıkmamasına karşın bizde birçok vatan haini çıkmasının nedenini öz dilimizden, öz kültürümüzden, öz benliğimizden uzaklaşmak olarak görürdüşünürümüz. ”Öyleyse yalnız dilde değil edebiyat, mimarlık, müzik, heykel, resim gibi tüm güzel sanatlarda da temelimiz, öz benliğimiz olmalı” görüşünü savunur.                                 

Gökalp’ten 100 yıl sonra bugün, milliyetçi olduklarını haykıranlar da bu görüşü savunsalar, onlara da büyük saygı duyarım. Diyarbakır/Dicle Öğretmen Okulu mezunu akademisyen yazar Mehmet NuriAslan, internette yayımladığı “Aykırı Kadir Aradı” başlıklı yazısında yüksekokuldaki sınıf arkadaşını nasıl anlatıyor bakalım:                                                 

“Ciddi bir öğrenciydi. Liseyi babasının yanında yurtdışında bitirmişti. Bizim okuduklarımızı okur, bizden epeyce değişik şeyleri arar bulur ve onları da okurdu. Tiyatro, sinema, müzik ve tarihle ilgilenirdi. Kim ne olursa olsun, illa farklı bir yerden bakar, ne düşünüyorsa hiç dolandırmadan çat diye söylerdi.”        

İlginç bir öğrenciymiş Aykırı Kadir; değil mi? İzninizle biraz daha tanıyalım onu:                       

“Karslıydı. Her yaz memleketine gider, okul başlarken kilo kilo kaşarla gelirdi yurda. Önüne gelene zevkle dağıtırdı. Kars’tan Erzurum’a bir gelişinde otobüsü şehrin girişinde durduran eli sopalı İslamcı gençler, her yolcuya olduğu gibi ona da bildiği bir sureyi ezberden Arapça olarak okumasını buyurmuşlar. Ezbere sure bilmeyeni sokmuyorlarmış şehre. Direneni, bıyıkları çenesine doğru sarkanları ise sorgusuz sualsiz dövüp Kars’a geri gönderiyorlar ki bu gerçeği bizim yaşlarda olanlar iyi bilir.                                                  

 Kadir’in onların isteğine o sırada verdiği cevap, uzunca bir zaman okulda ve yurtta efsane olmuştu:                                                            

- Biriniz istediği surenin Türkçesini okusun, ben Arapçasını hemen okurum. Değilse bir tarafınızı yırtsanız da bir şey okumam. Bildiğinizi yapın.                                                                                

 Katıydı evet, çok da cesurdu. Sıcakkanlı hatta sevimli bir yanı vardı. Konuşurken, tartışırken sesini yükselttiğini, hele hele öfkelendiğini görmedim hiç. Hepimizden daha sakin ve olgundu. Ama birçok konuda bizden farklı ve bazen epeyce aykırı düşünür, bunu da açıkça dile getirirdi.”                                                                                                                                   

Şanlıurfalı yazarımız, Erzurum’da otobüsü durdurup yolculardan Arapça sure okumalarını isteyen eli sopalı gençlerin İslamcı olduklarını not etmiş ama kendilerine sorsak “Türk milliyetçisi” olduklarını söyleyeceklerinden hiç kuşkum yok benim.                                            

Sizi bilmem ama Ziya Gökalp gibi Mehmet Nuri Aslan’ın okul arkadaşı Aykırı Kadir’i de çok sevdim ben.

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00