Bir rüya gördüm dün gece.
Hayırdır inşallah.
Ben Siirt yöresinde uzunca süre öğretmenlik yaptım.
O nedenle Doğu Anadolu’yu epeyce bilirim.
Rüyamda Ağrı civarında bir yerdeydim.
Dört kişilik bir grupla karşılaştım.
Daha merhaba demeden grubun öncüsü olan kişi:
- Arkadaş! Buraları bilir misin? dedi.
- Evet, bir hayli bilirim. Niye sordunuz ki?
- Peki, Nuh’un Hazinesi hakkında bişey duydun mu?
- Yoo duymadım. Nuh, şu peygamber olan Nuh mu?
Onun hazinesi mi varmış yahu?
Birer taşın kenarına iliştik.
Grubun öncüsü olan kişi, Nuh’u neden aradıklarını
ve Nuh Tufanı Efsanesini heyecanla anlattı:
- Yüce Tanrımız bazı zamanlarda Kâinatta temizlik
yaparmış. Bu temizlik bazen salgın hastalıklar, bazen
de doğa tufanları şeklinde olurmuş.
Gerçi Ortaçağdan sonra Tanrı usanmış mı, yoksa
kızmış mı belli değil “ Kendi tufanınızı kendiniz yapın.
Bıktım sizin kaprislerinizden” demiş, bizim insanoğluna.
İşte Dünya savaşlarını o yetkiyle çıkarmışız.
Neyse, biz Hz. Nuh konusuna dönelim.
Tanrı Tufandan önce Peygamberi bilgilendirirmiş.
Zaten peygamberlerin asıl görevi, temiz ve gerekli
olan yaratılmış ve üretilmişleri kurtarmakmış.
Onun için, acele kendini kurtaracak bir gemi yap.
Tüm canlılardan erkek- dişi olarak birer çift al.
Ayrıca değerli bulduğun eşyalardan da dilediğin
kadar yükle ve Tufan gününü bekle” deniyormuş.
Nuh Hazretleri hemen işe başlamış.
Bir yandan gemi yapılırken; diğer yandan toplama
işine girişmiş. Çin’den, Hint’ten, Mezopotamya’dan
Mısır’a kadar değerli bildiklerini, bulduklarını yığın
yığın toplamış. Gel gör ki gemiye sığası olanaksız.
Yeni gemi yapacak kadar da zaman yok.
Neyleyim ki, toplanan gemi fazlası mallar kıyılacak
gibi şeyler değil. Ayrıca Tufandan sonra gerekli şeyler.
Bu metaları toprağa gömüp, Tufandan sonra çıkarıp kullanmak akıllıca olur demiş Nuh Hazretleri.
Nuh’a ve az sayıda peygambere kitap gelmemiş.
Bunlara “ Nebi” deniyor ve ikinci sınıf peygambermiş
gibi görülüyorlarmış.
Oysa onlar, ellerine kılavuz kitap verilmeden
görevlerini başarabilecek yetenekte olanlarmış.
Akıllı Nuh, çok gerekli olacakları seçip gemiye
doldururken, bir yandan da çok büyük bir çukur
kazdırmış. Gemiye sığmayanları, bu çukura özenle
doldurmaya başlamışlar.
Ne var ki çukuru tümüyle doldurup, doğal hale
getirmeye fırsat olmadan Tufan başlamış, dünya
deniz haline gelmiş.
Sularının çekilmesi için yıllarca beklemişler. Su
çekilince gemi bir dağın zirvesine oturmuş. Korku
ve heyecan içinde çıkıp bakmışlar ki bizim Ağrı Dağı.
Vay anasını be demişler. Ağızları bir Karış açık kalmış.
Kendi yorumunu da şöyle ekliyordu sözcü:
- Hazinenin bu yörede olabileceğine dair bence
iki neden var:
Birincisi: Nuh’un Gemisi bu yörede olduğuna göre,
hazine de bu yörede olmalıdır.
İkincisi: Çukur yeterince doldurulamamış olduğu
için, bugün bir göl halinde olması gerekir. Bu yörede
böyle büyük göl nerde var? Van Gölünden başka var
mı?
Gruptaki bir yaşlının sabrı bitmiş olacak ki, ayağa
fırladı ve lafa girdi:
- Arkadaşlar, bana göre bu Hazine Van Gölü’nün
dibindedir. Gölün suyu boşaltılıp dibi kazılırsa, gör ki
serveti sen.
Arkadaşlar, Roma definesi için göl kurutulur da bir
Peygamber Hazinesi için dünya alt- üst edilmez mi?”
Diyen heyacanın etkisiyle uyandım.
Hakkın hikmetine karışılmazmış.
Çok şükür Hz. Nuh’un Hazinesinin yerini gösterdi
ya, varsın piyangodan vermesin, umurumda değil.
Haydi hayırlısı.