ALİ TAŞ ADN.


“MUSTAFA KEMAL’DEN ANILAR-4”(*)


*HATAY SORUNU

“Hatay Meselesi” (s.227-228)… Fransa’nın Hatay konusunda verdiği sözden dönmesine oldukça canı sıkılan Atatürk, Park Otel’de bir sofra kurulmasını ister. Daha sonra, yaverine, yarın sabah Adana’ya gitmek üzere tren hazırlatılmasını, Mareşal Fevzi Çakmak’la İsmet İnönü’nün Eskişehir’de kendilerine katılmasını söyler. Konya yolunda, Londra Büyükelçimiz Fethi Okyar’dan aldığı şifreli telgrafta, İngiliz Dışişleri Bakanı Eden’in kendisini uykudan uyandırarak yolculuğun durdurulmasını, kendisinin gerekeni yaptıracağını iletir. Bunun üzerine Atatürk: ”İstenilen olmuştur, geri dönelim” der. Sonra da yanındakilere: ”Niçin Dolmabehçe’den kalkıp Park Oteli’ne giderek bir yolculuk yaptığımı merak etmediniz. Ben Park Oteli’nin casuslarla dolu olduğunu, her yaptığımın ve söylediğimin hemen yerine yetiştirileceğini bilirdim. Onun için otele gitmiştim.” Der. “Fransa dediğinden dönmeseydi? O zaman ne yapacaktınız?” sorusuna ise şöyle bir yanıt verir: “Ha, bakın size haber vereyim. Benim Türkiye’yi Fransa ile harbe sokmaya hakkım yok. Eğer bu neticeyi almasaydım, hem devlet reisliğinden, hem milletvekilliğinden çekilecektim. Hatay için hazırladığımız Kuvayı Milliye’nin başına geçecektim. Cumhuriyet Hükûmeti bana karşı asker yollayacaktı. Onlar da bana katılacaktı…” (Adnan Nuri Baykal-Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları) 

Yine Hatay meselesinin geçtiği bir olay da Adana’da yaşanmış… 12 Mart 1923 tarihinde Adana’ya gelen Atatürk’ün, ilk kez eşinin peçesiz olarak katıldığı bir gezidir bu. Kendisi zaten daha önce verdiği bir demeçte: ”Ben sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı? Der. “…Nitekim Adana’da bir grup hanım, eşini kendilerine misafir olmak üzere davet ettikleri zaman Gazi onlara: Benim bulunamayacağım yerde karım da bulunamaz” demiştir. Adana’da, istasyon civarında ise kalabalık içerisinden çıkan dört-beş genç kızın Hatay konusunda feryat edercesine kendilerinin kurtarılmasını söylediğinde, Gazinin dediği: ”Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz” sözünden yıllar sonra da, hasta olduğu o son dönemde, kendisine hasta diyenlere karşı dimdik durarak, dört saat kadar ayakta durmuş ve sonrasında yatağa düşmüştür.

“Her Millet Layık Olduğu Mutluluğa Erişir” (s.232-233) adlı yazı “İsmail Habib Sevük kaynaklı… İsmail Habip Sevük deyince de kısa da olsa anımsanması gereken önemli bir yazar… Hukukçu ve edebiyat/felsefe öğretmeni, Edirne milli eğitim müdürlüğü ve Adana maarif eminliği (koordinatör) yapan, İsmail Habip Sevük (1892-17 Ocak 1954) Adana’da görevliyken 1918-1921 yılları arasında 40 sayı yayınlanan “Adana Mıntıkası Maarif Mecmuası’nı çıkarmanın yanı sıra; Cumhuriyet döneminin ilk edebiyat tarihi kitabı olan “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi” adlı ders kitabını da hazırlayan gazeteci ve edebiyat tarihçisi bir yurtsever yazar… “Köroğlu” ve “Açıksöz”’ün başyazarlığını yapan; “İzmir’e Doğru” dergisini yöneten, Milli Mücadele’ye yazılarıyla destek veren Sevük; “Yeni Gün” ve Anadolu Ajansı’nda muhabir olarak görevliyken; Mustafa Kemal Paşa’nın Adana, Mersin ve Konya‘ya yaptığı seyehatlarde bulunmuş. İsmail Habip Sevük yapıtları; “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi (1925), “Edebi Yeniliğimiz” (1931-32-Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi'nin geliştirilmiş baskısıdır), "Tuna'dan Batı'ya" (1935), “O Zamanlar” (1936-Atatürk’ten Anılar), “Atatürk İçin” (1939), “Edebiyat Bilgileri” (1942), “Avrupa Edebiyatı ve Biz” (1940-41), ‘Tanzimattan Beri’ (1940), “Yurttan Yazılar" (1943), “Türk Güreşi” (1946), “Mevlana (1954) ve “Yunus Emre” (1954) olarak sıralanabilir.

            İsmail Habip Sevük imzalı, “Atatürk ve Çevresindekiler” kaynaklı “Her Millet Layık Olduğu Mutluluğa Erişir” (s.232-233) adlı yazıya gelince, hemen girişteki, İsmail Habip Sevük’ün; “Bütün büyüklüğü millette gören Mustafa Kemal’le konuşurken şunu anladım ki o, hem sözleriyle büyüyor, hem sözler onunla!” tümcesi tarihi değerde olan önemli bir vurgu olsa gerek. İşte onun, Atatürk’ün 01.03.1923 tarihinde Adana’ya yaptığı seyehatte, yolun ortasında siyah bir küme hâlinde giden bir grup kadının içinden çıkan dördünün ellerinde, kendilerinin de kurtarılmasını isteyen, Antakya ve İskenderun yazılarının bulunduğu iki levha vardır.  Onların önlerine gelen bir genç kız irticalen konuşmaya başlar….”Beş dakikalık bir söylev. Fakat bir söylev değil, bu söz biçimine girmiş bir hıçkırıktı. Söylemiyor, inliyor. Bu Antakyalı çocuk bir kız değil, vatandan ayrı kalan o beldelerin konuşan bir ruhu,o beldelerin ağlayan ve ağlatan yürek gücü idi.          Büyük kurtarıcıya, ‘Kurtar!’ diye yalvaran kız susmuştu. Şimdi, bütün gözler Atatürk’e dikildi. Ne diyecek diye bekliyoruz. Onun gözleri de nemliydi. Bize mi öyle geldi, bilmiyorum. Yağmurda yıkanmış güneşli birer gök parçası maviliği ile ışıldayan gözlerini biran göğe dikti. Söyleyeceği sözü gözleriyle gökten alıyormuş gibiydi. İnsana, o an gökten iniyor sezintisini veren bir tonla tane tane şunları söyledi: ‘Kırk asırlık Türk yurdu, yabancı elinde kalamaz!’        

Bu inançla 1937 yılında Fransız Büyükelçisine:                                                          

Büyük Millet Meclisi kürsüsünden milletime söz verdim, Hatay’ı alacağım!.. Milletim, benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem onun karşısına çıkamam, yerimde kalamam. Ben, şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem; yenilirsem bir dakika yaşayamam.” Diyecek ve daha sonra Hatay’ı alacaktır.”     

Tabiiki kurtarıcı Atatürk olunca, hepsi bu kadarla kalmaz. 17 Mart’ta Mersin’e girdiklerinde, tıpkı Adana’daki gibi, yollarına çıkan birkaç genç kızın ellerindeki levhada: ’Suriye hemşirenizi de kurtarınız.’ Yazmaktadır. Atatürk’ün bu seferki yanıtı şöyle olur: “Her millet layık olduğu mutluluğa erişir.”   

 

*VERİLEN DERSLER

İtalyan Sefirine Verilen Ders” (s.236-237), “Niyazi Ahmet Banoğlu/Nükte ve Fıkralarla Atatürk” kaynaklı yazıda, Ankara Palas’ta Tevfik Rüştü’nün yabancı ülkelerin sefirlerine yemek verdiği bir sırada, Çankaya’da oldukça rahatsız görülen Atatürk, protokola aykırı olsa da ziyafete katılarak kapı girişlerini kontrol edeceği bir nokta olan Arnavutluk Elçisi Asaf Bey’in yanına oturarak:”Asaf Bey, gazetelerde birtakım resimler görüyorum, Arnavutluk’ta operet mi oynanıyor? Sorusuyla giriş yapar.. Sorunun nedeni, yeni kral olan Zogo’nun sorguçlu resimleriyle ortalarda boy göstermesidir. Sonra konuşmasını sürdürür:”Cumhuriyetten ne zarar görüldü ki Arnavutluk’ta krallık ilan edildi?. Hem, takip edilen politika da tehlikelidir. İtalya’nın Arnavutluk’u Balkanlarda bir basamak yapması ihtimalinden uzak değildir.”

“Bunu duyan İtalyan sefiri, müdahaleye kalkınca, Ata:

“Haber aldığıma göre Roma’da bazı öğrenciler sefaretimizin önünde nümayiş yapmışlar. Antalya’yı istemişler. Antalya sigara paketi midir ki sefir cebinden çıkarıp atsın. Antalya buradadır buyurun alın!.. Hem benim bir teklifim var. Eğer gerçekten böyle bir şey düşünülüyorsa Mussoloni cenaplarına müsaade edelim. Antalya’ya asker çıkarsınlar. Bütün çıkarma tamam olunca savaşırız. Mağlup olan hakkına razı olur.”

Sefir:”Eksalens bu bir savaş ilanı mıdır?” dediğinde Ata:

“Hayır. Ben burada bir fert olarak konuşuyorum. Türkiye’de savaş ilanı ancak Büyük Millet Meclisi’nin yetkisi dahilindedir. Fakat unutmayınız ki gerektiği zaman Büyük Meclis, Türk milletinin hissiyatına tercüman olmakta gecikmez.”

Konuşmanın bu noktaya doğru sürüklendiğinde İsmet Paşa’ya telefon edilerek çağrıldığında, Atatürk:

“Hükümet geliyor, biz gidelim!..” diyerek Ankara Palas’ı terk eder.

Çankaya’ya geldiklerinde, Atatürk:

“Artık İtalya ile savaş tehlikesi yok, Rodos’a yapılan yığınak Habeşiştan’a dönecektir!” demesi de bir kehanet gibidir… Kısa bir sonra Habeşiştan savaşı başlar.

“Cemal Granda”nın “Atatürk’ün Uşağı” adlı kaynağından yararlanırak yazılan yazının adı “Yugoslav Kralı’nın Gelişi”(s.238-239) adlı yazıdır. Cemal Granda:”…O gece konuşulup konuşulmadığını duymadım, ama yine de yazmadan geçemeyeceğim” der:

“Kral Aleksandra, Atatürk’e”:

‘Size bir sırrımı söyleyeceğim… Eğer bazı Avrupa devletlerinin vaatlerine inansaydık Yunanlıların yerine Anadolu’ya biz çıkacaktık.’

“Atatürk, gülerek kralın elini sıkmış”:

‘Öyleyse geçmiş olsun diyeyim ekselans.’

“Yugoslav kralı bir süre sonra Fransa’ya gittiği bir sırada Marsilya Limanı’nda suikastçılar tarafından öldürülmüştür”      

Yine “Cemal Granda”nın “Benim Sofram Bu-Oğuz Akay” kaynaklı yazısı olan “Veniselos’un Gelişi” (s.243-244) adlı yazıda; Kurtuluş Savaşı’ndan birkaç yıl sonra Yunan Kralı Venizelos’un Ankara’ya kendisini ziyarete gelmesini, şakalaştığı, samimi olduğu Selanikli berberi Mehmet’le paylaşırak, ”ne dersin?” dediğinde, Berber Mehmet, Selanik’i alan, Ankara’yı da almaya kalktığı için gidip görüşmemesini söylediğinde, Atatürk: “Bu memleket işdir. Bu yüzden dost olmaya, dost görünmeye mecburuz. Hem bunu yapmazsak tarih bizi affetmez” der.

Cemal Granda’nın aynı kaynaklı diğer bir anısı ise “Afgan Kralının Gelişi”dir.(s.245-247) Bu anıda dikkati çeken konu, İsmet İnönü, eşiyle birlikte Afgan Kralı Emanullah Han’ın mihmandarlarından olan Orgeneral Fahrettin Altay’a, kralı karşılamak üzere Sivastopol’a giderlerken:”Afgan kralının hâli elverişli görülürse Atatürk seni Afganistan’a genelkurmay başkanı ve başkumandan yapmak istiyor” dediğinde, Fahrettin Altay, durumunun uygun olmadığı gerekçesiyle kabul etmezse de; 1934’de, İran-Afgan sınır anlaşmazlığında hakem olarak Musaabad’a gönderilir ve hazırladığı rapor uygun görülüp, kabul edilerek, her iki ülke de Türkiye’ye teşekkür eder. Konunun detayı da incelendiğinde, ülke olarak, dış ilişkilerdeki çözümcü bölgesel etkinliğimiz göze kaçmaz.

“Güneri Civaoğlu”nun diğer bir yazısı ise (10.11.2011) “İntihar  Muhribi/İntihar Pilotu” (s.329/330) adını taşımakta… İsmet İnönü’ye, Atatürk’ü sorduklarında, “cesur, caydırıcı,  diye tanımlar. Cesaret vurgusu da manevi kızı Sabiha Gökçek’ten gelir… Antalya’ya göz diktiği söylenen Mussolini, büyük bir hava kuvveti ve donanmayla Antalya kıyılarında gövde gösterisi yapınca; Atatürk de, Ege vapuru ile 17 Şubat 1935 tarihinde Antalya”ya gelir. “Ertesi günde bindiği bir muhripte, komutana “Akdeniz’e doğru açılmasını” söyler.  Köprüde olan Atatürk, muhribin komutanına, İtalyan donanmasını gördüğünde ne yapacaksın diye sorar. Komutan:”rotamızı derhâl değiştiririz Paşa’m” yanıtını aldığında kesin ve net bir biçimde: ”Hayır efendim, öyle şey olmaz. Tam yolla İtalyanların en büyük harp gemisinin bordosuna çarpacaksın dediğinde, komutan emir tekrarı yapar. Bu ara, Türk savaş pilotlarına “kişiye özel” mesaj zarfları gönderilerek:”Mussolini’nin uçak ve savaş gemilerine çarpıp batırmayı ve ölmeyi kabul eder misin?” diye sorduğunda, hepsi de, “Evet çarpmaya hazırız.” Yanıtını alır. Bunun dünyaya ve Mussolini’ye ulaşılmasına olanak verildiğinde, Mussolini gereken mesajı aldığından Habeşiştan seferine yönelir.

 

 

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00