Esat Yavuzturk


MAVİ GÖZLÜ DEV


              1902 yılında bir bebek dünyaya geldi. Hamburg konsolosu Hikmet Nazım Bey’in oğluydu. Mavi gözlü, sevimli bir çocuktu. Büyüyüp okul çağı geldiğinde Göztepe’deki Taşmektep’te ve Galatasaray Lisesi’nde okudu. Daha sonra Heybeliada Bahriye Mektebi’ne gitti. Askeri okulda beş yıl okuduktan sonra hastalandı ve okuldan ayrıldı. 

          Yerinde duramayan, olayların nedenini, niçinini irdeleyen genç, istila edilmiş yurdunun acıklı durumu karşısında Kurtuluş Savaşına katıldı. Kurtuluşun ardından 1920’de yüksek tahsil yapmaya karar verdi ve İnebolu üzerinden Rusya’ya gitti. Moskova Üniversitesinde sosyoloji ve ekonomi öğrenimi yaptı. 1928 yılında yurda döndükten sonra çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı.  Küçük adamların dertleriyle dertlendi. Onların yaşamlarıyla özdeşleşti. Aklında fikrinde; dokumacı Hatice Bacı, demirci Hasan Dayı, çiftçi Mehmet Efendi, gazete satarak ekmek parası kazanmaya çalışan okul çağındaki boynu bükük yavrular vardı. Onların dertleri kendi yaşamına etki ediyordu. Gazete ve dergilerde bunların sorunlarını dile getiriyordu. Yüreğinin sesi olan şiirler yazıyordu ve çok etkili oluyordu. Mavi Gözlü Dev Adam arı kovanına çomak sokuyor; sessiz akan suya ivme kazandırıyordu. Bu çalışmalar, ezilenleri yoksul yapan vicdansızların işine gelmiyordu.  Bunu susturmak gerekiyordu. 1938 yılında Harp Okulunda komünizm propagandası yapıyor diye tutukladılar ve 28 yıl 4 ay hapse mahkûm ettiler. 

            Bursa Hapishanesinde hücreye koydular. Aylarca dışarı çıkarmadılar. Doğa sevdalısı ve insanca yaşam özlemiyle dolu olan bu insanı günün birinde hapishanenin bahçesine çıkardılar. Güneşli ve temiz havada kendinden geçerek yüreğindeki derin duyguları şöyle dile getirdi:

 

             “Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar

             ve ben ömrümde ilk defa

             gök yüzünü bu kadar benden uzak,

                     bu kadar mavi,

                     bu kadar geniş olduğuna şaşarak

                     kımıldamadan durdum.

              Sonra saygıyla toprağa oturdum

              Dayadım sırtımı duvara,

              Bu anda ne düşünmek dalgaları,

              Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım

              Toprak, güneş ve ben…

              Bahtiyarım…”

              Hapishanedeki tüm mahkûmlarla içli dışlı olan ve herkesin sevgisini kazanan bu insan durmadan yazıyordu. Kurtuluş Savaşında Anadolu’yu ve Anadolu insanını tanımıştı. Vatanının aşığı olan bu insan, çok sevdiği yurdunu şöyle şiirleştirmişti: 

              “Dörtnala gelip uzak Asya’dan 

              Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

                       bu memleket bizim.

              Bilekleri kan içinde, dişleri kenetli, ayakları çıplak

              ve ipek bir halıya benzeyen toprak

                       bu cehennem bu cennet bizim.”

              Savunma Savaşının kahramanı, tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği yüce kumandan; sarı saçlı Dev Adam Mustafa Kemal Paşa için ise şöyle diyor:

              “Sarışın bir kurda benziyordu

              ve mavi gözleri çakmak çakmak

              yürüdü uçurumun başına kadar

              eğilip durdu.

              Bıraksalardı

              İnce uzun bacakları üzerinde yaylanarak

              ve karanlıkta akan bir yıldız gibi

              Kocatepe’den Afyon Ovasına atlayacaktı.” 

              İnsan sevgisiyle yanıp tutuşan bu Mavi Gözlü Dev, artık kendi ülkesinin hudutlarını da aşmıştı. Düşüncesi, söylemi ve şiirleri tüm insanlar içindi:

               “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

               ve bir orman gibi kardeşçesine

               bu hasret bizim.” 

              Bu özleminin gerçekleşmesi için kendi yaşamını de riske atarak çıkış yolunu göstererek, herkese sesleniyor: 

             “Ben yanmasam

                     sen yanmasan

                             biz yanmasak 

                                    nasıl 

                                         çıkar

              Karan-

                     -lıklar

                         aydın-

                                  -lığa.” 

 

          Bu güzel insanın haksız yere mahkûm edilmesi;  aydınları, gençliği ve tüm dünyayı ayağa kaldırdı. 1950’deki genel seçimler sonunda çıkan af yasasından yararlanarak hapisten çıktı. Hapishaneden kurtuldu ama serbest bırakmadılar. Vatan hainleri ve insanlık düşmanları bu adamı öldürüp ondan kurtulmak istiyorlardı. Kurulan plan şuydu: “Asker kaçağı diyerek askere çağıracaklar ve eski bir gemiyle Bursa’ya gönderirken gemiyi Marmara’da batıracaklardı.” Bu haberi alan kurbanlık koç, İstanbul Boğazdaki Tarabya Oteli önünden motora binerek Marmara’ya değil de Karadeniz’e doğru yola çıktı. Boğazdan çıkıp Karadeniz’e açıldıkları zaman, gözleri uzaklaşmak zorunda kaldığı güzel yurduna bakıyordu; ama akan gözyaşları görmesine mani oluyordu. 

          Vatan ve insanlık sevgisiyle dolu bu insan; her türlü işkenceye göğüs gerip mücadelesini sürdürebilmek için yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Bir lokma fazla yiyebilmek için vicdanını midesine kiralayan iki ayaklı yaratıklar; Dünya Şairi bu büyük İnsan Nazım Hikmet’e: “Vatan haini dediler ve 15.01.1951’de Türk Vatandaşlığından çıkardılar. Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’de Moskova’da hayata gözlerini yumdu. Ölmeden önce: “Beni Anadolu’da bir köye gömün, başımda taş olmasa da olur” diyen Mavi Gözlü Devin mezarı Moskova’daki Novo-Deviçye mezarlığında bulunuyor!.. 

           Acaba, “Vatan Haini” kim?…                                                                                                

YAZARLAR

  • Çarşamba 26.7 ° / 14.1 ° Güneşli
  • Perşembe 28.6 ° / 15.6 ° Güneşli
  • Cuma 30.8 ° / 18.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    10264,01%-0,70
  • DOLAR

    32,25% 0,00
  • EURO

    34,70% -0,03
  • GRAM ALTIN

    2396,18% -0,16
  • Ç. ALTIN

    3891,70% -0,29