Montrö Sözleşmesi 20 Temmuz 1936 tarihinde Türkiye adına, Dışişleri Bakanı Dr. Rüştü Aras, Paris Büyükelçisi Suat Davas, Dışişleri Bakanlığı Genel Kâtibi Numan Menemencioğlu, Genelkurmay 2. Başkanı Asım Gündüz, Sivas Milletvekili ve Büyük Millet Meclisi Dışişleri Encümeni üyesi Necmettin Sadak tarafından imzalanmış ve Resmi Gazete’nin 5 Ağustos 1936 Çarşamba günkü 3374 sayılı nüshasında yayınlanmıştır.
Montrö Sözleşmesi ile ilgili Boğazlar Rejimi konuları, Lozan Görüşmeleri sırasında 7. Toplantıda görüşülmüştü. 4 Aralık 1922’de başlayan bu görüşmelere önceki devletlere ilave olarak Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’yı temsil eden bir heyette katılmıştır. Bu heyete Çiçerin başkanlık etmekteydi.
Zorlu geçen görüşmeler esnasında, Rusların boğazlar konusunda Türk heyetinden de ileri olan görüşleri mevcuttu. Şimdi bu görüşmelerle ilgili, Emekli Büyükelçi Taner Baytok’un kaleme aldığı “İngiliz Belgeleriyle Sevr’den Lozan’a” kitabını esas alarak anlatıyoruz.
Türk Hükümeti, İtilaf Devletlerinden Rusya’nın Görüşmelere Katılmasını İstiyor
Türk hükümeti, daha konferans toplanmadan, 4 Ekim 1922 tarihinde İtilaf Devletleri’ne gönderdiği notayla Boğazlar meselesinin, Rusya’sız görüşülüp karara bağlanmasının doğru olamayacağı görüşünü savunmuştu. İtilaf Devletleri de esasen Rusların konferansın Boğazlarla ilgili görüşmelerine katılması görüşünde olduklarından bu memleket temsilcileri de konferansa çağrılmıştı. [Kendilerini doğrudan doğruya ilgilendirmesi bakımından İngilizler, Musul’la birlikte]. Boğazlar meselesini konferansın başlıca meselesi olarak görüyorlardı. Savaştan sonra Boğazlardaki tahkimat İngilizler tarafından yıkılmış, askerden arındırılmış ve Boğazların idaresi İtilaf güçlerinin eline geçmişti. Lozan’a gelene kadar katıldıkları çeşitli konferanslardaki tutumlarından, bu durumun devamından başka bir hal şekline yanaşmayacakları anlaşılıyordu. Nitekim Lozan’da da bu görüşlerinde ısrar ettiler.
İngilizler Açısından Boğazlar ve Musul Meselesi En Önemli İki Konu Olarak Gündeme Geliyor.
Lord Curzon komisyonun 7. toplantısını ve Boğazlarla ilgili görüşmeleri açarken yaptığı konuşmada bu konuyu, sadece savaşa katılan memleketleri ve bölgedeki devletleri değil, aynı zamanda bütün dünyayı ilgilendirmesi bakımından konferansın en önemli meselelerinden biri olarak nitelendirdi. Milletlerarası önem taşıyan bu su yolu, asırlar boyunca çeşitli antlaşmalara konu teşkil etmişti. Bu defa, konferansın, Boğazların geleceğini garanti altına alacak bir karara varması herkes tarafından arzu ve ümit ediliyordu.
Lord Curzon, bundan evvelki meselelerin görüşülmesinde de olduğu gibi, ilk önce Türk delegesini görüşlerini belirtmeye çağırdı. Daha sonra diğer kıyı devletleri temsilcileri dinlenecek, İtilaf Devletleri bütün bu konuşmaları dinledikten ve belki de bir fasıladan sonra bunlara cevap verecekti.
İsmet Paşa sözlerine Rusya, Ukrayna ve Gürcistan temsilcilerini konferansta görmekten duyduğu tatminkârlığı belirtmekle başladı. Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının Türkiye’nin egemenliği altındaki topraklar üzerinde bulunmaları sebebiyle, meselenin öncelikle ve büyük ölçüde Türkiye’yi ilgilendirdiğini belirten İsmet Paşa, bu konuda konferansın ilgili tarafların meşru haklarını göz önünde tutan adil bir karar alacağını ümit ettiğini söyledi. Türkiye’nin Boğazlar meselesindeki görüşleri Milli Misak’la aslında açıklanmıştı, İsmet Paşa, Milli Misak esasları dairesinde Türk görüşünü bir kere daha belirtti.
“Türkiye’nin başşehri ve halifenin oturduğu yer olan İstanbul ve Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü saldırıdan korunmalıdır. Bu prensip bir defa ortaya konup kabul edildikten sonra, Türk milleti, bir tarafta Türk hükümeti diğer tarafta ilgili devletler arasında Boğazların dünya ticaretine ve milletlerarası ulaşıma açılmasını sağlayacak şekilde ortak alınacak her türlü kararı kabule hazırdır.”
İsmet Paşa’nın Türkiye’nin genel görüşlerini yansıtan bu kısa konuşması Lord Curzon’u tatmin etmemiş, hatta sinirlendirmişti. İsmet Paşa’nın bu konuşmasının Türk Heyeti’nin görüşmelerde bu konuda söyleyeceklerinin tamamı olmadığı ümidini belirtti. Türk Heyeti’nin evvelce başka konulardaki görüşlerini birkaç cümleyle belirtmekle beraber, daha sonra geniş izahatta bulunduğunu, bu defa da böyle olmasını temenni ettiğini söyledi. İsmet Paşa, görüşlerinin ne şekilde uygulanacağına dair bir beyanda bulunmamıştı. Çağırılan devletler 23 Eylül 1922 tarihli notalarında, bölgenin askerden arındırılması, Boğazların himayesi için kurulacak bir teşkilat, bunun muhtemelen Milletler Cemiyeti olması gibi konularda görüşlerini ayrıntılı bir şekilde belirtmişlerdi. Ayrıca askerden arındırma konusu, Trakya’nın sınırları meselesi görüşülürken de söz konusu olmuş ve görüşmeler Boğazların askerden arındırılması görüşmesine değin ertelenmişti. Lord Curzon, İsmet Paşa’nın bu hususlarda da görüşlerini açıklamasını ve Türkiye’nin çıkarlarının diğer ilgili devletler çıkarlarıyla nasıl bağdaştırılacağı yolundaki düşüncelerini de beyan etmesini istiyordu.
Çiçerin, Rus Hükümeti’nin Görüşlerini Aktarıyor
Çiçerin, hükümetinin genel bir barışa verdiği önemi belirterek, Yakındoğu’yu barışa kavuşturmak üzere toplanan Lozan Konferansı’nı sempatiyle karşıladıklarını bildirdi. Rus delegesi, prensip itibariyle, Boğazlar ve Marmara Denizi’nden ticaret gemilerinin serbestçe geçmesinin sağlanması, Karadeniz’de barışın devamı için Karadeniz kıyılarının güvenliği, Yakındoğu’nun barışı ve İstanbul’un güvenliğinin garanti altına alınması, yani Boğazların savaşta ve barışta Türkiye dışında bütün devletlerin harp gemilerine kapatılmasını savundu:
“Boğazlardan ticaret gemilerine geçiş serbestisi tanınması prensibi ile savaş gemilerine Boğazların kapalı tutulması prensibi birbirini tamamlamaktadır. Çünkü Boğazların Türkiye dışındaki bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı tutulması bu sulardaki ulaşımın barış içinde cereyanını garanti edecektir. Rus hükümeti, Boğazların Türkiye’ye ait olduğu esasından hareketle ve her milletin egemenliğine saygı göstererek, Türk milletinin de Türk toprakları ve suları üzerindeki haklarının yeniden kurulması ve devamında ısrar etmektedir. Rus hükümeti ayrıca, Türk hükümetinin ancak kendisine Boğazları tahkim etme, kıyılarını silahlandırma, bir savaş filosuna sahip olma ve modern, savaşın gerektirdiği bütün teknik icapları yerine getirme hakkı tanınırsa, Boğazlar ve Marmara Denizi’ni savunabilmek durumuna gelebileceğinde de ısrar etmektedir. Bizim tarafımızdan teklif edilen bu sistem, geçmişte, burada temsil edilen devletler tarafından daima çapraşık çıkarları bağdaştırıcı en iyi yol olarak kabul edilmiştir. Boğazların savaş gemilerine kapatılması, devletler arasındaki eşitlik prensibine uygundur. Halbuki, Boğazların savaş gemilerine açık tutulması kuvvetli devlet lehine bir durum yaratır.
Sovyet Rusya’nın hiçbir saldırı niyeti yoktur. Diğer milletlerin bağımsızlıklarına karşı da herhangi bir planı bulunmamaktadır. Çalışan toplulukların çıkarlarını korumayı ve dünya memleketlerinin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmayı başlıca amaç edinen Rus hükümeti, bu bakımdan yukarıdaki prensipleri meselenin tek hal şekli olarak ileri sürmektedir. Sovyet Rusya, İstanbul’un Rusya’ya devrini öngören bütün antlaşmaları tek taraflı olarak ve hiçbir karşılık istemeksizin ilga etmiştir. Bu suretle, Türkiye’yi varlığını başarıyla savunmaya muktedir kılmıştır. Bütün Akdeniz memleketlerini Çarlık Rusya’sının asırlık ihtiraslarından beri kılmıştır. Fakat bu onun, Boğazlar meselesinin doğrudan doğruya kendi güvenliğine yöneltilmiş bir hal şekline bağlanmasına rıza göstereceği şeklinde düşünülmelidir.
... Türk Milli Misakı’nın 4. maddesinde yer alan İstanbul’un güvenliği -yani Boğazların savaş gemilerine kapatılıp ticaret gemilerine serbest geçiş hakkı tanınması- bizim programımıza tamamen uygun bulunmaktadır. Halen Boğazlardaki fiili durumun yerine, zaman kaybetmeksizin, Rusya ve Türkiye’nin savunmasını yaptığı devamlı ve eşitlik esasına dayanan bir rejim konmalıdır. Boğazlar da herhangi bir devlete veya devletler grubuna ait kuvvetlerin bulundurulmasını öngören ve bir devlet veya devletler grubu lehine ayrıcalık yaratmaya yeltenen her türlü hal şekli sadece Sovyet Rusya’nın değil, dünya barışına tehdit teşkil eden Yakındoğu meselesinin bir an evvel çözümlenmesini arzulayan bütün memleketlerin kamuoyunun muhalefetiyle karşılaşacaktır.”
Çiçerin, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ın Yanı Sıra Türkiye’yi de mi Temsilen Konuşuyor?
Çiçerin’in yaptığı konuşma Lord Curzon’u sinirlendirmişti. Bu safhada birkaç hususu belirtmekle yetineceğim. O zamana kadar yapılan beyanlara cevap vermeye veya onları değerlendirmeye yeltenmeyeceğini, çünkü bunun için dikkatli ve yalandan incelemeye lüzum duyduğunu belirtti. Lord Curzon’a göre Çiçerin’in izah ettiği Rus programı tamamen Türk çıkarlarının korunmasını öngörür karakterdeydi ve bu programın Ruslar tarafından ortaya atılması dikkate şayandı. Rus teklifini dinlerken Çiçerin’in rolünü şaşırarak İsmet Paşa’nın kalpağını giydiğini sanmıştı. Çiçerin, söylediklerinin Türkiye ve Rusya’nın görüşleri olduğunu belirtmişti. O halde niçin Türk temsilcisi bunları söylemiyordu? Çiçerin esasen Rusya, Ukrayna ve Gürcistan adına olmak üzere geniş bir temsil yetkisine sahip bulunuyordu. Şimdi bir de Türkiye’yi mi temsile yelteniyordu? Çiçerin, o sırada Boğazlarda bulunan milletlerarası kuvvetlere değinerek, bunların Boğazlara tanınacak statüde bir unsur olarak kabul edilmeyecekleri ümidini vermişti. Lord Curzon, bu ümidi paylaşmakla beraber, kuvvetlerin o anda Boğazlarda bulundukları gerçeğinin de bir faktör olarak hatırda tutulması gerektiğini bir tehdit olarak belirterek sözlerini tamamladı.
Çiçerin’in ifadeleri Lord Curzon’u sadece sinirlendirmekle kalmamış telaşa da düşürmüştü. İsmet Paşa’dan bu ifadelerin Türk görüşünü de yansıtıp yansıtmadığım bildirmesini ve hükümetinin Boğazlar meselesindeki tutumunu açıklamasını ısrarla istedi. İsmet Paşa cevaben, Rus delegesinin çok kesin teklifler ileri sürdüğünü, bunların Türk topraklarının güvenliğini sağladığı ve Boğazların ticarete açık tutulmasını ifade eylediği nispette Türk görüşüne uygun olduğunu; ancak hükümetinin görüşünü daha sonra açıklayacağını bildirdi.
Çiçerin, Boğazlarla ilgili görüşmelerin bu ilk oturumunda İtilaf Devletlerinin fikir beyan etmeden Türk görüşünü öğrenmekte ısrar etmesine itirazda bulunarak, bu tutumlarının bu devletlerin kendilerini Boğazlar meselesinde ilgisiz görmelerinden mi, yoksa diğer devletlerin üstünde görmek hevesinden mi ileri geldiğini sordu. İkinci şıkkın doğruluğu halinde, görüşmelere katılan delegasyonlar arasında ayrıcalık yaratılmasını katiyen kabul edemeyeceğini bildirdi. Lord Curzon, buna kıyı devletlerinden önce İtilaf Devletlerinin görüşlerinin dinlenmesinin onlara karşı nezaketsizlik olacağını söyledi. Böylece konferansın elektrikli oturumlarından biri sona ermiş oldu.
Lord Curzon!unRus ve Bulgar Heyetleri Hakkındaki Dikkat Çekici Sözleri
Lord Curzon 5 Aralıktaki ilk Boğazlar toplantısını telgrafında şöyle anlattı:
“Boğazlar meselesinin ilk toplantısı bu sabah başkanlığımda yapıldı ve bir seri ilginç olaylara sahne oldu. Salon her zamankilere, böcek sürüsü gibi doluşan Rus ve Bulgar delegelerinin de katılımıyla iyice kalabalıklaştı.
İsmet Paşa genel karakterdeki yarım düzine cümleyle Boğazlarda Türk egemenliğini ve Boğazların ticaret gemilerine açık tutulmasını istedi. Ama ne bir plan ne de bir fikir veya bir teklif getirdi.
Çiçerin Ruslar adına olduğu kadar Türkler adına da yapıldığını iddia ederek bir beyanat okudu. Çiçerin,
1- Ege’den Karadeniz’e denizlerin barışta ve savaşta bütün devletlerin gemilerine açık olmasını,
2- Barışta ve savaşta Türkiye hariç bütün ülkelerin gemi ve uçaklarına kapalı olmasını,
3- Türkiye’nin Boğazlarda karada ve denizde tam egemenliğinin tanınması ve kendisine sahillerini tahkim etme, savaş filosuna sahip olma ve her nevi modern harp silahlarını kullanma hakkının verilmesini istemekteydi.
Çiçerin konuşmasında ayrıca bütün yabancı kuvvetlerin çekilmesini de öngördü. Ama beklenen Karadeniz’in tarafsızlaştırılması görüşünden bahsetmedi. Rumen temsilcisi, milletlerarası düzenlemeyle Boğazların serbestisini savundu. Bulgar Başbakanı Stambolisky, uluslararası idareye katılmak istediklerini söyledi. Ticaret gemilerinin barışta ve savaşta serbest geçişini istedi.”
6 Aralık sabahı oturum açıldığında ilk sözü Lord Curzon alarak, Çiçerin’in teklifine koca bir “hayır” dedi ve sonra İtilaf Devletleri adına aşağıdaki görüşleri belirtti:
“İtilaf Devletleri’nin teklifleri iki başlık altında toplanıyordu:
1- Savaşta ve barışta gemilerin Boğazlardan geçiş esaslarının tespiti.
2- Boğazların kıyılarında askerden arınmış bölgeler kurulması.
İtilaf Devletleri, tekliflerini böylece tespit ederken, kendileri için avantajlı bir durum yaratmayı düşünmemişler, devamlılık unsurlarını ön plana almışlardır. Bu unsurlar şunlardır:
a- Ekonomik hayat ve saldırıya karşı savunma bakımından, irili ufaklı Karadeniz kıyısındaki bütün devletlerin bu sulardaki önde gelen çıkarları ve bütün bu devletlerin çıkarlarının eşitlik içinde düşünülmesi lüzumu.
b- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının ve Marmara Denizi’nin iki milletlerarası deniz arasında ticaret için milletlerarası bir su yolu teşkil etme vasfı. Ticaret serbestisini sağlamak amacıyla, onun da, nehir olsun, boğaz veya kanal olsun, diğer su yollarına uygulanan usule tabi tutulması lüzumu.
c- Türkiye'nin başşehrinin ve halifenin ikametgâhının bu sular kıyılarındaki topraklarda bulunması.”
Bu faktörleri hesaba katarak Lord Curzon, Boğazlara uygulanacak rejim konusunda şu teklifleri ileri sürdü:
“Bir kere savaşta ve barışta ticaret gemilerine Boğazlardan geçişte tam ve mutlak serbesti tanınmalıydı, savaş gemilerine gelince, bunların barış zamanında Boğazlardan gece ve gündüz geçişleri için tam bir serbesti isteniyordu. Türkiye tarafsız ise yine savaş gemilerine serbestçe geçiş hakkı verilecekti. Türkiye savaşa girmiş ise sadece tarafsız devletlerin savaş gemileri Boğazlardan geçebilecekti.
Boğazların askerden arınmasına gelince, bu, yukarıda teklif edilen Boğazlar rejiminin uygulanabilmesi için lüzumlu sayılıyordu. Bunun için de;
1- Çanakkale ve İstanbul Boğazları üzerindeki belli bölgeler tespit edilerek bunların askerden arındırılması
2- Bir Boğazlar Komisyonu kurulması öngörülüyordu. ”
İsmet Paşa, Lord Curzon tarafından ileri sürülen teklifler hakkında görüşlerini söylemeden evvel bunları incelemesi gerektiğini belirterek, bu konudaki cevabını gelecek toplantıya bıraktı.
İsmet Paşa: “Türkiye Beş Asırdan Beri Boğazların Efendisidir”
İsmet Paşa, ertesi gün konuşmasına, Türklerin beş asırdan beri Boğazların efendisi olduğunu söylemekle başladı. Bu beş asır zarfında Türklerin Boğazları tahkim ederek ellerindeki bütün kuvvetlerle savunduklarını, Boğazlar için milletlerarası antlaşmalarla tanınan çeşitli rejimlerde Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz devletleriyle savaşlara girdiğini ve her defasında bu antlaşmaların gereğini başarıyla yerine getirdiğini, tarihten örnekler vererek anlattı. Milletlerarası ilişkiler üzerinde Boğazların etkisinin, bunların savunma durumuna sokulup sokulmamasına değil, antlaşmalarla tespit edilen Boğazlardan geçecek savaş gemilerine uygulanacak rejime bağlı olduğunu söyledi.
İsmet Paşa daha sonra, Boğazların savunmasının, başşehir İstanbul, Marmara Denizi ve Doğu Trakya’nın savunmasını da içine aldığını belirterek, Boğazlardaki tahkimatın kaldırılmasının Türkiye’nin en önemli ve hayati bölgelerinin savunmasız kalmasına yol açacağını söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:
“Bütün dünya barışını ilgilendiren bir başka noktaya değinmek istiyorum. Boğazların stratejik önemi o kadar büyüktür ki buraları ele geçirecek bir Akdeniz veya Karadeniz devleti, savaşın başlamasıyla birlikte son derece avantajlı bir duruma geçecektir. Bu bakımdan bir savaş ihtimali belirir belirmez bu devletlerin Boğazları işgal etmek için birbirleriyle yarışa girecekleri tabiidir. Böylece, bu teşebbüsün ilk sonucu, belki silaha sarılmadan halledilebilecek bir uyuşmazlık yüzünden devletleri savaşa teşvik etmek olacaktır. İkinci sonucu ise, Türkiye’nin söz konusu uyuşmazlıkla ilgisi olmasa dahi, saldırıya uğraması dolayısıyla, savaşa sürüklenmesi olacaktır. Görülüyor ki, Boğazların askerden arındırılmasıyla ortaya çıkacak durum bir yandan Akdeniz ve Karadeniz devletlerini, diğer yandan Türkiye’yi savaşa sürükleyecek karakterdedir. Bu sebepten, Boğazların ve İstanbul’un karadan veya denizden gelecek bir sürpriz hücumuna açık bırakılmaması lazımdır. Bundan başka, geçmişteki tecrübeler bize bu güvenliğin ancak tahkimatla sağlanabileceğini göstermiştir.”
İsmet Paşa bu genel görüşlerden sonra, hükümetinin Boğazlara uygulanmasını arzuladığı rejimin esasları olarak şu hususları belirtti:
“1. Boğazları ve İstanbul’u karadan veya denizden gelecek bir sürpriz hücuma karşı koruma hususunda bir garanti.
2- Karadeniz’e geçecek donanma kuvvetlerinin kısıtlanması.
3- Ticaret gemileri için barışta ve savaşta geçiş serbestisi tanınması.”
Boğazlar üzerinde Türkiye’nin mutlak egemenliğe sahip olmasını öngören Rusya tezinin Türk Heyeti tarafından hemen benimsenip, desteklenmesi beklenirken, İsmet Paşa’nın bu konuşması konferansta büyük şaşkınlık yaratmıştı.
Boğazlar üzerinde mutlak egemenlik her milliyetçi Türk’ün arzuladığı şeydi. Ancak bunu böyle bir toplantıda sağlamak mümkün olabilir miydi? İngiltere’nin meseleye verdiği önem, bölümün başında belirtilmişti. Mutlak egemenlik üzerinde ısrar edilmesi, antlaşmaya varılması ve çıkar sağlanması mümkün başka konularda güçlükle karşılaşılması, hatta görüşmelerin yarıda kesilmesi sonucunu doğurabilirdi. Türkiye’nin öncelikle ihtiyacı olan şey barıştı. İngiltere, Boğazlar da kalmayı arzu ediyordu. Türkiye elbette bunu kabul etmeyecekti. Ancak Boğazlar üzerinde mutlak egemenlik görüşünde de şimdilik ısrar etmekte anlam yoktu.
8 Aralık 1922 tarihli oturumda Lord Curzon, İsmet Paşa’nın konuşmasıyla ilgili görüşlerini açıkladı. Türklerin, askerden arınmış bölge kurulmasını, ticaret gemilerine geçiş serbestisi tanınmasını ve Boğazlarda milletlerarası bir komisyon kurulmasını kabul etmelerinden duyduğu memnuniyeti belirtti.
Boğazlar meselesi Lord Curzon’a göre, yoluna girmiş, istediği yolda gitmeye başlamışken işlerin hiç de öyle olmadığı kısa zamanda ortaya çıktı. Lord Curzon Dışişleri’ne gönderdiği telgrafta şunları yazdı:
“18 Aralık akşamüstü yapılan toplantının Türklerin ve Rusların aynı paraleldeki tavırları yüzünden benim için hayal kırıcı geçti. Türk ve İtilaf Devletleri uzmanları arasında on günden beri cereyan eden dikkatli ve dostane görüşmeler sonunda Boğazlar meselesinin esas konularında anlaşıldığı ve isteklerinin ve korkularının karşılandığı sanıldığı bir sırada, Türkler defalarca ileri sürdükleri ve cevaplandırdığımız birçok noktayı yeniden masaya getirdiler. Çiçerin de projemizi bütünüyle reddeden bir tutum takındı, 4-5 sayfalık yeni bir proje sunarak bunun alt komitede madde madde görüşülmesini istedi. Türkler Rus manevrasına kapılarak onlara katıldılar. On gündür süren görüşmelerin gayri resmi ve yetersiz olduğunu belirterek prensip konularının yeniden açılmasını ve kendi sundukları iki karşı projenin görüşülmesini istediler. Sadece engelleyici olmayıp aynı zamanda kötü niyete de dayanan bu tutumlarını kabul etmeyeceğimizi ve taktiklerine düşmeyeceğimizi söyledim.”
18 Aralık tarihli telgrafında Lord Curzon, Türkler ve Ruslar bu tutumlarını devam ettirirlerse İsmet Paşa’yı görerek, kendisine açıkça Boğazlar meselesinin kapandığını, teklif edilen çözümü ya kabul etmesini veya verdiğimiz tavizlerin geri alınmasını göze alıyorsa bırakıp gitmesini isteyeceğini yazdı.
Lord Curzon, Rusların artık tekliflerinin destek görmediğini anladıklarını, kasten İtilaf Devletleri’ninkini batırmaya çalıştıklarını, Türkleri, avcının siper aldığı at gibi kullanarak hücuma kalktıklarını da belirtti.
19 Aralık ise Lord Curzon’a göre daha iyi bir gün olmuştu.
Lord Curzon o günkü toplantıda müttefik görüş ve tekliflerini bir kere daha açıkladı ve bunun ötesinde bir tavizde bulunmayacaklarının Türkler tarafından bilinmesini istedi. Karadeniz’i kapalı bir deniz haline getiren Rus önerisini de bütünüyle reddetti. Türk isteklerinin ve itirazlarının Batı projesi içine yerleştirildiğini söyledi. Projenin Türkiye’ye sağlayacağı güvenlik ve faydaları sıralayarak bitirdi.
Çiçerin Lord Curzon’un tabiriyle “suyu yeniden bulandırmaya” çalıştı.
Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan temsilcileri İtilaf Devletleri planını desteklediklerini belirttiler. Lord Curzon’un öğrettiği gibi Sırp temsilcisi bu konuda konferansın zamanının alınmamasını söyleyerek bitirdi.
Lord Curzon bu son çıkışı sürdürerek, İtilaf Devletleri’nin bu konudaki görüşmeleri bitirdiklerini, Rus heyetinin Lozan’ı terk edebileceğini, İsmet Paşa’nın arzusunu karşılamak üzere ertesi gün bir oturum daha yapılarak Türkiye’nin kesin cevabını dinleyeceklerini beyan etti.
Boğazlar rejimi üzerindeki görüşmeler Aralık ayı sonuna kadar devam etti. Bu arada askerden arınmış bölgenin, Boğazlardan başka, Marmara kıyılarına da genişletilip genişletilemeyeceği, Gelibolu Yarımadası’nın askerden arınması gibi konularda ortaya çıkan uyuşmazlıklar bazen görüşmelerin kesilmesi ihtimalini ortaya çıkaracak kadar ileri gitti ise de, sonunda bir görüş birliğine varmak mümkün olabildi.
Böylece, Gelibolu Yarımadası ile Kumbağı, Baklaburnu hattının güneydoğusu, Çanakkale bölgesinden kıyıdan 20 kilometrelik bir kısmın ve Boğaziçi’nin iki tarafındaki kıyıdan itibaren 15 kilometrelik şeritler ve Marmara’da İmralı dışındaki adalarla, İmroz ve Bozcaada askerden arınmış hale getirilecekti. Hiçbir tarafta İtilaf Devletleri’ne ait işgal kuvveti kalmıyordu. Kurulan Boğazlar Komisyonu’nun başkanlığı Türkiye’ye verilmiş, yetkileri Sevr’le gösterilenlere nispeten son derecede kısıtlandırılmıştı. Komisyonun görevi, gemilerin boğazlardan geçişinin sözleşme hükümlerine uygun olup olmadığını kontrol etmek olacaktır.
Lozan görüşmelerinin kesilmesi üzerine, İsmet Paşa Türkiye’ye dönmüştü. Daha sonra İtilaf Devletleri ve Türkiye arasında uzlaşmacı yaklaşımlarla, Lozan görüşmelerinin ikinci kısmı 23 Nisan 1923’te başlamıştı. Boğazlar meselesi ile ilgili olarak Lozan’da görüşmelere Lord Curzon tarafından 17 Temmuz’da Ruslar da davet edilmişti. Çiçerin davete verdiği uzun cevapta: “Mevcut şekliyle sözleşmeye olan itirazlarını tekrarladı ama barışçı niyetlerini göstermek için sözleşmeye ve Milletler Cemiyeti denilen kuruluşa karşı itirazlarını saklı tutma şartıyla, Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalamak üzere Roma’daki temsilcilerini 14 Ağustostan önce İstanbul’a yollamayı kabul ettiklerini” İtilaf Devletleri’ne bildirdi.
Bugünü anlayabilmek için Lozan görüşmelerindeki Rus desteğinin önemini göstermeye çalıştık.
Değerli Okurlar,
Montrö Antlaşması ile ilgili Lozan’dan sonraki gelişmeleri de bir başka yazımızda paylaşacağız.