“Uzandı divana gönül
Döndü yüzünü duvara
İlgiyle sıvandı yalnızlık, ellerine
Ay düştü geceden odaya
Sesin kadar güzel bir ses duymadım sevgili
İki acı kahve söylesene.
Sen kahveni iç ben sesini…
Öpeyim biraz yalnızlığın dilini”
KAPLUMBAĞA
(Bir küçürek hikâye)
Hayatımda gördüğüm en mütevazı, en ağırbaşlı biriydi. O kadar yavaş hareket eder, o kadar yavaş konuşur, o kadar yavaş yürür, vedalaşır, yemek yerdi ki büyüklerimizin “mıymıntı” diye tabir ettikleri o kişilerin en canlı haliydi. Çok fakirdi; farelerin bile yiyecek namına tek bir kırıntı bulmasının imkânsız olduğundan evine uğramadıklarını düşünürdüm hep. Eline para geçse güzel bir ziyafet çekmek yerine parasının büyük bir bölümünü kitaplara harcardı. Odası kitap doluydu. Kitapları o kadar kıymetliydi ki okuduğu yeri işaretlemek için yaprağın ucunu bile bükmezdi.
Kaplumbağa ile kitapsever dostum arasında yarış düzenlense kesinlikle kaplumbağa kazanırdı.
Yıllar sonra baktığımda ise mahallemizdeki hatta şehrimizdeki bütün öğrencileri kilometrelerce geride bırakmıştı. Ama hâlâ yavaş, hâlâ mütevazı…