YÖRÜK OZANI AHMET ALİ BABACAN
Yörük yakımcı olur. Çokça horlandığı için; demesi gerekenleri taşlama beyitlerle, dörtlüklerle söylemeye alışmıştır Yörük insanı. Ama günü gelmiş, köşe taşı gibi şairler de çıkmıştır. Babam, Ahmet Ali Babacan, o köşe taşlarından biridir.
Yörük Anası Emine Kadının tek çocuğudur. Kemik veremiyle ayağından da özürlüdür. Daha üç yaşında iken, Babası Avcı İbrahim, 1915 Çanakkale Savunmasına katılmış, bir daha da geri dönememiştir. Avcı İbrahim ilginç bir avcıymış. Av hayvanlarının sesini ayırt edilemeyecek derecede taklit edermiş. O yüzden birçok hayvanı, özellikle tavşanı eliyle tutarmış. Neylersin Çanakkale’de ecele av olmuş. Dul kalan Emine Kadın, evlilik önerilerini hep geri çevirmiş; sırtında bir özürlü çocuk ve yedi deve ile; Kurtuluş Savaşı boyunca Gülnar- Karaman; Gülnar- Tarsus hattında askeri malzeme taşımakla yaşamını sürdürmüştür. Yetim Ahmet Ali dövülmüş- sövülmüş, her yerde horlanmış bir çocuk olarak içedönük, çekingen, yüreği yiğitlik özlemiyle dolu bir delikanlı olmuştur.
1934’de soyadı yazan kurul, kişilerin sülale lakaplarını ya da kişinin özel isteği varsa onu yazıyorlarmış.
Yılgın Ahmet Ali, yüreğinin sesine uyup “ Ercan” istediğini söylemiş. O arada kurul üyelerinden biri “ Senin Babacan bir tavrın var. Ne diyorsun Babacan adına?” önerisini kabul ederek, gerçekten kendine yakışan bir adın sahibi olmuş. Ahmet Ali adı o günden sonra sanki unutulmuş, herkesin dilinde Babacan kalmıştır. “ Babacan Dedemin başka adı var mıydı?” diyen torun bile olmuştu.
1935 yılında Nebi kızı Rukiye ile evlendi. Ne var ki Rukiye gelinin sağlığı çabuk bozuldu. Göçebe yaşamının sert koşulları ona acımadı. Kalp Romatizması denen ve çaresiz görülen bir hastalıkla 1953’e kadar sürdü yaşamı. Daha üç çocuk anası ve otuz beşinde iken, hakkın rahmetine kavuştu. Rukiye gelini bir melek sayardı köylüler. Çünkü o sert mizaçlı kaynana Emine kadınla Rukiye gelinin, 18 yıllık sürede- bir kez bile- tartıştıklarını, çocukları bile görmemişti. Mekânları cennet olsun. Şair Babacan’ın İkinci evliliğinden de beş çocuğu olmuştur. Tüm kardeşler uygarca ilişki içindedirler.
***
Şair Babacan, gönül kırıcı olmayan mizahi taşlamaları ve yaygınlaşan şiirleriyle, giderek söyleşi ortamlarının aranan kişisi haline gelmiştir. O sıralarda bir PTT Dağıtıcısı da ünlenmektedir. Köylere taşlama dörtlükler yazan Postacıya, Gülnar Pazarında Babacan’ı uzaktan gösterirler ve derler ki: “ O karşıda gördüğün garip adam, Eskiyörüklü Babacan’dır. O köye taş atmaya kalkma, ağzının payını alırsın” Postacı, gözleriyle adeta fotoğrafını çeker Babacan’ın.
Günler sonra Menekşe Deresi’nde karşılaşırlar. Menekşe Deresi derince bir deredir. Eskiyörük köyünün kuzeyinden doğar, güneydoğusundan geçer ve Akdeniz’e dökülür. Köprü İle geçilir. Köprüye varıncaya kadar yamaç yolları dere boyunca paralelleşir. Postacı bakar aynı adam. aynı şapka, aynı ceket. Zaten başka yok ki. Gene de denemek için: Köprüde karşılaşınca: “ Üşüdüm, buydum Menekşenin kışından Bir sigara ver de içeyim dışından” ( Yani avantadan)
Yanıt hazırdır: “ Yağmurlar yağdı da dereler aktı Dışından sigara bizlerden kalktı” Postacı “ Tamam o adamsın” der, otururlar da, güneş batınca anlarlar akşamın olduğunu.
***
Bir dönem de, sahilde Sipahili Köyünde ortaklı yerfıstığı tarımı yaptı. Tarlayı ekim için hazırlarken, otların arasında bir tahra bulur. Tahra ağaç dallarını kesmeye yarayan basit bir kesme aracıdır ki, köy yaşamında önemlidir.
Köyün kiralık mezrasında besi yapan Yahya Efendigil de, yana yana bir tahra aramaktadırlar. Tahra onlarınsa Süt, yoğurt gibi bir ödül bile umarak, seslenir Yahya’nın Eşine“ Aradığınız tahra burada” der. Her nedense, dünyası ile kavgalı bir kadın, ummadığı bir yanıtla “ Tahranın sapını ananın a..na sok” der. Karıncayı incitmeyen Babacan allak- bullak olur ve tütün paketinin kâğıdına şöyle yazar:
Babadıl düzünde sürerdim tarla
Otların içinde buldum bir tahra
Er- geç bir sahibi çıkar sorarsa
Gelip alın derim tahra burdadır
Eğildim tahrayı yerinden aldım
Babadıllılardan birinin sandım
Yahya’nın olduğun sonunda bildim
Haber ettim tahra işte burdadır
Acayip bir kadın sesimi duyup
Bir söz söyledi ki demesi ayıp
Terbiyeden tezmiş namusu kayıp
Bulmadım ki desem o da burdadır.
Bulsam da çıkarmam gayrı sesimi
Evvel bulduğumdan aldım dersimi
Felek burada da yıktı şansımı
Benim umducağım hani nerdedir?
Benim canım takdir ödül isterdi
O bana doğduğum yeri gösterdi
Yahya kapısında niye beslerdi
Tam sürü bekleyecek ayardadır.
Kadını anladım yüzsüzün biri
Bana tarif etti çıktığım yeri
Yanında duruyor koskoca Eri
Demez ki seninki işte burdadır.
Sözüme gücenme abla sen sakın
Ağzını topla da namusun takın
Tahra da sapı da hep sana yakın
Benim anam üç saatlik yerdedir.
O gönül insanı, günü gelir bir Karacaoğlan oluverir yayla Yolunda:
Yaylaya giderken bir güzel gördüm
Eğleme yolumdan duramam dedi
Kim olursun diye aslını sordum
Nedecen ben sana yaramam dedi
Susuz musun güzel yanmış dudağın
Niçin solmuş öyle pembe yanağın
Karışmış saçların yok mu tarağın
Bozulmuştur başım taramam dedi
Senin de ben gibi bahtın kara mı?
Felek mi yar ile açtı aranı?
Anlasan halimden sarsan yaramı
Ben doktor değilim saramam dedi
Niçin baktın bana sen öyle dik dik
Nedendir a canım böyle ürkeklik
Ben bir kafes olsam sen de bir keklik
Köhne kafeslere giremem dedi
Babacan şansını böyle denedi
Kimse de görmedim bunca inadı
Kulun olsam dedim o da olmadı
Başıma belayı saramam dedi
Dostluğu, insanlığın Kutup Yıldızı olarak gören Babacan,
arkadaşlık adına yapılanlara bakar bakar da, öğüt vermekten kendini alamaz
Pek güven olmuyor insanoğluna
Arkadaş bilme sen her arkadaşı
Kimisinin hırsı dünya malına
Bir pula satar da yer arkadaşı
Kiminin doyulmaz tatlı diline
Kimisi şükreder kendi haline
Kimisi dostunun ölür yoluna
Kimisi yollarda kor arkadaşı
Kiminin pek parlak dıştan cilası
Şu insanoğlunun içten alası
Kiminin girer de çıkmaz kınası
En yakın bilenden sor arkadaşı
Kimi çok naziktir çabuk kırılır
Kimi ahbabına yolda sarılır
Kimi kötü günde senden ayrılır
İyi gün dostudur var arkadaşı
Babacan gel sen de arkadaş yerme
Vardığın evlere destursuz girme
Her arkadaşına sırrını verme
Pek nadir bulunur sır arkadaşı
Arkada kendisini seven, sayan yedi çocuk bırakarak, 1975 yılında rahmete kavuştu. Şiirleri SELAM OLSUN adlı şiir kitabıyla yayınlandı. Mezar taşındaki kendi dörtlüğü ile seslenmeye devam eder:
“ Babacan’ıım gelmem daha
Yolumuz düştü toprağa
Ruhumuza bir Fatiha
Verenlere selam olsun”
Mekânı cennet olsun.