Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Köy Enstitüleri: 3


HESAP VERMEMİZ GEREK HALKIMIZA

bakınca görmeli göz dediğin

elbet gerçek olmalı söz dediğin

bazıları kızıp saç baş yolsa da

gerçeği yansıtan eleştirinin

başımın üstünde yeri var benim

Urfa biberi gibi acı olsa da…

                                               H.E.

 

1953 Eylül’ünde 11 yaşındayken, öğrenci olarak ilk adımımı attığım Aksu Köy Enstitüsü’nden söz etmiştim; önceki yazılarımda. Altı yıl boyunca beni bağrına basan okulum Aksu’dan…

Yedirip içiren, giydirip kuşatan, değerli öğretmenlerle beni eğitip bilgilendirerek meslek sahibi yapan Aksu’dan…

Köyümden ilk kez ayrılırken, gözyaşlarını benden saklamaya çalışsa da annemin ağladığını fark etmiş ama ben ağlamamıştım. Gitmek için kimse zorlamamıştı ki beni. Aksine yıllardır düşlediğim, hayallerimi süsleyen bir okula gidiyordum.

Daha ilkokula bile başlamadan, “Büyüyünce ne olacaksın?” diyenlere, “öğretmen olacağım.” diyordum gururla. Kendi irademle, kendi seçtiğim yolda yürümeye başlarken niçin üzülecekmiş, neden ağlayacakmışım ki?

Bırakın doğup büyüdüğüm köyümden, çok sevdiğim ailemden, yakın arkadaşlarım ve akrabalarımdan ayrıldığım günü, annemin elini, kardeşlerimin yanaklarını öpüp “Hoşçakalın, sağlıcakla kalın” dediğim an da ağlamadım; bir hafta sonra ilk mektubumu yazarken de, yaklaşık bir ay sonra ailemden gelen ilk mektubu okurken de…

Bir ders yılında birer haftalık iki tatil yapılırdı o zamanlar. İki tatilde de gitmedim köyüme.

Niçin mi? Ailemi özlememiş miydim?

Özlemez olur muyum? Burnumda tütüyordu köyüm ve ailem ama…

Haydi, kıt kanaat olan harçlığıma kıyıp otobüsle Akseki‘ye kadar gittim diyelim; ya ötesi?            Karda kışta yürüyerek nasıl giderdim dört beş saat?

Bunun bir de dönüşü var…

Yağmur, fırtına, tipi, kar…

Bu engeller yüzünden, dönemezsem zamanında, bunun bir de cezası var.

En iyisi, özlemi sineye çekip dayanmaktı biraz daha!

Serikli, Manavgatlı, Alanyalı dahası İbradılı arkadaşlar gittiler; Mersinli birkaç arkadaşla birlikte iki tatilde de gitmedim köyüme, gidemedim. Gödene köyü gibi, merkezlerden uzak, Toroslar’ın göbeğindeki güzel bir köyde doğup büyümenin faturası biraz kabarık olacaktı elbette!

Böyle düşündüğüm için ağlamadım da sızlamadım da…

Okula yakın ilçelerden oldukları için iki tatilde de aileleriyle birlikte olabilen arkadaşlarımı kıskanmak aklımın köşesinden bile geçmedi.

Ara sıra TV8’de izlediğim Survivor yarışma programında 30-40 yaşlarındaki bay ve bayanların kamera karşısında, “Ailemi çok özledim” diyerek boncuk boncuk gözyaşı döküp hıçkıra hıçkıra ağladıklarını gördükçe, “Bizler ne kadar duygusuz ve ailemizi sevmeyen çocuklarmışız” diyesim geliyor!

• • •

 

                Siz şu an belki de:

“Yahu kardeşim! Öve öve bitiremediğin o “Köy Enstütüsü”, köy çocuklarına iyilik olsun diye mi yapıyor bunları. Sözgelişi fırına giriyorsun, ücretini ödeyip iki ekmek alarak karnını doyuruyorsun. Ekmek verdi diye fırını ve fırıncıyı göklere çıkarmaya gerek yok ki.

Sen ve arkadaşlarının, o enstitüye girerken, altı yıl başarıyla okuyup öğretmen olmaya, sonra, 20 yıl boyunca köylerde görev yapmaya söz verdiğinizi unuttun mu? Şu ya da bu nedenle görevinizi aksatırsanız, yüklü bir tazminat ödeyeceğine dair noterde senet verdi, borç yüklendi babanız, veliniz, aileniz.

Yani, devlet sana rahat bir okuma fırsatı verdi ama buna karşılık seni borçlandırdı. Yani fırından ekmek ya da bakkaldan veresiye şeker almaktan bir farkı yok bunun.” diyorsunuz, öyle mi?

Kusura bakmayın ama ben hiç böyle düşünmedim, bugüne kadar.

Okul, bizim giderlerimizi, devletimizin verdiği parayla karşılıyordu elbette.

Evet de, devlet nereden buluyordu o parayı?

Halkımızın ödediği vergilerden değil mi? Dolaylı ya da dolaysız her yurttaşımızdan alınan vergilerle dolmuyor mu devletin hazinesi?

Öyleyse ben devletime, daha doğrusu devleti de besleyen yoksul halkımıza karşı borçluydum. Görev yaptığım sürece bu bilinçle çalıştım hep.

“Böyle düşünüyordun da niye istifa ederek ayrıldın öğretmenlikten?” diyeceksiniz.

Güzel bir soru, haklı bir eleştiri!

Ancak Dicle’den Hasanoğlan’a, Edirne’den Kars’a kadar 20 yıl köylümüzü, yoksul halkımızı ön planda düşünerek çalışıp noter senedinde yazılı borcumu ödedikten sonra ayrıldığım için gönlüm çok rahat.

Mesleğimden istifa ederek ayrıldıktan sonra da boş durmadım. 41 yıldır da yayıncı olarak hizmet ettim halkımıza. Elim, ayağım tuttuğu sürece de hizmete devam edeceğim.

“Ben Köy Enstitülüyüm” ya da “Ben Öğretmen Okulu’ndan mezun bir öğretmenim” diyorsa bir insan, bu sözün hakkını da vermeli.

Yalnız öğretmenler mi?

Yemeyip yediren, giymeyip giydiren halkımızın vergileri ile yapılan okullardan yetişen hâkim, savcı, avukat, mühendis, gazeteci, yazar, doktor ve subaylar da halkımıza borcunu ödemeli.

Hele hele siyasete atılıp milletvekili, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı olanlar da…

Yanlış anlaşılmasın, ben bu yazı ile “Halkımıza karşı borcumu tamamen ödedim” demek istemiyorum.

Tam 41 yıldır eşim ve ben gece gündüz çalışarak ödemeye çalışıyoruz hâlâ.

Yürekten inancım şu ki, ne yaparsak yapalım, hiçbirimiz o borcu tastamam ödeyemeyiz asla!

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51