Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


KOCA DAYININ BAĞI


                Anılarımın kümelendiği yerlerden biridir Sarıkaya.

                Kahve sobalarının yandığı günlerde tanışmıştım Sarıkayalılarla.

                İlk günü hiç unutmam.

                Sobanın başında 5- 6 erken genç bir çember oluşturmuş, arka planda

     da orta yaşlılar ve gençler oturuyorlardı.

                Konuk olduğum için mi, yoksa öğretmen olduğumdan mıydı bilmem, 

beni de birinci çembere buyur ettiler.

                Bir süre hal- hatır ettik. Memleketimi sordular, Gülnar’ı tanıyanlar bile

     çıktı. 

                Konuşkan insanlardı. Ama aralarında birinin ağırlığı farklıydı. En yaşlısı 

     olmaktan ayrı bir ağırlıktı. Diğerleri onun sözlerine bolca onay veriyorlardı.

     Onaylamayan da susmayı yeğliyordu.

                Koca Dayı dedikleri bu amca, döne döne: 

-Gülnar’da üzüm bağlarının gelişmiş olduğunu duyuyoruz, doğru mu? 

     diye soruyordu.

                Ardmızda oturan orta yaşlılardan biri:

                -Hocam hazır ol, sana bağını gösterecek, dedi. 

                Muhtar sonradan geldi ve beni konuk etti. O sırada sordum Muhtara:

                -Muhtar kardeş, elbette gelecek günlerde köylümüzü tanıyacağım da, 

Koca Dayı İlgimi çekti. Onda bir bağ merakı gördüm, deyince açıkladı.

                -Koca Dayı köyümüzün en varlıklı kişisidir. Bunun yanında olgun kişiliği

     bir saygınlık yaratmıştır. Herkes sayar- sever. Lafı da ağırdır ha!

                Bizim köy hayvancı köydür. Yeni yeni ziraata geçiliyoruz. Bağcılık yoktu.

     Koca Dayı ilk kez bağ dikti. Bağıyla gurur duyar. Yabancı kim gelirse mutlaka 

     götürür gösterir. Anlaşılıyor ki sıra sizde.

                Aslında Toroslar bağa yabancı değildi. Romalılardan kalmış şırahane 

     yıkıntıları hala duruyordu. 

 

                ***   

Aradan iki gün geçmişti. Bir tatil günüydü.

Kahvede karşılaşır karşılaşmaz öneri geldi Koca Dayı’dan:

-Hocam, şurada benim bağ var. Vaktiniz varsa oraya doğru gidelim mi?

Birkaç yüz metre ileride tepemsi bir düzlük görünüyordu. O düzlükte

     3- 4 dönüm kadar bir üzüm bağı dikmiş. Kenarına da evini yapmış. 

                Bağın kıyısına vardığımız anda birden boş bulundum:

                -Koca Dayı bunu niye böyle yaptın? sözü kaçıverdi ağzımdan. Bağ çalı 

     fundalıktı sanki. Kesmeye kıyamamış olduğu için, bir halaza çalı ormanı haline

gelmiş. Oysa bağ,  budamaya kıyamayanı budardı. 

Beğenmediğimi anlamıştı.

                -Ne olmuş yani, ne yapmışım ki? derken sesi ve tavrı hoşnutsuzluk ifade

     ediyordu. Sözümü geri alamazdım.

                -Koca Dayı, bunu kim budadıysa olmamış. Bir kök, gücünün üstünde dal 

     beslemek zorunda kalırsa, nasıl yaşayabilir, nasıl ürün verebilir? 

Keşke bir makas olsaydı da bir örnek budasaydık. Tam da güz budama 

zamanıydı.

                -Var var, makas var dedi, oğlunu çağırdı. Yeni askerden gelmiş, gezinip

     duruyormuş delikanlı.

                -Oğlum, o bağ makasını bir getiriversene!

                Az sonra makas geldi, bir kenardan başladım. Alabildiğine kesiyordum.

     O, gözlerini makasa dikmişti. Kendisini izlediğimin farkında bile değildi. Sanki 

     parmağının bini kesiyormuşum gibi, yüzü kat kat oluyordu. Makası elimden

     almak için çabalıyordu. Beş kök budamıştım ki yapıştı elime:

                -Yeter Hocam, yorulma. Anladık gayrı böyle budarız, deyip makası aldı.  

 

                *** 

Kış boyunca unutmuştum Koca Dayını bağını.

Bahar gelmiş, yapraklar açılmış, meyve tomurcukları bile belirmeye

     başlamıştı.

                Kahvede buluşunca Koca Dayıdan ansızın bir öneri geldi:

                -Hocam, benim bağa doğru bir gidelim mi? Hem yürümüş oluruz.

                 Budama işimiz aklıma geldi, içim cız etti birden. Acaba bir olumsuzluk 

     mu vardı? Ben toprak tahlili yapamamıştım ki. Acaba derin budamayı bu yıl 

     kaldıramamış olabilir miydi? Kuşkusuz sonu iyi olurdu, ama anlayabilecek 

     kültürde olmak gerekirdi. Korka korka vardım bağın kıyısına. 

                Bağı görünce güllerim açtı. Benim budadığım beş kök sanki ayrı bir bağ 

     olmuştu. Diğer taraflar eski hastalıklı halindeydi, tohum yükü çok azdı.

                O sırada, olacak ya, oğlu gördü bizi:

                -Ne o? Öğretmene mahvettiği çıbıkları mı gösteriyon Baba? demesin mi?

                Meğerse o gün eve gittiğinde:

                -Keşke getirmeseydim. Beş kökü mahvetti, demiş. 

                Artık dili tatlılaşmıştı:

                -Ne bileyim be oğlum, bu adam da öğretmen mi, çiftçi mi belli değil ki, 

     dedi.

                Merakını giderdim Kahvede. 

Köy Enstitülerindeki Tarla Tarımını, Bağcılığı, Bahçeciliği, Meyveciliği, 

     Arıcılığı, İpek böcekçiliğini  ve yapılan uygulamaları geniş geniş anlattım.

                Köylüye bilimsel tarımı anlatmak için, bir seminer fırsatı doğmuştu.

                Sanırfım, en çok da Koca Dayının bağı mutlu olmuştu.

 

YAZARLAR

  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 25.6 ° / 13 ° Güneşli
  • BIST 100

    9693,46%1,77
  • DOLAR

    32,58% 0,35
  • EURO

    34,75% 0,10
  • GRAM ALTIN

    2507,64% 0,95
  • Ç. ALTIN

    4181,01% 0,22